Yüksel Aksu "İftarlık Gazoz" filmini CNN TÜRK'e anlattı
Yüksel Aksu'nun senaryosunu yazıp yönettiği, Cem Yılmaz'ın başrolünde oynadığı "İftarlık Gazoz" bu cuma vizyona giriyor. Yüksel Aksu, 29 Ocak'ta vizyona girecek filmi "İftarlık Gazoz"u CNN TÜRK'ten Gökçe Pekhamarat'a anlattı.
1. Filmin konusu nedir? Kısaca anlatabilir misiniz?
Film, küçük bir çocuğun (Adem) Ramazan'da herkesten gizli oruç tutmaya niyet etmesiyle başlıyor. Fakat niyet ettiği gün orucu bilerek bozarsa 61 gün kefareti olduğunu öğreniyor. İşte şimdi yandık duygusuyla kreşendo yani gerilim başlıyor. Bütün kasaba sözleşmiş gibi Adem'in orucunu bozmak istermişçesine hareket etmeye başlıyor. Ama kimsenin Adem'in orucundan haberi yok tabi. Bunun üzerine kurulu nefs terbiyesi, insan iradesi, inanma, saf inanç, çocuk ve Allah üzerinden 70'li yılların sosyolojisi, siyasal çalkantıları, meydanın karnavalesk dünyası, hep beraber teravihe gitmeler ve finalde çocuk orucunu bozacak mı, bozmayacak mı? İşte onu da seyirci gelecek, izleyecek o zaman görecek. Sürpriz bir finalimiz var. Seyirciyi cayır cayır ağlatacağım. Bunu çok net söylüyorum. Seyirciler hem gülecek hem de cayır cayır ağlayacak.
2. Dondurmam Gaymak'ta alt metin olarak kapitalist, globalleşen dünyaya bir gönderme vardı. Küçük esnafın büyük sermayeler karşısında yok olduğuna, başa çıkamadığına dair. İftarlık Gazoz'da da böyle bir alt metin var mı?
Sosyolojik, sosyoekonomik ve sosyopolitik arka yapısı şu; Dondurmam Gaymak'taki gibi, büyük sermaye karşısında küçük üretici esnafın yok oluşu. Burada da büyük kola kartelleri ve büyük sermaye tarafından, küçük gazoz üreticilerinin, imalatçılarının yok oluşu. Pazarlama ağı, ulaşım ağı, perakende ve toptan bayilik ağı gelişince, küçük gazoz imalatçıları piyasada tutunamadı, yok oldu. Filmin alt metni bu ama Dondurmam Gaymak kadar baskın bir sosyoloji değil, sadece antre yapıyor. İftarlık Gazoz'da çabucak Ramazan'a geliyoruz. Daha çok inanma, müminlik, inanç, teoloji, teleoloji yani gelecek tasarımı. Filmin asıl meselesi temizlik, inanç ve onun o mahalle kültürü içerisinde yaşadıkları. Söylediğin gibi mahalleler artık sitelere terk edildi. Siteler, site-mahalle değil, büyükçe bir otel. Mesela AVM… Aslında komple AVM karşıtı değilim. Kışın yağmursuz, çamursuz, yazın serin serin güzel oluyor da kapıda yoksulları almıyorlar ya ben oralarda sıkıntılıyım. Bir evsiz içeri girip pilav yiyemiyor ya o zaman olmuyor işte. Meydanlarda, mahallelerde ruh vardı. AVM ve sitelerde ruh yok.
3. Ülkemizdeki insanların birbirilerine tahammüllerinin olmaması, karşıt bir düşünce içinde olanın neredeyse yok edilme isteğiyle dolu olması, meydan, mahalle gibi etkili iletişim alanlarının yok olmasının etkisinin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Gelebiliriz ama şuna da dikkat etmek lazım; sürekli bir nostalji saplantısı, - di'li geçmiş kutsanması, geçmişte de it kopuk vardı, kavga vardı ama bunların bir tadı vardı. Bana Oscar, Cannes film festivali mi? Kadın kavgası mı? Diye sorsalar. Kendi filmim bile olsa bırakırım. Camdan cama iki mahalle kadının kavgası kadar, küslüğü kadar seyirlik bir şey yok. O insan temasının - en azından ben öyle düşünüyorum - lezzeti vardı. Şimdi herkes evinde oturup televizyon seyrediyor. Bu mahalle etkileşimleri yok oldu. Genel olarak iletişimsizliği televizyon ve kitle iletişim araçlarına bağlıyorum.
4. Türk Sineması'nın komedi filmlerine bakarsak; eskiden komedi filmlerinde az da olsa bir toplumsal mesaj verilirdi, özellikle geçim sıkıntısı üzerine mesajlar. Son dönemlerde ise bu janrdan olan filmlerde toplumsal mesaj hiç yok ve çoğu küfürden ibaret. Bu değişimi neye bağlıyorsunuz?
Meslektaşlarımın ne yaptıklarıyla ilgili fikirlerim, gözlemlerimler var. Yaptıklarına da saygı duyuyorum. Sadece gülmek, eğlenmek, hoşça vakit geçirmek için film yapılabilir, yapılmalıdır da çünkü hoşça vakit geçirmek çok kıymetli bir şey. Fakat ben öyle değilim. Benim geldiğim meşrep, Atıf Yılmaz, Yavuz Turgul, Nasreddin Hoca böyle bir gelenekten geliyorum. Dediğin gibi son dönem sadece güldürme üzerine kurulan şeyler bana çok yakın şeyler değil. Bu türdeki eleştirilen filmleri de izliyorum ve saygı duyuyorum ama gülmece kendi içinde felsefisi olan bir eylem. Bana göre kahkaha bir protesto biçimidir. Bir adamı bir kere komik duruma düşürdün mü bir daha o hareketi yapmaz ama dayak yediği zaman yapabilir. Madara duruma düşmek dediğimiz durum yani. Komedi çok derinlik bir şey eğer birilerini güldürmek istiyorsak birbirimizi gıdıklayalım daha iyi hem masrafı yok. Komedinin mutlaka bir içeriği olması lazım. Duygu tecrübesi, zihin tecrübesi yaratması lazım.
5. Cem Yılmaz'la bu projede buluşmanız nasıl gerçekleşti? Bir de önceki filmlerinizde amatör oyuncularla da çalışmıştınız. Bu filminizde de aynı durum söz konusu mu?
Cem Yılmaz'ın mizahıyla benim mizahım akraba mizah diye düşünüyorum. Cem Yılmaz'ın kendi yazıp yönettiği ya da oynadığı tiplemeler, sosyolojik olarak bana çok yakın geliyor. Mesela Her Şey Çok Güzel Olacak filminde bir şehir tutunamayanını anlatıyordu. Çekirdek ailesi ve mahallesi dağılmış ama bu tutunamama içinde hala bir ümit, bir seyyarlık, bir dolaşma hali benim çok ilgimi çekmişti. Hakeza Hokkabaz'da da aynı durum söz konusu. Diğer filmlerinde de oyunculuğunu transfer edip komik bir karakterden çıkıp trajik bir karakteri canlandırması açısından, özel oyunculuklar çıkarması açısından çok beğendiğim bir oyuncuydu. Dondurmam Gaymak'tan beri de Elif Dağdeviren'in hayaliydi bir Cem Yılmaz, Yüksel Aksu filmi. Bu film bir manada Elif'in Türk Sineması'na armağanıdır. Kader kısmet kendisini örüyor aslında. Daha önce Entelköy Efeköye Karşı'da muhtarı oynayacaktı ama Yavuz Turgul'un filmine, Ferzan Özpetek'in filmine angaje olmuştu. Benim de bir sene daha bekleyecek durumum yoktu, çalışamadık. Bu filmi de yazdığımda Cem'e götürdüm önce tamam dedi ama sonra vazgeçti. Bugün bakınca aslında vazgeçmekte haklıydı. Çünkü Cem'e önerdiğim rol figüranlıktı neredeyse. Sonra senaryoyu bir daha ele aldım. Cem'in oynadığı karakteri derinleştirdim. Tekrar Cem'le buluştuk. Abi filme gidiyorum, kendi filmimi çekeceğim ama beklersen seve seve oynarım dedi. Senaryoyu verdim kenara attı, okumadan da oynarım abi dedi. Öyle de bir kalenderlik yaptı. Ben de seni ebediyete kadar beklerim dedim. Filmini bitirdi, geldi. Geçen filmde olmadı ama bu filmde böylece birlikte çalışmış olduk.
6. Seyirciler filmden çıktıklarında özellikle eskiye özlem olacak mı? Günümüzle geçmişin karşılaştırılmasını yapacak mı izleyiciler?
40'lı 50'li 60'lı yaşlardaki insanlar gelsin mutlaka. Çok keyif alacaklar. Genç kitle için de dramaturjik önlemlerimi baştan aldım. Bilmedikleri bir tarihsel ahvali, satır aralarında, sahne aralarında enforme olabilecek bir şekilde anlattım. Bu filmi gençlerin ve çocukların grameriyle yani anlayabilecekleri dille anlattım. Dondurmam Gaymak'ı hala izliyorlar, bunu daha fazla izleyecekler. Çünkü bir kere Ramazan'da geçiyor ve genel olarak Türkiye'de ve Dünya'da yükselen bir muhafazakarlık var. Türkiye'de benim bildiğim kadarıyla bir Ramazan filmi yapılmadı. Teravihler, teravih çıkışları, maç izlemeler, eski yazlık sinemalar, tam bir Cinema Paradiso (cennet sineması) tadında bir film. Çok gülecekler ama cayır cayır ağlayarak çıkacaklar. Bu kadar da iddialı konuşuyorum.
7. Son olarak benim sormayı unuttuğum ama buna da değinsek iyi olurdu dediğiniz bir şey var mı?
Şuna değinebilirim; çok yetenekli oyuncular tesadüf etti. Keşfettim demek küstahlık olur belki ama öyle böyle bir çocuk değil (Berat Efe Parlak) 60 yaşında bir kafa, inanılmaz bir tecrübe ama aynı zamanda da çocuk, yani öyle bilmiş çocuk değil. Ümmü gibi, Yılmaz gibi, Okan gibi yepyeni bir oyuncu grubu. Gün Koper mesela hepi topu bir sahne oynadı ama yıkıyor ortalığı. Buradan hepsine teşekkür edebilirim. Seyirciler de izlesinler, eğlensinler, helal etsinler. Eğlenemezlerse de haram etmesinler yeter bana.