hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Ahmet Hakan ve Cüneyt Özdemir ile Twitter üzerine

    Ahmet Hakan ve Cüneyt Özdemir ile Twitter üzerine
    expand

    Twitter'in en çok konuşulan iki ismi, CNN TÜRK programcıları, Cüneyt Özdemir ve Ahmet Hakan ile Twitter üzerine...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    CNN TÜRK'ten Günay Selekman, CNNTurk.com için sordu, Cüneyt Özdemir ve Ahmet Hakan yanıtladı. İşte, bu keyifli röportaj...

    Günay Selekman: Nasıl bulaştınız Twitter’a, nasıl başladınız, ne kadar oldu?

    Ahmet Hakan: Sen benden daha kıdemlisin.

    Cüneyt Özdemir: Evet, ben Şubat’ta açmıştım. ‘Twitter diye bir şey var’ dediler. Dur bir hesap açayım dedim. Açtım ama 1-2 ay hiçbir şey içimden gelmedi. Ne yazılır, ne olur diye? Sonra  yazın, Erkan Mumcu gelmişti Bodrum’a, bir akşam saz çaldı, hatta Nuray da vardı. Onu yazmıştım. ‘Akşamleyin Erkan Mumcu saz çalıyor’ diye. Daha hala farkında değiliz… 100 kişi-200 kişi bakıyor. Sonra bu yazın sonunda bu iş patladı bence... Değil mi? Bu yazın sonunda Ağustos-Eylül gibi, biz uyanıp bu şeye girmeye başladık.

    A.H: Ben ne zaman girdim hatırlamıyorum tam… Eylül müydü acaba, Ağustos... Ağustos’ta girdim.

    C.Ö: Hatta ilk girdim şu Erkan Mumcu tweetini sileyim, ayıp adama… Saz çaldı,  millet okuyacak haber yapacak  diye. Sonra şunu fark ettim medya siteleri keşfettiler bunu, asıl büyüten bunu medya siteleri. İşte bizim yazdıklarımızı medyada twitter twitter diye yazmaya başlayınca olay bir anda direk gazetelere yansıdı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    A.H: Medya siteleri, gazeteler haber yapmaya başladı ama şöyle bir aşaması var işin bence, medya sitelerinin görmediği, gazetelerin de haber yapmadığı fakat yine de kendi aramızda bir yükseliş dönemi var. Bence en güzel dönem de o dönemdi.

    C.Ö: Evet, ama o dönem çılgın gibi yazıyorduk sen de, ben de… Hatta ben 1-2 program indirmiştim telefona…  Sonra hastalık gibiydi, her an giriyorsun, her an giriyorsun. Şimdi bakıyorum yeni başlayanlarda öyle bir heyecan oluyor.

    A.H: Hevesini alana kadar. Bir de şey oluyor, insanda hani bazen ‘ya burayı bırakıp gitmeliyim’ gibi bir suçluluk duygusu oluşuyor, değil mi sende de oluştu?

    C.Ö: Bende de oluştu 1-2 defa...

    A.H: Ben  2 defa görkemli bir çekiliş yaptım ama geri geldim...

    C.Ö: Senin gidişin de gelişin de görkemli oluyor zaten… Elçiler geliyor sana yollanıyor.. Geçen gün ben girmedim tatile gittim, 3 gün girmedim, dedim ölsek kediler yiyecek…

    A.H: Yok yok senden bahsedildi canım, Cüneyt nerede? Nazlı Hanım bir anda telaşa kapıldı, ‘Durun ben konuşurum’ demiştim

    C.Ö: Sen hep diyorsun ya farklı bir dil var orada, onu anlamak lazım. Normal konuşmanın da dışında hani, bir alt dili var.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    A.H: Evet farklı bir dili var gerçekten bir de kısa yazmak çok önemli. Yatkınız ona yani kısa yazmaya. Ben çok yatkın hissediyorum. Sen de bence çok yatkınsın.

    C.Ö: Bence o espriyi iyi vurgulamak da ilginç, 140 karakterde...  Haiku diye bir şey var biliyorsun Japon şiir sanatı... Aslan Özdemir şair arkadaşımız yazardı öyle, harikalardı...

    A.H: Bir de 140 karakterde giriş gelişme, harika bir sonuç bunları vermen lazım..

    C.Ö: Tabii orada bir dünya yaratıyorsun. Senin bu televizyon önünden geçme bir dünya mesela. Bir atmosfer yaratıyorsun. 140 harfte bir atmosfer. İşte televizyon seyrediyorum değil de televizyonun önünden geçiyorum deyince 1 dakika; evde oturuyorum, işte yalnızım belki de, belki televizyona da bakmıyorum, işte bir kitap okuyorum, acıktım, gidiyorum, geliyorum. Hepsi 140 harfte oluyor.

    Twitter üzerine

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    G.S: İlk aldığınız veya ilk gönderdiğiniz Tweet'i hatırlıyor musunuz?

    C.Ö: Sanırım herkesin ilk yazdığı şey ‘Ne ki bu? Ne yapacağız şimdi?’ İlk girenlerde öyle bir şey hani bir başkalarını okuyup..

    A.H: Ben ilk girerken Tuğba Ezeroğlu ile konuştum, bana öncülük etti, nasıl girileceğinden bahsetti, mantığını hemen kavradım ama yani ne olduğunu.. Oray işin en eğlenceli taraflarını açıklamıştı olayın. Yaa işte burada direk mesaj var buradan da mesajlaşabilirsin falan diye.

    C.Ö: Oray Eğin de çekildi, eskiden daha aktifti. İyice uzaktan izlemeye başladı. Ama her şeyi takip ediyor.

    A.H: Takip ediyor, her şeyi takip eder zaten. Dönem dönem Twitter’ın dönemleri var. Girmenin havalı olduğu dönem, aktif olmanın havalı olduğu dönem, şu sıralar pasif olmanın daha havalı olduğu dönem.

    C.Ö: Daha cool duruyor böyle.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    G.S: Bir bağımlılık haline dönüştü mü? Sabah kalkar kalkmaz bakalım kim ne yazmış diye merak ediyor musunuz?

    C.Ö: Eskiden öyleydi ama artık ben o kadar bakmıyorum. Şu programı telefona yüklediğimde ben böyle bir bağımlı mı olduk diye korkmuştum, çünkü telefonda kırmızı bir ışık yandığı zaman Blackberry’de  bir mail geldi, bir mesaj geldi, programı yükleyince devamlı kırmızı ışık yanıyor. Öyle olunca da devamlı bakıyorsun... Sonra ben o programı silmekte buldum çareyi çünkü sürekli elinde bakıyorsun, kim ne yazsa istemeden takip ediyorsun.

    A.H: Benim telefonda öyle bir teknoloji yok. Ama ben bir ara bağımlıydım ciddi bağımlıydım, hatta kendi kendime kaldığımda ‘yaa ne yapıyoruz, biraz bu işlerden elimizi eteğimizi çeksek mi, bugün hiç Twitter’a bakmayacağım’ deyip yarım saat sonra Twitter’a girdiğim oldu. O sıralar kendimi çok bağımlı hissetmiştim ama son zamanlarda bende epey  atlattım, şimdi artık kontrollü tamamen benim irademle, 3 gün girmediğim oluyor. Bir ara mesela  bakmadığım zamanlarda ne olmuş diye sayfalarca geriye gidiyordum. Artık  gitmiyorum.

    C.Ö: Bir de sen çok kişiyi takip ediyorsun.500. Hatta bir ara bende senden feyz alıp 150-200 kişiye çıktım. Bu sefer tanıdıkları da takip edememeye başladım.

    A.H: Şimdi şöyle bir şey onun çözümünü şöyle buldum ben, yani takip ettiklerinin sayısının fazla olması önemli değil, bana özel gönderilenleri rahatlıkla görebiliyorum. Diğerlerine de geri dönüp bakmıyorum, geri dönüp baktıklarım bana özel gönderilenler. Dolayısıyla o bağımlılık Cüneyt’te olduğu gibi bende de gitti.

    C.Ö: Herhalde öyle bir evre var, ilk başta tanıyorsun bağımlı oluyorsun, yırttın yırttın, yırtamadın Nazlı Ilıcak… (Gülüşmeler)

    A.H: Nazlı Ilıcak bile bence çok kontrollü.

    C.Ö: Yine de Nazlı Hanım’ın o kadar çok televizyon kanalına çıktığını ben twitter sayesinde öğrendim yani. Her gece bir kanalda olduğunu Twitter sayesinde öğrendim.

    A.H: Yazıyor mu?

    C.Ö: En son Kanal A’dayım diye yazdı.

    A.H: Esra Harmanda’nın programı.

    C.Ö: Ben rüya yorumuna çıkmayı düşünüyorum. Böyle tuhaf programlara çıksak konuk olarak. Herkes çıkıyor, talk show falan değil rüya yorumu. İşte bir akşam şeye çıksak, Flash’ta, en flashları da Flash’ta, eğlence hep beraber halay çekilen bir program var, sürekli halay.

    A.H: Orada hepsinde öyle, sen bir tane zannediyordun. Orada bak şöyle, Karadeniz müziği ayrı, Güneydoğu müziği ayrı, Orta Anadolu ayrı...

    C.Ö: Mesela gündüz 'Benimle Evlenir Misin?'

    A.H: Gerçekten ona katılmak isterim, İzdivaç programı. Yorumcu olarak ama...

    C.Ö: Neyle ilgili?

    A.H: Çok yakıştınız falan diye, işte çıkıp şarkı söylüyor.

    C.Ö: O şarkı söyleme kısmı zor işte.

    A.H: Şiir okursun sen.

    C.Ö: Sen? Sen de dua…

    A.H: İmam nikahı kıyabilirim ben.

    C.Ö: Senin öyle bir yetkin var mı?

    A.H: Yani İslam’da öyle bir yetki yok. Ruhban sınıfı yok.

    C.Ö: Yani o duaları falan bilir misin?

    A.H: Tabii tabii.. Bir belgeye ihtiyaç yok. Sende kıyabilirsin yani, yeter ki o bilgilere sahip ol...

    A.H: İstesem şu odayı doldurabilirim gerçekten, yani küçük bir dergah haline dönüştürüp acayip müritler falan edinebilirim..

    C.Ö:  Tv önünde, sürekli televizyona gidip gelip.. adı da televizyon dergahı  olsun .. pop kültür twitter tarikatı.

    G.S: Günde kaç tweet giriyorsunuz?

    A.H: Gününe bağlı.

    C.Ö: 10-15 tane giriyorum günde heralde.

    A.H: Şöyle oluyor benim açımdan, günde kaç tweet giriyorsun sorusu değil de, günde kaç kere yazmak üzere Twitter’a dalıyorsun. Ben 2-3 kere dalıyorum. Her dalışımda da birkaç tweet yazsam. Sende de öyle mi oluyor?

    C.Ö: Ben şimdi ofiste çalıştığım için,  önümde bilgisayar açık, sürekli bilgisayarda ne oluyor ne oluyor, o siteye bak, bu siteye bak. O turlarda bakıyorum, ne oluyor diye, özellikle ofiste olduğum zaman keyfim yerindeyse, biriyle atışıyorum. Çünkü çok kalabalık hissediyorsun kendini. Ofiste yoksa oturuyorsun televizyonlara bakıp veya internet sitelerinde gayet sıkıcı bir hayatın var. Ama mesela şehir dışına falan gittiğimde o kadar girmiyorum. Çünkü o zaman telefondan veya bilgisayardan uğraş babam uğraş. Yanındakilere ayıp bir defa..

    A.H: Sen bir ara program içinde çok  yararlandın, çok da güzel oldu aslında ama sürdürmedin onu sonra di mi ?

    C.Ö: Şöyle bir şey oldu bu Twitter’ın böyle bir  huyu var ya, çok hakaret geliyordu. Sözlüklere ağır şeyler yazılmaya başladı. Yani burada dönen muhabbetle ekrandaki adamla bağlantıyı tam kuramadılar. ‘Yaa bu adam da bu muymuş, bizde bu adamı ağır ağabey biliyorduk, değilmiş’ oldu. Benim de moralim bozuldu, ne kadar takmıyoruz etmiyoruz desen de bir şey oluyoruz böyle, bir bırakma dönemi yaşadım, bırakayım bir daha girmeyeyim dedim 1 hafta, o dönem bıraktım bir daha da televizyona twitter’ı döndürmedim.

    A.H: Ben de alıyorum o tür mesajlar ama anlıyorsun artık, art niyetli, incitmeye yönelik adamın kıskançlıkları başka problemleri hepsi devreye giriyor, kompleksler kaprisler tamamen incitmeye yönelik oturmuş yazıyor. Hesaba katmamak lazım onları ama dediğin gibi ne kadar hesaba katmasan da adamın canı sıkılıyor. Bir tane herif var orda ve hiç tanımıyorsun o adamı senin hakkında bir yargıda bulunuyor, bayağı da ağır yargıda bulunuyor.

    C.Ö: İlk olarak bunu Melis Alphan demişti,  “Ben bir insanın gözüne bakıp söyleyemeyeceğim hiçbir şeyi buraya yazmıyorum.” Ben de oradan kopyaladım onu, gerçekten o önemli. Mesela insanlar çok şey yapıyor dedikodu dönüyor, ama gerçekten birinin yüzüne söyleyemeyeceğim hiçbir şeyi yazmıyorum. Ama pişman olduğum şeyi yazdım mı yazdım, çok pişman oldum mu oldum ama bugün olsa yine yüzüne söyler miyim? Söylerim aynı şeyi.

    A.H: O önemli bir ölçü. İlke olabilir. Evet bir de dedikodular var di mi, doğru hakikaten. İşte onlar hep rahatsız edici unsurlar.

    C.Ö: Ama bence Twitter gazeteciliği de dönüştürüyor. Eskiden mesela ulaşılmaz anchormanlar vardı, ulaşılmaz mükemmel hayatlar, dört dörtlük, kravatlar, ceketler, janti ve bunlar ulaşılamadığı içinde bir cazibe yaratıyor. Bilmediğin bir şeye sen kendi kafanda bir imge kuruyorsun. Oysa şimdi bu  Twitter’da görüyor seni adam, espri anlayışını görüyor, siyasi bakışını görüyor, her şeyini görüyor ve o kadar da ulaşılmaz olmuyorsun, tam tersi çok da kolay ulaşılabiliyorsun. Tanımadığımız insanları da takip edebiliyorum ben, sıradan insanlar baktığında, bir şey yazıyor cevap veriyorsun falan. Bence bu gazeteciliğin yeni dönemde de içeriğini değiştirmeye başlıyor.

    A.H: Bence bu cazibenin de yeniden tanımlanması lazım. Bir arkadaşım söyledi bana, bu iletişim teknolojilerindeki devrim, işte bu Facebook'lar Twitter’lar ortaya çıktıktan sonra artık ulaşılamaz halinin feci halde demode olduğunu, ulaşılabilir olmanın cazibeyi arttırdığını, o teması kurmanın cazibeyi daha çok arttırdığını söylüyorlar ve bazı sanatçılar var Twitter’da onların popüleritesine Twitter’ın ve Facebook'un katkıda bulunduğunu söylüyorlar. Eski alışkanlıkları sürdürüp ben ulaşılmaz olayım ve cazibemi koruyayım diyen diğer sanatçılarında mesela popülerliklerini fena halde yitirebildikleri şeklinde bir düşünce var.

    C.Ö: Gazeteciler için de öyle düşünüyorum mesela. Bir defa karşındaki insan, izleyici, bakıyorsun internette ayrı bir dünya var, internette mesela bir haber okuduğu zaman yorum yapmak istiyor. Fikrini söylemek istiyor bir şey söylemek istiyor. Farkında olmadan bir cemaatleşme var. Adam, kendini benim arkadaşım olarak görüyor. Ben onu takip ediyorum onu normalde dışarıdaki bir insandan daha çok biliyorum ve ulaşabilirim de yazsam belki 1000 tane takip ediyordur ama cevap da verebilir, Üstelik arkadaşı olarak görüyor e haksız da değil... O anlamda da demokratikleştiren bir şeyde aslında bu gazetecinin iletişimini.

    A.H: Eşitliyor. Ben geçen mesela Papermoon’a gittim. Sık gittiğim bir yer değil bir arkadaşla gittim, buluştuk barda oturuyoruz yemek yemeden önce, konuşuyoruz ‘Nedir bu Twitter falan, ne yapıyorsun?’ sordu anlatmaya başladım. Orada bize servis yapan garson, ben de sizi takip ediyorum Twitter’dan dedi. İsmini yaz ben de seni takip etmeye başlayayım bundan sonra dedim.  Arkadaş olduk yani. Yanımdaki de çok şaşırdı.

    C.Ö: Ben geçen gün farklı ülkelerden kim var el kaldırsın yazdım. Yaklaşık 70 ülke, Azerbeycan, Kanada, Kamboçya, bütün Avrupa bir defa. Avustralya var ya, Avustralya’dan birisi bizi takip ediyor.

    A.H: Hiç şaşırma onlar daha çok ihtiyaç duyuyorlar. Ne kadar uzaksa o kadar yakın olmak istiyorlar. Hem demokratikleştiriyor, eşitliyor, sınırları da kaldırıyor aslında.

    C.Ö: Şimdi sen de ben de baktığında baya ciddi konulara kafa yoran insanlarız, bir boşalma yeri bir eğlence ya da modern kahvehane diyorlar ya, biraz öyle de görüyorum. Yargı reformu tartışılıyor, orada Ergenekon soruşturmasının içindeyiz kitaplar okuyoruz, araştırıyoruz ama hayat da hep bunlardan geçmiyor. Hayat diye de bir şey var. Güldüğümüz eğlendiğimiz...

    A.H: Günün politik atmosferi, gündemi, konuları üzerinden 140 karakterde  özetlediğin konuyu seninle birlikte o yazdığın insanların hepsinin bilmesi, ortak espri dili oluşuyor ve onu gündelik politikaya falan da  adapte ediyorsun. Normalde bunu herkesle konuşamazsın, ‘Savcı savcının kurdudur’ cümlesini yazıyorsun ve bu karşılık buluyor. Herkes başsavcı meselesini, savcılar meselesini, yargı krizini takip ediyor oradan çıkabilecek bir espriyi anlayabilecek düzeyde olanlarla konuşuyor olmak da önemli.

    C.Ö: Ve bunda çok uzun ağdalı laflarla değil, memleketi kurtararak değil tam tersi aslında o alt dilin kurulmasında bizim çok etkimiz olduğunu düşünüyorum. Alt bir jargon var orada ve o jargon hiçte öyle bir ağır muhabbetleri, politikayı kaldıran jargon değil…

    A.H: Gündemi takip etmek yeterli.

    C.Ö: Esprili bir şey var orada.

    A.H: “Kameraları çağıracağım Eyüp Sultan’a gideceğim diyorsun.” Hemen 100 tane mesaj geliyor bunun Deniz Seki’nin Eyüp Sultan'daki şovuyla alakalı olduğu hemen algılanabiliyor. Hani normalde kafa denge insanlarla karşı karşıyayız. Kafa dengi olmasa bu kadar eğlenceli olmaz.  “Savcı savcı kurdudur” karşılık bulabiliyor.

    C.Ö: İsmet’le bizim selamımız var, geçen Washington’a gittik bir iletişim kuramadık,  tanışıyoruz ama  bir iletişimimiz yoktu... Biz şimdi İsmet Berkan’la, ben oturuyorum Radikal’e çatır çatır eleştiri getiriyorum. Tamamen bir okur olarak, şu 3 olmuş olmamış 5. sayfa olmuş diyorum. Millet de İsmet’e ‘Yaa nasıl böyle bir şeye tahammül ediyorsun?’ diyor, İsmet de ‘Yooo gayet iyiyim’ diyor. ‘Savcı savcının kurdudur’ yazınca buraya ‘Yargı yargının kurdudur’ diye Radikal’de manşet çıkıyor diyoruz, İsmet oradan mesaj atıyor ‘Bugün de bir manşet verin de bizi uğraştırmayın’ diye.  Bence bu espri de hoş.

    A.H: Bir de  normalde İsmet soğuk bir insandır. Çabuk muhabbet kurulamaz. Twitter’da demek ki daha farklı..

    C.Ö: Ee Nazlı Hanım da öyle değil mi? Ben arkadaş olabileceğimizi hiç gözümde canlandıramazdım, farklı kuşaklar.

    A.H: Twitter aracılığı ile kurulan muhabetle, yüzyüze kurulan muhabbet arasında farklılıklar var, kişiliklerin devreye girmesinden oluyor yani.

    C.Ö: Anlaşılabilirlik anlamında da.. Biz Nazlı Hanım’la nerede bir ortamda bir araya geleceğizde bu muhabbet olacak, televizyon stüdyosuna gelse biz yine siyaset konuşacağız, Erol Evgin’in peruğunu konuşacağımız bir noktaya gelemeyeceğiz zaten gelemedik gerçi ama....

    A.H: Aman çocuklar bu konulara beni fazla sokmayın diyor.

    G.S: Peki yazdıklarınız retweet'leniyor mu veya retweet için özel bir çaba sarf ediyor musunuz?

    C.Ö: Hiç takıldığım bir şey değil

    A.H: Benim de hiç takıldığım bir şey değil.

    A.H: Herhalde bizim öyle bir alt referansa ihtiyacımız olmadığından bakmıyoruz. (Kıl bir cümle kurmak istemem ama…)

    C.Ö: Hatta benim kilitli isteyen de yapamıyor. Ara sıra retweetliyemiyoruz diye mesajlar alıyorum. Ben nasıl yapıldığını da bilmiyorum. Twitter’ın kurdu gözüküyoruz ama bilmediğimiz şeyler de var.

    A.H: Fotoğraf yüklemesini ben daha yeni öğrendim. Müzik mesela…

    C.Ö: Bak fizy.com’u sen çıkardın acayip yayıldı.

    A.H: En hoşuma giden şeylerden biriydi, “Beni böyle sev” diye bir yazı yazmıştım. Orhan Gencebay’ın Beni böyle sev şarkısını koydum, dedim ki benim eğer bugünkü yazımı okumak istiyorsanız bu müzik eşliğinde okuyun. Güzel denk geldi… Çok yoğun şekilde yapınca o sıkıcı olabiliyor.

    C.Ö: Onu İsmet yapıyor, playlistler çalmaya başlayınca… İsmet dur….

    GS: Peki sizi twitterdan takip edenlere cevap veriyor musunuz?

    A.H: Ben hiç vermiyorum.

    C.Ö: Ben de genelde vermiyorum ama canım sıkılıyorsa ya da ilginç bir şey söylüyorsa veriyorum. Ama her şeye cevap vereyim gibi bir şeyim yok çünkü çok insan var, hangi birine cevap vereceksin bir cevap vermeye başlayınca işi gücü bırakıp oraya zaman ayırmak gerekiyor...

    G.S: Sizi twitterdan takip etmeleri için onlara nasıl bir sebep yaratıyorsunuz? İnsanlar sizi neden takip ediyor sizce?

    C.Ö: Bu soruyu onlara sormak lazım…

    A.H: Peki ben Cüneyt’i neden takip ediyorum onu açıklıyım. Mesela 3 nedenle takip ediyorum. Sonuçta gündemle alakalı bir yazı okumuş oluyor, gazetelere bakmış oluyor, televizyonda bir şey dikkatini çekmiş oluyor, kafasına bir şey takılmış oluyor. Onu yazıyor ve orada ortak bir ilgi yakalıyorum. Yazdığı çok hoşuma gidiyor, gülüyorum, beni eğlendiriyor. Bir de birbirimize yazdıklarımız var o nedenle…Bunlar belirleyici… Takip edenler genelde şöhretli insanları; gazetecileri, sinema yıldızlarını, şarkıcıları takip ediyorlar genel olarak. Bakıyorlar, Cüneyt Özdemir-Ahmet Hakan ikisini birden takip ediyor.

    C.Ö: Muhabbetimize girmek için ikimizi birden takip ediyor herhalde. Bizim takip  ettiklerimiz kimler, onlar da bir referans…

    A.H: Senin kaç takipçin var?

    C.Ö: 18.000

    A.H: Benim de 20.000… Sonuçta kişilere baktığımızda ikimizin ortaktır.

    G.S: Kendiniz hakkında çıkan yazıları oradan tweetliyor musunuz?

    C.Ö: Bir yazı hoşuma gittiği zaman, bak bunu okuyun diye, bazen linkini veriyorum.

    A.H: Linkini de veriyorum, bazen yarın şunu yazdım diye de verebiliyorum.

    C.Ö: Akşam şu program var diye paylaşıyorum. Ama her şeyi değil, çok seçmek lazım, Bizi bu kadar kişinin takip etmesinin nedeni orayı bir çöplüğe dönüştürmüyoruz. Sürekli her gördüğümüzü paylaşmıyoruz. Kendi yorumlarımızı yazıyoruz.

    A.H: Yaptığımız işleri bir tür propaganda alanı haline dönüştürmüyoruz.

    C.Ö: Hatta onu yapanlar da tutunamadılar. Sanatçı girdi kaset tanıtımı yaptı bir süre sonra bir baktı yürümüyor o… Sanatçılar da ona dikkat ediyor, benim takip ettiklerim genelde kendileri olmaya çalışıyorlar… Öyle bir baskı var herhalde…

    A.H: Twitter baskısı

    G.S: En ilginç tweet neydi?

    C.Ö: Ben Ahmet’inkileri çok seviyorum. En yaratıcı şey bence, Ahmet’in mutfağa giderken televizyona gözünün bir şeye takılıp bir şeyleri yazması…

    A.H: Ben de ikimizin başkası hakkında yaptığı şeyleri… Mesela ikimizin Ece Vahapoğlu’nu delirttiğimiz an bizim en top noktamızdı di mi?

    C.Ö: Ama sonra ikimiz de bu deliliği gördük, ben blokladım ve unfollow ettim. Ahmet de sanırım, sen bakıyor musun hala bilmiyorum. Artık hiç yazmamaya başladık ve bunu da hiç konuşmamaya başladık. 5 dil bilme meselesi, O gece herhalde ikimiz de evdeydik, Ahmet kendi evinde ben kendi evimde, bu noktadan sonra biz bırakalım dedik.

    A.H: Biliyorsunuz twitter kitlendi o akşam gerçekten…

    C.Ö: O günden sonra ben hiçbir şey yazmadım.

    A.H: 45 dakika o gece twitter hizmet dışı kaldı.

    C.Ö: Bence Ece Vahapoğlu’nun şöhretinde önemli bir yeri vardır.

    A.H: Hayatının dönüm noktası oldu. Normalde o kadar abartılmayacaktı. Twitter ve…

    C.Ö: Bizim uğraşmamızla…Hatırlarsan onunla ilk kim uğraşacak diye girdik, hatırlar mısın? Onu ben halledeceğim demiştin sen… Sonrasında o bunu biraz daha kullanmaya çalıştı bizi sinirlendirmek için laflar attı bana. Orda da söyle bir şey oldu, hiç konuşmadan tamamen görmezden gelmeye başladık.

    A.H: Şöyle oluyor, bizim ikimizin ortak noktası, ben onu gizliden gizliye tespit etmişimdir.  işi kararında tutmak gibi bir noktamız vardır. Bazıları zannediyorlar ki, biz aklımıza geldiği gibi ölçüsüzce şuursuzca yapıyoruz bu işi. Hayır bir hissiyata dayalı kıvam var. O da iş bittikten sonra olanca kıvamsızlığıyla ve arsızlığıyla işe koyulmaya başladı.

    C.Ö: O zamanda bitmişti olay zaten. Ece Vahapoğlu şunu yaptı, bunu yaptı. O artık bizim için bitmiştir. En azından benim için bitmiş bir şey üzerine konuşulacak bir şey değil. Ama emin ol bundan da bir yazı çıkartacak ve gündem yaratacaktır.

    A.H: Ece’ye helal olsun yani, ona her şey serbest.

    G.S: İnsanların ilgisini çeker diye mi yazıyorsunuz yoksa sizin ilginizi çektiği için mi yazıyorsunuz?

    A.H: Benim ilgimi çeken şeylerin insanların da ilgisini çekebileceğini düşünerek yazıyorum.

    C.Ö: Zaten referans o sanırım. İnsanlar yoksa her gün gazeteleri okuyor, medyadan takip ediyor ama bizim hayatımıza bakıyor biz neyle ilgileniyoruz. Bizim ilgi alanımız ne, biz nasıl okuyoruz, bizim kendi aramızda yorumlamamız ne? Bence o daha çok ilgi çekiyor. Yoksa öyle bir kaygı yok. Ben eğlendiğim her şeyi yazıyorum. Bazen çok gülüyorum yazdığım şeylere, bazen bu yazdığım şeylerin bana çok kötü olarak dönebileceğini bilerek de yazdığım şeyler oluyor.

    Ahmet Hakan

    A.H: Bir de kişisel ilgi alanlarımızın renkliliğini biz kendimiz belki yaşarken fark etmiyoruz ama insanların bize biçtikleri yer açısından o renklilik her zaman şaşırtıcı gelebiliyor. Ben Kahtalı Mıçı’yı severim. İnsanlar şaşırıyor, bunu bir rol gibi algılıyor. Yooo ben bazen oturur, Kahtalı Mıçı dinlerim. Cüneyt’in ilgi alanları benden daha zengindir aslında.

    C.Ö: Ben de mesela mimariyle ilgili bir şeyler yazıyorum, ya da mesela denizcilikle ilgili yazıyorum. Geçen gün hatta bir şey sordum dünyayı dolaşmayı düşünüyoruz gelecek yıl programda da bir okyanus geçişi var. Bir yolunu bilen var mı diye yazdım. Türkiye’de 4 -5 denizcilik dergisinin bir tanesinin  genel yayın yönetmeni yazdı, denizde otostop yapıyormuşsun, deniz stop diye bir şey var dedi.

    G.S: Twitter'ı msn gibi kişisel yazışma sitesi olarak kullananlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

    A.H: Ben en çok onlara sinir oluyorum. Çünkü artık telefon mesajı gibi bırakın msn’i… Telefonda mesaj at kardeşim.

    C.Ö: Geldim, gittim… Bizim diyaloğumuzda ben ona çok dikkat ediyorum. Biz bir şey konuşurken herkes tarafından okunacağını bilerek yazıyoruz. Raconu da bu zaten…

    A.H: Manasız bir şey. Biricik Suden yapıyor onu, kendi aralarında grup kurmuşlar. Haberleşme aracı. Hadi kızlar toplanıyoruz. Hahahaa… falan…

    C.Ö: Ben hiç takip etmediğim için o ekibi, hiç birine bakmıyorum.

    G.S: Twitter’da milyonlarca insan var, aynı beğenileri taşıyorsunuz. Bu kişileri bulduğunuzu inanıyor musunuz?

    C.Ö: Aramaktan çok yaptığımız işin bir başka platformu olarak da görüyorum. Sonuçta biz medya mensubuyuz bir düşüncemiz var.

    G.S: Hitap ettiğiniz kişileri  tanıyor musunuz?

    C.Ö: Ben bir kısmıyla tanıştım. Ama daha yeni başladığımda. Takip ettiğim İpek var, İpek  The Marmara’da şarkı söylüyor, Şevket Uğurluer Orkestrası’yla. Bir gün ona gittim ben. 5000. Followers’a yemek ısmarlayacağım dedim. O da geldi sonra bir kaç kişi daha geldi. Öyle bir tanışıklık oldu, hep beraber oturduk. Sonra 1-2 defa daha buluştuk ama şu kısmı benim hoşuma gitmiyor,Yanlış anlaşılmasın ama twitter partileri yapıyorlar hani. Herkes göğsüne ismini yazan bir kart asıyor, o kadar sosyalleşmek hoşuma gitmiyor. Bu twitter büyüsü belki çokta sosyalleşmemekten geliyor. İnsanı bu kadar yakından tanıyıp ete kemiğe büründürdüğün zaman oradaki aura da bozulmasından korkuyorum. Böyle daha iyi, biraz mesafe ile takip etmek. Hem benim açımdan hem de onlar açısından. Belki de onların açısından da bir hayal kırıklığı olur.

    A.H: Aynen katılıyorum.

    G.S: Türk basınının twitter kullanımı hakkındaki görüşleriniz neler?

    A.H: Ben iyi olduğunu düşümüyorum.  Basından çok farklı cenahlardan insanlar ilgi gösteriyor. Dozajı iyi yani…

    C.Ö: Bütün magazin ve medya siteleri izliyorlar.

    A.H: Katılımcı anlamında cevaplamıştım. Ekonomi muhabirlerinden, dış politika muhabirlerine, yönetmenlere…

    C.Ö: Ankara temsilcilerinden köşe yazarlarına… Teknolojiyi anlayan herkes aktif olarak kullanıyor, bakmayan da mutlaka izliyor. İzleyenlerin tahmin edilenden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum.

    G.S: Yazılanların basına yansıması var…

    C.Ö: Orada şöyle bir şey oluyor. Konuşmanın başı ve sonu var orada bir espiri var devam ediyor ve sonra bir yerde duruyor. Ama onu ortasından alıp koyduğun zaman gazeteye espiri yansımıyor. Komik olmayan kötü bir şey çıkıyor. O da kötü oluyor bence yoksa şeye karşı değilim haber olmasına yazılmasına..

    A.H: Bağlamından koparılmaması gerekiyor, çok doğru. Kopunca ucuz kalıyor. Oysa orada eğlenceli bir şeyden gelen bir şey var.

    G.S: Twitter'da takip ettiğiniz marka var mı ? CNN TÜRK.com’u takip ediyor musunuz?

    A.H: Ben CNN TÜRK’ü de takip ediyorum, medyatava’yı da takip ediyorum. Markalardan başka da bir şey takip etmiyorum. Markalar zaten elimizin altında olan şeyler. Zaten internet sitesini takip ediyorsun onun gönderdiği şey çok yaban kalıyor.

    C.Ö: Buranın ayrı bir dili var, buranın dilini o tam fit etmiş değil, link veriyor çünkü çoğu ve yavan bir başlık veriyor. O zaten buraya uyan bir şey değil. Türkiye’de bizim oluşturduğumuz kendi dünyamıza uyan bir şey, belki daha çok Amerikan. Amerika’da vardır ya işte Obama, ben bakıyordum mesela takip ediyordum, basın danışmanı işte bugün Obama şunu yaptı bunu yaptı. Hiç benim ilgimi çekmiyor ama 3 milyon insanda takip ediyor.

    A.H: Şöyle bir şey  Başbakan Erdoğan Twitter’a girse, danışmaları da onla ilgili 5-6 tane tweet yazsa baya bir yüksek oranda takip edilir. Tayip Erdoğan’ı takip etmenin getireceği bir hava, Obama’yı dünyada herkes takip ediyordur yani.. Ben de takip ediyorum Obama’yı , hiçbir anlamı yok. Yoksa o twitterı kullanmıyor yani. Twitterın kendine özgü dilini falan kullandığı yok. Obama girip de 1-2 espiri attırmıyor yani.

    G.S: Peki sosyal medya geleneksel medyanın yerini alabilir mi ?

    C.Ö: Bu soru da hep soruluyor, yerini almasın yani niye alsın, o gitsin bu gelsin olmasın. Dönüştürüyor biraz bence hepsi birbirini.

    A.H: Bence de, birde erken bütün bu sorular için, yani henüz hala geleneksel medya yerini koruyor. Medyanın yaklaşımlarını zenginleştiriyor, dönüştürüyor olabilir ama biraz erken bunlar emekleme dönemi.

    G.S: Peki Türkiye’de twitter kullanımını özendirdiğinizi düşünüyor musunuz ?

    A.H: Öyle komplo teorileri varmış, Tuğba yazdı geçen gün, okudun mu? Biz para alıyormuşuz.

    C.Ö: Doğru söyle alıyor musun? Bana niye haber vermedin, tek başına yiyorsun paraları.

    A.H: Yok öyle bir şey yok, ben hiç özendireyim, twitter kullananların sayısı artsın, ortağı mıyız ki, bize ne? İster artsın, ister batsın yani. Twitter gider, Buzz gelmiş, o gider, o gider bu gelir. Öyle bir ortaklığımız yok yani ama teklif ederlerse bir düşünmekte fayda var yani

    A.H: Şöyle bir durum var, 20 bin civarı takipçi az değil. Biliyorsun Türkiye’de 20 bin tirajlı gazete, yani gazete tirajlarını düşünecek olursak 20 bin önemli bir rakam. Anında ulaşabildiğin 20 bin kişi demek. Bunun paraya çevrilebileceği bir mekanizmanın kurulması lazım.

    C.Ö: 20 bin deme sen buna 40 bin de şimdi. Bir araya gelince..

    A.H: 40 bin olunca tabii…

    C.Ö: Geçen gün İsmet yazıyordu orda, akşam postası diye bir gazete kuralım mı ? Kurmaya ne gerek var, var işte. Akşam postası olsa satacak mı?

    A.H: Vapurlarda satarsınız.

    C.Ö: Vapurlarda satarız. Burada herkesin cebine giriyoruz işte. Ki ben 1 yıl sonra çok daha farklı bir noktada olacağını düşünüyorum rakamların. 3 bin burada ne kadar çok adam var, bin, 2 bin kişi keyfim yerinde 6 ay önce, 5 bininciyi kutluyorduk falan şimdi 20 bin olmuş haberim bile yok. Hemen geçmiş gibi.

    A.H: Doğru, doğru...

    G.S: Peki başka siteler varmı takip ettiğiniz sosyal medyadan?

    A.H: Ben yokum hiçbirinde bir tek  Twitter’da varım, kendi adıma.

    C.Ö: Ben Facebook’ta da eskiden vardım. Sonra dedim ki tipini beğendiğim herkesi kabul edeceğim alınmak yok ama... Sonra baktım alınıyor insanlar, sonra dedim ki twitterdan gelen herkesi kabul edeceğim, bütün yoldaşları... Ama hiçbir işe yaramıyor, öteki başka bir şey. Boş zamanın olması lazım ötekine, fotoğraf yükle. Twitter yetiyor şimdi fazla bile geliyor.

    G.S: Twitter’da birbirinizi yakından takip ediyorsunuz? Öncesinde bu kadar yakın iletişiminiz var mıydı?

    C.Ö: Sonrasında da yok ama bırak öncesini.. Sanal arkadaşım...

    A.H: Cüneyt aslında benim yıllardır tanıdığım biri..Yıllara dayalı..

    C.Ö: 10 yıldan fazla...

    A.H: Hani bazen şöyle olur ya, mesafeli bir dostun vardır orada, O’nla her zaman gördüğünde ooo dersin ama bir türlü o yakın temasa dönüşmez. Twitter’da ki temas sanki bizim çok yakın bir ilişkimiz var gibi algılandı. Öyle değil ama...

    C.Ö: Ben Ahmet’in evine ilk kez geldim o televizyonu bile ilk kez görüyorum. Görmemek imkansız.

    A.H: Ben gelmiş gibi hatırlıyorum. Belki tamamen yanlış hatırlıyorum.

    G.S: Peki son olarak yeter artık bırakıyorum twitter'ı  dediğiniz zamanlar oldu, neden ? Neden geri döndünüz?

    C.Ö: Kampanya vardı, Nazlı Hanım’a sormak lazım, ‘Nasıl döndürüyorsunuz Nazlı Hanım?’ diye. Çok insana dair bir şey, ben bazen aynı yere çok  gittiğimde de sıkılıyorum, yeter artık gitmeyelim şuraya tebdil-i mekanda ferahlık vardır dediğim oluyor. Sanırı sende de var, biz müdavimlik şeyini seviyoruz biraz. Bir yerin müdavimi olmak.

    A.H: Tam da öyle benim ki, bir süre müdavimi olup sonra artık oradan bıkıncaya kadar, orayı öldürünceye kadar gitmek sonra yeni bir yer keşfetmek...

    C.Ö: Şu anda bir müdavimlik yaşıyoruz. Bir gün çekip de gidebiliriz yani. Ama mesela Ahmet’in gittiğinde bir boşluk olmuştu, kendimi yalnız hissetmiştim. Şimdi kimle konuşacağız, takip ederken bakıyorsun 300-500 kişiye ama yinede orada 3-5 kişi senin dikkatini çekiyor, ne yazmış diye merak ediyorsun ya da cevap yazıyorsun.

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow