Twitter'ın fenomen hocası olarak tanınan Onur Soğuk Hoca, Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik bölümü öğrencisi Merve Dişli'ye özel röportaj verdi.İşte fenomen hocanın ortaya çıkışı. ''Sizin de dediğiniz gibi öğrenciler artık hep sosyal medyada. Sınıfta şunu gözlemledik biz ders anlatsak da çocukların ilgisi hep telefona kayıyor. Ben de o sıralarda öğrencilerimi gözlemledim, sosyal medyada sınava yönelik hesapları takip ediyorlar. Bir öğrencimin telefonunda edebiyat dersiyle ilgili bir caps gördüm. Bunlara mı gülüyorsunuz? diye sorduğumda Evet yanıtını aldım. O zaman ben daha iyisini yaparım dedim. En başta YGS-LYS Edebiyat adıyla bir hesap açtım, orada branşımla alakalı espriler, capsler paylaşıyordum ondan sonra hesabın adını kendi adımlakullanmaya başladım yani trol hesap olarak kalmasını istemedim. Öğrencilerin ilgisi artmaya başlayınca sınıf içerisinde yaptığım şeyi sosyal medyaya taşımakistedim. Elimden geldiğince bilgilerimden, tecrübelerimden öğrencileri faydalandırayım. Edebiyatla alakalı, dilbilgisiyle alakalı mini notlar yazmaya başladım. Kendi el yazımla yazıp, fotoğrafını çekip Twittera koymaya başladım. Öğrencilerin ilgisi artıncaher hafta yenisini yazıp atmaya başladım. Süreç böyle ilerlerken bir gün İzmire gittim. Hatta orada beni takip eden öğrencilerle bir kitap evinde sohbet gibi bir şeydüzenlemiştik. Gelen öğrencilerden biri internet radyosu olduğunu ve konuk olmamı istediğini söyledi. Nasıl olacak? dediğimde telefonla konuşacağımızı söyledi.Onunla telefon konuşması gerçekleştirip, Twitterda gözlemlediğimizde baya bir ilgi duyulduğunu gördük. Çocuklar dinleyip, soru sorma imkanı yakaladılar. Böylelikle radyo fikri benim kafamda şekillendi. Radyo kurup öyle ders anlatsak nasıl olur? diye düşündüm bunun üzerine Twitterdan tanışıp görüştüğüm Muhammed Tosun ile bağlantıya geçtik. Ona da fikrimi anlattım Muhammedde Olur hocam, bu kolay kuralım, yapalım deyince Muhammed radyoyu kurdu.'' '' En başta Skype yoktu, telefonla bağlanıp ders anlatıyordum ve yaklaşık 2.5 yıldır her hafta perşembe günleri 21.30da radyo dersleri yapıyoruz. Burada artık ders notu paylaşmayı bıraktık, yenilik ilkesi ışığında hem radyoda ders anlatıyoruz hem de Salı günleri Periscopeda ders anlatıyoruz. Dilbilgisi kısmı Periscope, edebiyat kısmını radyo derste işliyoruz. Burada ilginç olan ve hoş olan radyo ders deneyimi çünkü ben biröğretmen olarak dersin sınıfla sınırlandırılamayacağı kanaatine vardım. Öğrenciler artık sınıfta ders işlemek istemiyor, radyo derste biz bunu kırdık öğrencilerin ilgisini çekecek şekilde ders işliyoruz. Veriler elimize geliyor, şuan bizi 68 ilden öğrenci dinliyor biz bunu tespit ettik ve her bir dersimizi de ortalama 2 bin 500- 3 bin öğrenci dinliyor. İnteraktif bir ders olması için de bir tag açıyoruz #oshradyo diye hatta geçenlerde trend topicoldu. Çok mutlu olduk. Ayrıca sadece ders yapmıyoruz, ünlü yazarları, gençlerin hoşuna gidebilecek sanatçıları ağırlıyoruz. Kimleri konuk ettik diye bakıyorum AhmetÜmit, Nazlı Eray, Buket Uzuner, Hüsnü Arkan, Edip Akbayram, Latife Tekin. En büyük hayalimiz Zülfü Livanelini konuk etmek ona da az kaldı diyebilirim.Yani böylelikle hem ders işliyoruz hem de öğrencilerimizin hoşuna gidebilecek, örnek alabilecekleri sanatçıları konuk ediyoruz. Amacımız öğrencilerimizi eğlendirerek bir şeyler katabilmek. '' '' Sosyal medyada etkin olmam ve öğrencilerin beni ilgiyle takip etmesi diğer eğitimcileri de etkiledi ve sosyal medya yoluyla ben de çok değerli eğitimcilerle tanışma imkanı yakaladım. Bunlardan biri Salim hoca –ki bence Türkiyenin en iyi rehberlikçisi-, Fatih Aytaç, Fide Okullarının kurucusu Ali Koç gibi pek çok değerli eğitimciyle tanıştım. Bu da çok güzel bir şey çünkü ben küçük bir yerde yaşıyorum ve bağlantılarımız sınırlıoluyor. Eğer sosyal medyada etkin olmasaydım, bu tarz insanlarla tanışma ihtimalim yoktu. Bu gerçekten önemli bir şey, kendi mesleki deneyimim açısından da önemlibir şey. Ara ara eğitimle ilgili sohbetlerde bulunuyoruz, programlara çıkıyoruz. Her eğitimcinin sosyal medyayı etkin kullanması lazım özellikle günümüzde gençlerburada. Hatta Hz. Muhammedin bir sözü vardır İlim Çinde olsa bile öğreneceksiniz diye, ben onu biraz değiştirdim Öğrenci Çinde olsa bile bulup öğreteceksiniz diye bizim sosyal medyada eğitimciler olarak burada olmamız lazım. Eğitimcilerin şu nedenle de sosyal medya kullanması lazım. Ben gençleri takip ediyorum Twitterda, takip etmeliyiz ki onların ruh hallerini, hayata bakış açılarını ve nelerden hoşlandıklarını, mizah anlayışlarını anlayabilelim. Böylelikle öğrencilere daha eşit yaklaşmamızı ve onlara daha yakın olmayı sağlayabilir. '' '' Zor ve genel bir soru bu. Sizin de dediğiniz gibi sınav iki ayaklı YGS ve LYS. İlk ayağı YGSde öğrencilerin zorlanmasının sebebi yoruma dayalı olması ve inisiyatifin öğrencide olması. Bunu açacak olursak, maalesef bizim eğitim sistemimizin geldiği noktada öğrencilerin okuduğunu anlama, anladığını yorumlama kısmında büyük eksiklikler var. Bundan dolayı YGS tipi sınavda başarı sağlayamıyorlar. Özellikle Türkçe, Matematik soruları okuduğunu anlamaya dayalı. Öğrencilerimiz okumaktan yoksun oldukları için, okuduklarını anlayamadıkları için bunlarla birlikte yorumgüçleri de zayıf olduğu için YGSde başarılı olamıyorlar. Bir başka etken psikoloji. YGS ilk sınav olduğu için öğrenciler burada büyük yük altına giriyor. YGS tek sınav, YGS bitsin de kurtulalım kafası var sanki YGS ile her şey bitecekmiş gibi bir hissiyatla sınava girdikleri için başarısızlığa uğruyorlar. Bir başka husus ÖSYMnin inisiyatifi öğrenciye bırakması. Bu ne demek? LYSde kitapçık veriliyor matematik 80 soru, kitapçık veriliyor edebiyat 56 soru, inisiyatif sisteme bağlı. YGSde tek kitapçık, hangi sorudan başlayacağı, hangi derste ne kadar süre harcanacağı her şey öğrencinin elinde. Tabii biz millet olarak zaten yönetmeye değil, yönetilmeye alışkın olduğumuz için öğrencilerimiz de bundan dolayı zorlanıyorlar. YGSye hazırlanırken öğrencilerime hep şu örneği veririm Sınav hazırlığı bisiklet binmeye benzer. Bir yerden bir yere gitmek istediğimizde pedalı sürekli çevirmemiz lazım. Yavaş veya hızlı çeviririz ama biryerden bir yere gitmek için pedalı çevirmemiz lazım. Pedalı çevirmezsek dengeyi sağlayamadığımız için düşeriz ve olduğumuz yerde kalırız Öğrencinin sürekliçalışması ve özellikle olayın içinde olması lazım. Öğrencilerimiz kesik kesik çalıştığı için işte birkaç gün sınava çalışıyor bırakıyor. Vicdan azabı duyuyor hadi ben şöyle bir çalışayım diye oturuyor 5 gün çalışıyor 5 gün çalışmıyor. Böyle kesik kesik çalıştıkları için de bir başarı elde edemiyor. İşin püf noktası. öğrencinin belirli bir sınav zincirini oluşturması ve her gün düzenli çalışması. Bizim gözlemlerimiz sonucu her gün düzenliçalışan öğrenci başarıya ulaşıyor. Bir başka husus, öğrencinin kendini bilmesi lazım. Öğrenci kendi gerçekliğini bilmiyor çok üst hayaller kuruyor. Manasız bir özgüven, sanki az çalışarak ya da hiç çalışmayarak sınavı kazanacağını hayal ediyorlar böyle bir şey yok. Öğrenci ne olduğunu, nereye kadar gelebileceğinin bilincinde olacak. Ne olduğunu, ne yapacağını bilirse yapabileceğinin daha üstüne çıkabilir. Önemli olanbilinçli olmak. Peki, YGS sonucuna göre hazırlandığımız alanı değiştirmek doğru bir yaklaşım mıdır? Bunun temel nedeni, eski sistemde alan ayrımı 9. sınıfta yapılıyordu böylelikle öğrenciler kendi alanlarına yönlendiriliyordu başka alan seçtiği zaman puanıkırılıyordu. Bir öğrenci sayısala gidip hukuktan tercih yaptığı zaman okul puanı bir hayli kırılıyordu. Yani hukuk isteyen eşit ağırlığa gitmeliydi. Bizim toplumumuzda sayısala giden süper zeka, eşit ağırlığa giden orta zeka, sözele giden geri zeka algısı olunca bir de en parlak meslekler sayısalda olunca çocuk sayısala gideyim olmaza eşit ağırlığa olmazsa sözele geçerim falan diyor. Baktığımız zaman mantıksız da değil öğrenciler şuanda fiziği bilmeyen çocuk sayısalda, ilk duvar YGSde bir duvar gibi çarpınca anlıyor sayısal olmadığını. Önlerinde iki yol var ya devam edecek sayısala olmazsa seneyetekrar girecek ya da alan değiştirecek. Bunlar doğru yaklaşımlar değil, öğrencinin 9. sınıfta hatta daha öncesinde ne olduğunu bilip yolunu çizmesi lazım. Ülkedeki eğitim sisteminin çarpıklığından kaynaklanıyor bu sorun. Sayısaldaki öğrenci, eşit ağırlıktaki meslekle yetinebilecekse tabii ki geçebilir. '' '' Edebiyat, tarih, coğrafya sözel derslerdir. Özellikle edebiyatta ezber yapmak çok büyük bir yanlıştır. Öğrenciler kukuman kuşu gibi şu kimin bunun, şu kimin bunun ezberliyorlar. Bir sürü eser var her bir yazarın onlarca eseri var. Türk edebiyatı çok küçük bir dönemi kapsamıyor, baktığımız zaman İslamiyet öncesinde başlayıp günümüze kadar gelen bir edebiyat tarihimiz var. Bu kadar geniş bir edebiyat tarihinin öğrenciler tarafından ezberlenmesi zaten mümkün değil. Burada önemli olan genel bilgi ve özellikleri iyi özümsemesi. Öğrenci Tanzimat sanatçılarının ne özelliklerde şiiryazdığını bilmiyor ama eserleri tak tak ezberlemiş. Sadece yazar eser ezberlemekle sınav kazanılmaz. Ezber tabii ki eğitimin türüdür. Bazı noktalar, bazı bilgiler ezberlenebilir ama edebiyata sadece yazar eser ezberi gözüyle bakılırsa kazanılmaz. Edebiyata yazarak çalışılması gerekir. Öğrenci mutlaka yazacak, not çıkartacak. Sözel derslerde, bilgileri özümsemek yazıp not çıkarmadan zor. Metinleri konu anlatımlı kitaptan okuyup iki test çözmekle bitmiyor.Aynı şey diğer sözel dersler için de geçerli. Öğrenci ne kadar çok yazarsa o kadar öğrenir. Sınav hazırlığı gereği not çıkarma işlemibittikten sonra bol bol test çözüp pekiştirmeliler. Sözel derslerin şöyle bir güzelliği var, çalışıp emek gösterirseniz karşılığını alırsınız. Sayısalda ise belirli bir alt yapınız yoksa istediğiniz kadar çalışın belirli bir yeri geçemezsiniz. '' '' Tercihler sınav hazırlığının en kritik noktalarından biri. Öğrenciler hep sınav odaklı baktıkları için çoğu öğrenci tercih aşamasını düşünmüyor. Hangi bölüm iyi, hangişehirde mutlu hissedebilir bunlar araştırılmıyor. Sınav sonuçları açıklanıyor, her şey on güne sıkışıyor. On gün içinde öğrenci etrafa saldırıyor onu mu yazsam, bunu mu yazsam diye. Bize bariz gelen soru Hocam şu bölümün önü açık mı? ya da Bu bölümün sonu ne olur? Ben de onlara esprili bir yanıt veriyorum Kurtlar Vadisinden Sonunu düşünen kahraman olamaz Sonuç itibariyle o bölümün sonu ne olur Türkiye gibi bir yerde hiç kimse bilmiyor. Zaten sayısalda, eşit ağırlıkta ve sözelde belirli bölümler var puanları yüksek. O bölümlere yerleşen yerleşiyor geriye ara bölümler kalıyor. Mesela ekonometri diye bir bölüm var her sene karşımıza çıkıyor. Bölüm zor olduğu için yıllar içerisinde tercih edilmiyor ve puanı düşüyor. İyi üniversitelerde bile puanı düşük. Öğrenci bunu sırf İstanbulda diye yazmak istiyor ama bu öğrencinin matematikle arası kötüyse zaten düşük bir bölüm yazıyorsa matematiği kötü oluyor. Sonra öğrenci bitirene kadar neler çekiyor ya da bitiremiyor tekrar sınava hazırlanıyor. İstatistik olarak şöyle bir şey de var, şuan 2 milyon kişi üniversite sınavına giriyorsabunun 200-300 bini hali hazırda üniversite okuyan öğrenciler. Öğrenci kendini bilmediği, tanımadığı için, yeteneklerini bilmediği için bu tarz tercihler yapıyor ve sonuç hüsran oluyor. Yazdıkları şehirlere dikkat etsinler 4, 5 ya da 6 yıl öğrencilere sunulmuş bir şanstır. Kendi hayal ve istekleri doğrultusunda bir şehir seçmeliler. Bir daha böyle özgür alan bulamayacaklar. Sınav hazırlık sürecinde nasıl ders çalışıyorsa, istedikleri meslekler, şehirler, imkanlarını da öyle araştırıp hazırlamalılar. '' '' Ailelerin çok sık kullandığı bir cümle var Anne baba olunca anlarsın diye. Şimdi onlar da çocuklarını düşünüyor, hangi bölümde daha kolay atanır, hangisinde daha kolay iş bulur bunun kaygısı içerisindeler öğrenciler ise ne iş yaparsam mutlu olurum kaygısı içindeler. Şehir konusunda da çok çatışma oluyor mesela kızım burayı yaz sana araba alacağım falan kızları kandırıp kendi bulundukları şehirde okutmak istiyorlar. Veli ve öğrenci kendi isteklerinden ödün vererek orta noktada buluşmalılar. Tabii burada veliler özellikle anneler bazen işin içine çok giriyorlar. Öğrenciden çok annelerilgileniyor. Hocam çocuğumun şu konusu eksik diye takip edenler bile var. Biz de şaşırıyoruz veli konuyu biliyor, çocuğun konudan haberi bile yok. Veliler olayıniçine çok girdiği zaman çocuklar daha da stresli oluyor. Eve misafir almamalar, misafire gitmemeler sözle olmasa bile bakışla Ben senin için ne fedakarlıklar yapıyorum diyerek öğrencinin üstüne geliyorlar. Kitap alımı, kurs gönderimini evet esirgemesinler ama lütfen biraz dışarıda kalsınlar. Sınavla ilgili problemleri öğrenciyle karşı karşıya gelecek şekilde değil, okulla, öğretmenlerle hissettirmeden görüşerek, bazımüdahalelerde bulunarak öğrenciye yön verirlerse daha sağlıklı bir süreç geçirirler. Öğrenciye de burada çalıştığını ve emek gösterdiğini hissettirmek düşüyor. Eş zamanlı kitap oku diye bir etkinlik yapmıştınız yazın. Ben bunu sınav hakkında değil de genelolarak sormak istiyorum. Bir insanın üniversiteye gitmeden önce okuması gereken kitaplar nedir? Hem genel kültür hem de kendini geliştirme açısından. Milletimiz okumaya karşı ön yargılı ve aileler öğretmenlere fazla misyon yüklüyor. Okumak ailedekazanılması gereken bir faktördür, zamanla alışkanlığa ve kişilik özelliğine dönüşür. Ailede kimse okumadığı zaman, örnek bir rol modeli olmadığı zaman çocuğuistediğin kadar zorla kitap oku, özet çıkar diye, olmuyor. Bir kitap belirliyoruz ve hepimiz o kitabı okuyoruz. Sen de okuduğun zaman, arkadaşı da okuduğu zamanöğrenci de okumak istiyor. Sonra öğrencilerle o kitabı yorumluyoruz. Zaman olursa aynı uygulamayı radyodan da yapmayı düşünüyorum. Neler okunmalı, bizim yığınromanı dediğimiz, büyük puntolarla yazılı, üçüncü sınıf televizyon dizilerinin romanlaştırılmış halidir. Kadın erkek ilişkilerini içeren bu kitaplar, kalın oluyor bir de yani. Bunun da şöyle bir avantajı var çocuklar bu sefer kitap okumaya başlıyor, alışıyor ve okumaya karşı ön yargısı yıkılır. Bu sefer bizim okunmasını istediğimiz kitaplarageçilir. Tabii benim gözlemlediğim kadarıyla o kısma pek geçilmiyor sıkıntı o. Dünya klasiklerinden başlayarak bu safhaya geçilebilir. Özellikle Tolstoy ve Dostoyevski. Acıbir durum bu şöyle bir araştırılsa belki de üniversite öğrencilerinin çoğu Dostoyevski okumamıştır bile. Dünya klasiklerinden birkaçını okuyup o edebi zevki almalarılazım, değişik dünyaların kapılarını aralamaları lazım. Rus, Mısır, Amerikan edebiyatı takip edilmeli. '' '' Yaptığı mesleği sevmeyen insan mutlu olamaz, mutlu olduğu mesleği yapıp para kazanamayan insan da mutlu olamaz. Baktığımız zaman bu ikisi zor denklemler. Benşunu bilip şunu söylüyorum Türkiyede veya başka bir yerde çalışmak isteyen işini bulur, yeter ki gayretli olsunlar. Dünya üzerinde böyle bir üniversite öğrenciliği var mıdır Türkiyedeki gibi bilmiyorum ama tatil zamanı cafeleri doldurmakla, vize zamanı ay vize zamanı diye fotoğraf atmakla iş bulunmaz. Diploma sadece eğitim aldığınızı gösteren bir formasyondur. Dil öğrenmeden, çevre edinmeden iş bulunmaz. Diplomanın bir yüksek lisansla, bir dille desteklenmesi lazım. Teknolojik alanı, yazılımları öğrenerek öğrencinin kendini desteklemesi lazım. Gayretli olan, çalışmak isteyen her türlü kendimesleğini yapar. Öğrenci zannediyor ki mezun olur olmaz 5 bin lira maaş ile başlanacak aileler böyle aşıladığı için öyle zannediliyor. En başta ezilmeye, düşük maaş almaya razı olan da iş bulur. Yoksa artık her yerde üniversite var her yer üniversite mezunu kaynıyor. '' Gençlere düşen en önemli görev çalışmak bunu unutmasınlar. Emek olmadan yemek olmaz. Bu emek vermenin içinde okumak, yılmamak, kendini geliştirmekve mücadele var. Günümüz kötülüklerle dolu, savaşlar, insanların düştüğüdurum ortada. Benim için en önemli kriter vicdanlı olmak. Bir insan vicdanıyla yaklaşırsa, herhangi bir saplantıya bağlı kalmazsa, kimseyi ötekileştirmeyip vicdanıylahareket ederse, hayvanları koruyup, kadın haklarına sahip çıkarsa mümkün mertebe iyi insan olamaya çalışırsa daha aydınlık bir ülkede yaşar.Siz yeter ki çalışın ve iyi insan olun