"Özel görevli yargının" Türkiye tarihi
Türkiye'de gündem yargı. Mahkemelerin niteliği ve görülen davaların hukuka uygunluğu tartışılıyor. Bu konudaki sorunların tarihi epeyce geriye gidiyor...
Türkiye'de "iki başlı hukuk", "özel görevli mahkemeler" ve "siyasi yargılamalar" yeniden gündemde. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun önerisiyle hali hazırda faal olan Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. Maddesi ile Yetkili Mahkemelerin ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması tartışılıyor. Ergenekon, Balyoz, Odatv, Devrimci Karargah, KCK, ÇHD davaları ile tartışmalı hale gelen bu mahkemeler, son olarak 17 Aralık'taki "yolsuzluk ve rüşvet soruşturması" sonrasında başgösteren krizle birlikte hükümet tarafından da eleştirilmeye başlandı. Yeniden yargılama ve özel görevli mahkemelerin kaldırılması da bu bağlamda tartışılmaya başlandı. Türkiye'de siyasal yargılama ve özel görevli mahkemeler, epeyce uzun bir geçmişe sahip.
Bu mahkemelerde sanık sandalyesine oturtulan ÇHD'li avukatlar, savunmalarında, kendilerini yargılayan mahkemeye, Abdülhamid'in kolay müdahale edebilmek için Yıldız Sarayı'nın bahçesine kurdurduğu Çadır Mahkemesinde Midhat Paşa'nın ve muhaliflerinin yargılanmasından bugüne uzun tarihlerini ve siyasi niteliklerini anlattı. İşte o savunmada anlatılan Türkiye'deki siyasi yargılamanın uzun geçmişi:
İstiklal Mahkemeleri
Türkiye'deki özel mahkemelerin ve siyasi yargılamanın ilk örneğini İstiklal Mahkemeleri oluşturuyor. Meclisin açılmasından kısa bir süre İstiklal Mahkemeleri kuruldu; bütün muhalefet çevrelerinin ortadan kaldırıldığı 1927 yılına kadar da sürdü.
Başlangıçta asker kaçakları sorununu çözmek amacıyla kurulan İstiklal Mahkemeleri, 1920-1923 ve 1923-1927 yılları arasında olmak üzere iki dönem faaliyet gösterdi. İlk dönemde Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır olmak 11 ilde kurulan İstiklal Mahkemeleri'nin Ankara dışındakileri Meclisteki II. Grubun muhalefeti nedeniyle 17 Şubat 1921'de kapatıldı. Mustafa Kemal'in aynı yılın Ağustos ayında başkumandanlık yetkilerini almasının ardından verdiği emirle, Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat'ta yeniden mahkemeler kuruldu. Mustafa Kemal'in başkumandanlık yetkilerinin kaldırıldığı 20 Temmuz 1922'de mahkemelerin ilk dönemindeki bu faaliyet evresi de sona erdi. Ancak Eskişehir-Kütahya savaşlarındaki askeri yenilginin ardından 31 Temmuz 1922'de işgal yerlerinde bu mahkemeler yeniden kuruldu. II. Meclis döneminde de İstanbul İstiklal Mahkemesi kuruldu. Takrir-i Sükun Kanunu'nun kabulü ile de Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemeler 7 Mart 1927'de tamamen kapatıldı.
Muhaliflerin tasfiyesinin aracı
İstiklal Mahkemelerinin faaliyet alanı sürekli genişledi. Asker kaçaklarını yargılamak için kurulmasından 15 gün sonra, "vatan hainliği, casusluk, memleketin maddi ve manevi gücünü her ne şekilde olursa olsun kırmaya çalışma" gibi suçları da kapsamına aldı ve mahkemelerin bakamayacağı suç neredeyse kalmadı. Faaliyette olduğu dönemde bu mahkemelerde komünistler, Kürtler, İslamcılar ve Cumhuriyet Halk Fırkası'na katılmayan İttihatçı muhalefet ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları yargılandı.
CHP'ye katılmayan İttihatçıların önde gelenleri idam edildi
İttihatçıların önde gelen isimlerinden Hüseyin Cahit, Velid Ebuziya, Ahmet Cevdet, Ömer İzzettin ve Hayrettin Beyler ile İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri gibi kişiler bu mahkemelerce tutuklandı. Mustafa Kemal'e yönelik İzmir'de suikast düzenleneceği planının ortaya çıkarılmasıyla bu mahkemelerde yapılan yargılamalarda, muhalif 2. Grup ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları yargılandı. Ziya Hurşit, Gürcü Yusuf, Laz İsmail, Çapur Hilmi, Sarı Edip Efe, Rasim ile milletvekilleri Ahmet Şükrü, Abidin, Halis Turgut, İsmail Canbulat, Rüştü Paşa, Ayıcı Arif ve I. meclis milletvekillerinden Hafız Mehmet, eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey idam edildi. Hakkında idam kararı verilen Kara Kemal de İstanbul'da yakalanmak üzereyken intihar etti.
İsmet İnönü'yü tutuklama kararı
Bu mahkemelerde Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Ali Fuat, Refet ve Mersinli Cemal Paşalar da yargılandı ve Mustafa Kemal'in isteğiyle beraat ettirildiler. Bunun öncesinde ise ilginç şeyler yaşanır. Bu paşaların tutuklanmasını önlemek için devreye giren dönemin Başbakanı İsmet İnönü hakkında da mahkeme tarafından tutuklama kararı verilir. Bunun üzerine Mustafa Kemal, İsmet İnönü'yü mahkeme işlerine karışmaması yönünde uyarır ve araya girerek tutuklama kararını kaldırtır.
Mustafa Kemal, üzerlerinde belirleyici etkisi olduğu bu mahkemelerin ilk dönemdeki üyelerini bizzat kendisi seçmiş. İzmir Suikastı Davasında mahkemenin, Kazım Karabekir'e uzun bir savunma yapması için izin vermesine Mustafa Kemal'in kızdığı ve mahkeme üyelerini çağırıp azarladığı tarihçilerce anlatılıyor. Şark İstiklal Mahkemesi'nde görülen Gazeteciler Davası'na da Mustafa Kemal'in telgraf çekerek, beraat kararı vermelerini sağladığı bilinmekte.
Ankara İstiklal Mahkemesi'nde sanıklara suikastla ilgileri hiç sorulmaz, yaptıkları muhalefetin hesabını vermeleri istenir. Mahkemenin 26 Ağustos 1926'da verdiği kararla Cavit Bey, Dr. Nazım, Filibeli Hilmi ve Yenibahçeli Nail Beyler idam edildi.
Savunma izni yok, önceden belirlenmiş amaç
Bu mahkemelerde sanıkların avukat tutmalarına izin verilmez hatta İzmir Suikastı davasında avukat tutmak isteyen milletvekili Şükrü Bey, Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya tarafından, "İstiklal mahkemeleri dava vekillerinin cambazlığına gelmez" diye azarlanır. Bu mahkemelere ilişkin bizzat mahkeme başkanlarından Lütfi Müfit Bey, "Bizim belli bir amacımız vardır ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız" der.
İstiklal Mahkemelerinin bilançosu
İstiklal Mahkemelerinde sadece Şapka Kanunu'na muhalefet nedeniyle 1925 ve 1926 yıllarında 216 dava açılmış, bu davalarda 808 kişi yargılanmış ve bunlardan 97'si idam edilmişti. Tarihçiler zam isteyen telgrafçıların bile idam cezası talebiyle bu mahkemelerde yargılandığını belirtiyor. Şark İstiklal Mahkemesi'nde 2 yıl içinde 5.010 kişi yargılanmış, 2779'u beraat etmiş, ceza alanların 420'si ise idam edilmişti. Ankara İstiklal Mahkemesi'nde ise aynı sürede 2.436 kişiyi yargılanmış bunların 1.343'ü beraat ederken, diğerleri cezalandırılmıştı. Bu mahkûmiyet kararlarının 240'ı ise idamdı. Asker kaçaklığı nedeniyle verilen idam kararları ise bu rakamların dışındaydı.
Yassıada Yargılaması
Türkiye'de siyasi yargılamanın bir diğer örneği 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından benimsenen geçici anayasa ile kurulan Yüksek Adalet Divanı adlı mahkemeydi. Yüksek yargıçlardan oluşan bu mahkeme, devrik iktidarın mensubu 400 kişiyi, oluşturulan sekiz farklı suç tipine göre yargıladı. 14 Ekim 1960-15 Eylül 1961 arasında süren yargılama sonucunda, neredeyse bütün sanıklara ceza verilmiş ve Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdü Zorlu ise idam edilmişlerdi. Duruşmalar sırasında, kendileriyle aynı faaliyetlerde bulunan bazı milletvekillerinin neden yargılanmadığını soran sanıklardan Samet Ağaoğlu'na Mahkeme Başkanı Salim Başol'un yanıtı "Sizi Yassıada'ya tıkan kudret böyle istiyor" olmuştu.
Yassıada Mahkemesi, yürürlükteki anayasaya aykırı olarak milletvekillerinin Meclis'teki beyan ve açıklamalarını yargılama konusu haline getirir. Bu mahkemede "doğal yargıç" ilkesi çiğnenmiş, mahkeme suç olarak nitelenen fiillerden sonra oluşturulmuştu. Aynı şekilde "kanunsuz suç ve ceza olmaz' ilkesinin geriye yürüme yasağı" da ihlal edilmiş ve TCK 146. maddesine yeni bir fıkra eklenerek sanıklar buradan cezalandırılmıştı. Ayrıca, sanıklar tecrit edilmiş, aileleriyle görüşmeleri sınırlandırılmış, avukatların savunmalarını yapmaları engellenmişti.
İstiklal Mahkemesinde hakim, Yassıada'da sanık
Öte yandan, Demokrat Parti'nin (DP) iktidarda olduğu dönemde ve öncesindeki tek parti döneminde de Türkiye'de pek çok siyasi davalar söz konusu olmuştu. Bunlar arasında Komünist Yargılamaları, Turancılar Davası olarak bilinen yargılama ve 49'lar Davası olarak bilinen Kürt gençlerine yönelik davalar en bilinenlerdi. DP iktidarı, aynı yargılama pratiklerinin sergilendiği Komünist yargılamaları ve 49'lar Davasını bizzat desteklemiş ve yönlendirmişti. Yassıada Yargılamalarında idam cezası verilen ancak cezası daha sonra müebbet hapse çevrilen Refik Koraltan, 1923'te II. Meclis'in kurduğu İstanbul İstaklal Mahkemesi'nin hakimiydi ve dönemin İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey'in davasında cezalandırılmasına karar veren yargıçlardan biriydi. 37 yıl sonra bir başka siyasi mahkeme önünde sanık olarak bulunuyordu.
12 Mart Sıkıyönetim Mahkemeleri
12 Mart 1971'de ordunun muhtırası sonrası İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, İzmir, Eskişehir, Ankara, Adana, Hatay, Diyarbakır ve Siirt'te sıkıyönetim ilan edildi ve buralarda Sıkıyönetim Mahkemeleri kuruldu. Mayıs ayında çıkarılan Sıkıyönetim Kanunu ile sivillerin askeri mahkemelerde yargılanabilmesi düzenlemesi getirildi. Ayrıca çıkarılan "Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkında Kanun" ile de bir olağanüstü hukuk mevzuatı oluşturuldu. Daha sonra da sola yönelik operasyonlar başladı; Tarık Zafer Tunaya, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 4 bin kişi gözaltına alındı. Bu dönemde gözaltında işkence uygulaması yerleşiklik kazandı. Sıkıyönetim Komutanlıklarının kararlarıyla THKP-C, THKO, TKP/ML, Dev-Genç, Denizciler Davası gibi toplu davalar açıldı. Kürt örgütlenmelerine yönelik DDKO davası açıldı; İsmail Beşikçi de bu dönemde yargılandı ve hapse konuldu. Sıkıyönetim Mahkemelerinin kararıyla grevler yasaklandı, kitap, dergi, gazeteler yasaklandı, yakıldı. Ankara'da görülen THKO Davasında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, anayasayı silah zoruyla değiştirmeye teşebbüsle suçlandı. Suçlamaya ilişkin mahkemede bir tartışma bile yürütülmedi. Mahkeme, Gezmiş, Aslan ve İnan'da bulunan 14'lü tabancanın, "anayasal düzeni değiştirmeye elverişli vasıta olduğuna" hükmetti ve idam cezası verdi. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972'de asıldılar.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararını veren General Ali Elverdi, ileriki yıllarda Adalet Partisi'ne katılacak ve "Sadece askeri görevi yerine getirmedim üzerime düşen politik görevi de yerine getirdim" diyerek, bu yargılamaların niteliğine ilişkin ifadeler kullanacaktı.
İstenen karar verilmeyince mahkeme kapatıldı, yenisi açıldı
Bu dönemde ilginç durumlar da yaşanmış. Örneğin İstanbul'da görülen THKO davasında mahkeme, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına karar verilen Ankara'daki mahkemenin aksine, örgütün silahlarını ve eylemlerini, "anayasal düzeni değiştirmeye elverişli vasıtalar" olarak değerlendirmez ve sanıkları TCK'nın 146. maddesinden yargılamaz. Bu nedenle Sıkıyönetim Komutanı ve Genelkurmay tarafından askeri hakimlere baskı uygulanır. Ancak hakimler kararından geri adım atmayınca, bu mahkeme kapatılır ve Sıkıyönetim Komutanı ve Genelkurmay ile aynı kanıdaki bir hakimin başına getirildiği 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi kurulur.
12 Eylül Sıkıyönetim Mahkemeleri
12 Eylül 1980'deki askeri darbenin ardından bütün ülkede sıkıyönetim ilan edildi. Pek çok yasal düzenleme ile de bir sıkıyönetim rejimi oluşturuldu. Sıkı Yönetim Kanunu, Jandarma Kanunu ve Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu yeniden düzenlendi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kuruldu. Sonrası ise zaten biliniyor... 1980-1985 yılları arasında resmi rakamlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 Milyon 683 bin kişi fişlendi, 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Bu yargılamalar sonucu 939 kişiye 20 yılın üzerinde, 630 kişiye müebbet hapis cezası verildi. 420 kişi hakkında idam hükmü verildi. 98 bin 404 kişi hakkında örgüt üyesi olduğu suçlamasıyla dava açıldı, bunların 21 bin 164'ü hüküm giydi. Değişik tarihlerde MGK, Danışma Meclisi ve TBMM'nin onayladığı kararlar ile 50 kişi idam edildi.
12 Eylül rejimi ile yargılamalar yeniden spor salonlarına taşındı. Tutuklular mahkeme salonlarında yargıçların savcıların gözü önünde coplandı, tekmelendi. Tutuklular kalem, kâğıt, kitap, dava dosyalarından yıllarca mahrum kaldı. Tutuklular avukatlarıyla hiçbir zaman asker olmaksızın görüştürülmedi. Avukatlar gözaltına alındı, tutuklandı, sürgüne gönderildi. İstanbul Barosu mühürlendi. İşkence gündelik yaşamın bir parçası haline getirildi. 229 kişi gözaltında yahut hapishanede katledildi. 1982-1986 yılları arasında 9962 sanık işkenceden yargılandı sadece 84 polise ceza verildi. Sadece Nisan 1981'de bu tabloyu yaratan 1002 polis cunta tarafından ödüllendirildi. Bazı hukuk fakültelerince Kenan Evren'e fahri doktora verildi. Dönemin Yargıtay Başkanı bir mülakatında, yargıdaki tek eksiklerinin "makam aracı" olduğunu söylüyordu.
DGM, ÖYM ve TMK 10. Maddesi ile Yetkili Mahkemeler
16 Haziran 1983 - 16 Haziran 2004 arasında faaliyet gösteren Devlet Güvenlik Mahkemeleri, hukukçuların değerlendirmesine göre, isim ve tabela değiştirerek Özel Yetkili Mahkemeler ve TMK 10. Madde ile Yetkili Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri olarak bugüne kadar geldi.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri
12 Eylül'den sonra anayasal güvence ile kurulan DGM'ler 1 Nisan 1984'te resmen faaliyetlerine başladı. Bu mahkemelerde görev yapan askeri yargıç varlığına 1999'da AİHM kararları doğrultusunda son verildi. Bu tarihten sonra mahkeme üyelerinin tamamı sivil yargıçlardan atandı. Bu mahkemelerde yapılan yargılamalar da her dönem tartışmalı olmuş ve muhalif kesimler yargılanmıştı.
DGM'lerin kapatılmasıyla birlikte 4 Aralık 2004'te CMK 250. Madde ile Görevli Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) kuruldu ve 2 Temmuz 2012'ye kadar devam etti. Ergenekon, Balyoz, Odatv, Devrimci Karargah, KCK gibi davalar bu mahkemelerde görüldü. Oslo görüşmelerinin ardından yaşanan MİT krizinde, DGM'lerin devamı olarak görülen bu mahkemeler 2 Temmuz 2012'de yeni davalar açılmaması ve gördükleri davalar tamamlanıncaya kadar devam etmeleri kararıyla kapatıldı. ÖYM'lerin yerini ise kapatıldığı tarihde Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. Maddesi ile Yetkili Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri aldı. Bu mahkemelere temel teşkil eden mevzuat ise aynı kaldı.
Delil olmadan kanaatle ağır cezalar
Kurumsal olarak birbirinin devamı olarak görülen DGM, ÖYM ve TMK 10 ile Yetkili Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri kapsamında yürüyen soruşturmalarda ve yargılamalarda savunma ve adil yargılanma hakkının ortadan kalktığı, gözaltı ve tutukluluk sürelerinin uzunluğu, avukat görüşmelerine engeller çıkarıldığı, gizlilik kararları ile savunmanın dosyayı inceleyemediği, infaz sürelerindeki eşitsizlikler, ceza miktarlarındaki farklılıklar, şüpheli yakınlarına haber vermeme, özel hayatın ihlali gibi hukuk ihlalleri gündeme geldi. Bu mahkemelere ilişkin dile getirilen değerlendirmelerin en başında da "hüküm bağımsızlığının genel olarak bulunmadığı, hakim ve savcıların devleti koruma refleksiyle hareket ettiği ve terör mevzuatı nedeniyle de delil bulunmaksızın kanaatle ağır hapis cezalarının verilmesi" gelmektedir.
Türkiye dünyada en çok "teröristin" bulunduğu ülke
Bu mahkemelerde sendikalar, dernekler, siyasal partiler, avukatlar, gazeteciler, memurlar, öğrenciler, işçiler, çevreciler gibi siyasal iktidara muhalefet eden pek çok kesim yargılandı. Hazırlanan iddianamelerde, günlük yaşam faaliyetleri bile "terör suçu" olarak tanımlandı. Öğrenciler parasız eğitim istediği, gazeteciler haber yaptığı, avukatlar müvekkillerine hukuki yardımda bulunduğu için örgüt üyesi olmakla suçlandı ve hapse konuldu. Bu şekilde açılan davalar hala devam ediyor ve çok sayıda kişi bu suçlamalarla F tipi hapishenelerde. Bu mahkemelerin verdikleri kararlar ile Türkiye dünyada en çok terör tutuklusu ve hükümlüsünün bulunduğu ülke haline geldi.
Siyasi yargılamaların her döneminde görülen savunma hakkının kısıtlanması ve avukatlara da suçlamalar yöneltilmesi geleneği bu mahkemeler döneminde de bozulmadı. KCK davasında çok sayıda avukat tutuklandı. Çağdaş Hukukçular Derneği yönetici ve üyesi avukatlara da örgüt üyeliği suçlamasıyla dava açıldı ve 9 avukat tutuklandı. Bu davada avukatlar Selçuk Kozağaçlı, Taylan Tanay, Günay Dağ, Ebru Timtik, Barkın Timtik hala cezaevinde.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
İstanbul'da yıkım sırasında şok! Yan binanın duvarının olmadığı ortaya çıktı: Yatak odası açıkta kaldı
22 Kasım 2024 cuma namazı vakti saat kaçta? Diyanet İstanbul, Ankara, İzmir cuma saati, öğle ezanı vakti
Ağaca çarpan otomobil ikiye bölündü, sürücü olay yerinde can verdi
'Turuncu' uyarı verilmişti: Sağanak yağış olumsuz etkiledi... İşyerleri sular altında!
SON DAKİKA... 18 gün sonra cansız bedeni bulunmuştu! Rojin Kabaiş'in babası: Otopsi raporunda 'suda boğulma' yok!