Hayallere hayat öpücüğü
Cafer Mahiroğlu, altı çocuklu bir ailenin oğlu olarak Sivas’ın köyünde doğdu. 18 yaşında Londra’ya dil öğrenmeye gitti, Ütücülüktern temizliğe her işi yaptı. 21 yaşında 100 kişilik bir atölyenin patronu oldu. Bugün İngiltere’nin en büyük 5 tekstil firmasından birinin sahibi. Başarısının sırrıysa hiçbir şeyden korkmamak
Onun hikâyesi Sivas’ın Akpınar köyünde başladı. Altı çocuklu bir ailenin en küçüğüydü. Daha altı aylıkken babasını kaybetti. Ama ailesi ona hep destek oldu, iyi bir eğitim alması, meslek sahibi olması için çabaladı. Ailesinde üniversiteyi bitiren ilk çocuk oldu. 18 yaşında Londra’da dil öğrenmeye gitti. Çalışmaya başladı, fabrika süpürmekten ütücülüğe kadar pek çok iş yaptı. Azmi sayesinde 21 yaşında 100 kişilik bir atölyenin sahibi oldu. Bugün Romanya, Vietnam, İngiltere ve dünyanın pek çok yerinde fabrikası ve 6 binin üzerinde çalışanı var. O ise hâlâ ofisinde oturmuyor. Bazen fabrikayı süpürüyor, bazen kumaşlara dokunuyor.
İngiltere’nin en büyük 5 tekstil firmasından birinin sahibisiniz. Nereden hangi noktaya geldiniz?
- 1966 yılında Sivas’ın Gürün kasabasında Akpınar köyünde 6 çocuğun en sonuncusu olarak dünyaya geldim. İlk öğretim eğitimimi Sivas’ta tamamladım. Liseyi İstanbul’da bitirdim. Ondan sonra İngiltere’de bütün hayatım şekillendi. Bugün şirketlerimizin pazar payı yüzde yedilerin üstünde. Yüzde ona doğru gidiyor. 250 tane noktadayız. Haftada bir tane mağaza açıyoruz. Ayda 4 mağaza hedefliyoruz. Hedefimiz 400 mağazaya gelebilmek.
Ailenizin üzerinize titrediği bir çocukluk yaşamışsınız. O dönemden biraz bahseder misiniz?
- Abilerimin benim hayatımda ilginç yerleri vardır. Babam 6 aylıkken vefat etmiş. Herkes ‘baba’ derdi birisine. Ben de en büyüğüm olduğu için abime ‘baba’ derdim. Bu böyle bir süre devam etti. Bir gün abim bana dedi ki “ben senin babandeğilim, ben senin abinim.”
Ne hissettiniz?
Abim için üzüldüm asında. Çünkü düşünsene adam evin sorumluluğunu almış, kardeşin sana baba diyor. Babanın ona yüklediği misyon sırf benim baba dememle ilgili değildir büyük bir ihtimal. Ona bir sorumluluk yüklüyor. O da 11 yaşında o zamanlar, çalışacak, evi geçindirecek. Büyük bir sorumluluktu herhalde adama bilmeden yüklediğimiz.
Köyden ilk çıkışınız ve İstanbul’a gidişiniz nasıl oldu ?
Abim İstanbul’da bir fabrikada çalışıyordu. Annem beni İstanbul’a abimin yanına göndermek için köylü birisine teslim etti. İlk defa kasabanın dışına çıkıyorum. Otobüsle giderken çay molasında televizyonla ilk kez karşılaştım. Televizyonda saz çalan birisi vardı onu izledim.
Evinizde televizyon yok muydu o zaman?
- O zaman bizim evimizde değil, Anadolu’nun birçok yerinde elektrik yoktu. Boğaz Köprüsü’nün üzerinden geçiyoruz. Daha önce hiç görmemişim ki hayatımda denizi! Yorumlamaya çalışıyorum o çocuk aklımla, o kadar çok şeyle tanıştım ki, televizyon, deniz, köprü, Eminönü, o kaos. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Çok kalabalıklarda bile aslında çok yalnızsın.
Abinizle İstanbul’da nasıldı hayat, neler yapıyordunuz?
- Annem de daha sonra İstanbul’a geldi. O kadar mutluyduk ki, acayip mutlu bir aile tablosu yaşadım. Evin içi de çok mutluydu, ta ki yollarımız ayrılana kadar. Hayatla yüzleşene kadar. Ben bizim evimizde hiç gürültü patırdı, kavga olduğunu duymadım. Bencillik hiç devreye girmedi. Bizde paylaşım hep öndeydi.
18 yaşında farklı bir ülkeye gittiniz. Neler etkiledi sizi?
- Alışık olduğumuz dünyadan farklı bir dünyaya gelmiştim. Tabi önce algılıyorsun, sonra sindiriyorsun, yorumluyorsun. Kendi yaşamına bunu entegre etmeye çalışıyorsun. Uyum sağlamaya çalışıyorsun. Bunlar bir süreç. Ama bunları yaparken farkında olmadan bir bütünleşme sağlıyorsun. O bütünleşme seni orada ya kabul ediyor, ya seni dışlıyor. Ya sen bunu sindiriyorsun, orayla bütünleşiyorsun entegrasyonunu sağlıyorsun ya da sağlayamıyorsun.
Zor mu geçti?
- Hayatımda hiçbir şekilde iş hayatına girmemiştim. Hep serbest çalışıyordum. Ailemin benden tek bir isteği vardı, okuyacaktım. Bir meslek sahibi olacaktım. Üniversite okuyacaktım. Ailede üniversiteyi bitiren ilk çocuk olacaktım. Kendi dünyalarında bana yakıştırdıkları bir görev vardı, bir rol vardı. Ben de bunu oynayacaktım. İngiltere’ye gittiğimde daha artık bir takım şeyleri sindirmiştim. Hayattaki beklentilerim biraz daha şekillenmişti. İngiltere benim için çok daha rahat hareket edebileceğim bir alan oldu. Kendimi ispat edebileceğim, kendimle olan yarışımı orada daha iyi bir şekilde gerçekleştirebileceğim bir alan sundu bana. Ve ben de bu imkânı gördüm, yürüdüm orada.
İngiltere’ye okumaya gittiniz ancak bir kaç ay sonra okulu bırakıp çalışmaya karar verdiniz . Bu kararı nasıl aldınız?
Bu kararı verirken okulda aldığım dersler etkili oldu . Okulda ekonomi dersi alıyorsun ancak gerçek hayatta ekonomini idare edebilecek şeyleri öğrenemiyorsun. İngilizce öğrenmek istiyorsun ancak bunun da sadece hayatını kurtarmak için yeterli olmadığını anlıyorsun. Gerçek hayatla size sunulmak istenen hayat arasındaki farkları gördüm . Bu benim için bir yol ayrımıydı, o an için öyle hissettim ve kararımı verdim .
Londra’da ilk iş hayatınız nasıl başladı?
- İlk gittiğimde doğal olarak Türk toplumunun yoğun olarak yaşadığı bölgeye gittim. Dolayısıyla da o Türk toplumunun yoğun olarak yaşadığı bölgede yapılabilecek iş alanları belliydi. Ya kebapçı olacaktınız ya da tekstilci olacaktınız ya da fabrikalarda çalışacaktınız. Ben de dolayısıyla 3 gün çalışıp 5 gün geziyordum. Fabrika süpürmekle başladım, derken ütücü oldum. Sonra kesici oldum. Bize mal veren şirket o ara iflasa girdi. O şirketi aldım. Bugünlere geldik.
Sizi motive eden şey neydi?
- Bu soruyu çok kendime sordum aslında. Çok önemli çünkü. Para hiçbir zaman beni motive etmedi. Para odaklı hiçbir zaman hayatımda önemli olmadı. Hep başarıya odaklandım. Bu başarıya beni motive eden neydi diye sorduğumda herhalde aileme olan borcumdu. Manevi borçtu herhalde. Onların benim üzerimde kendi dünyalarında yüklediği konumu gerçekleştirememiş olmanın bir dönüşüydü belki de.
İlk atölyenizi ne zaman açtınız?
- Makinasıyla, ütücüsüyle, ayakçısıyla 100 kişilik bir atölyeydi. Bizim için fabrika oydu. Benim ufak dünyamda büyük hayalimdi. Yaşım 21’di.
Gerekirse astarı da yapıyorsunuz, kesimi de, ütüyü de...
- Fabrikayı da süpürüyorum. Hiç unutmuyorum. Bir tane İngiliz kesimci vardı. Bir gün beni çağırdı dedi ki; “sen çok başarılı olacaksın” dedi. Anlamadım ben tabii o zaman.
Ne değişti hayatınızda geçmişe baktığınızda?
- Giderken bir çantam vardı, dönerken de çantamda başka bir şey olmayacak. Sonuçta benim öyle çok büyük lükslerim yok, çok büyük vazgeçilmezlerim yok hayatla ilgili. Her zaman şuna inanıyorum. Beyniyle hareket eden iş adamlarla bir grup, yüreğiyle hareket eden iş adamları var. Biri matematiksel hesaplamaları koyar ortaya, onun kendi bir yapısı vardır, onun içerisinde kararları alır. Öbürü ise yüreğini ortaya koyar, hisseder onunla yoluna devam eder. Bunların ikisinin de doğrularını yanlışlarını bulursun. Başarı ve başarısını bulursun. İki tiptir bana göre. Ben o sağ kısımdayım.
Hayallerinizi gerçekleştiren biri olarak ne mesaj verirsiniz?
- Hiçbir şeyden korkmamalı insanlar. Kendi geleceğini yaratmalı. Hiç kimsenin de kendisinin üstünde olduğuna inanmamalı. Sistemi yaratan bile tıkandığı zaman nefes alacağı alanlar yaratmış. Korkmamalısın. Kendine güvenmelisin. Ben öyle başardım.
Bugün geldiğiniz noktada iyi ki varsın diyeceğiniz kim var?
Benim iyi ki varsın diyebileceklerimin başında en büyük abim gelir. Hayata tutunmamızda annemle beraber en büyük sebeplerden biridir. Ailesi için ve özellikle benim için büyük fedakarlıklar yapmıştır. Ben de onu hayal kırıklığına uğratmamak için çok mücadele ettim. Bu yüzden bugün başarılı olmamın en büyük sebeplerinden birisi abimdir.