Kızılay Haftası ne zaman?
29 Ekim-4 Kasım arasında kutlanan Kızılay Haftası için çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Toplumsal dayanışmayı sağlamak ve toplumsal gelişime katkıda bulunmanın amaçlandığı Kızılay Haftası'nda Türk Kızılay'ı da yoksul ve muhtaçlara barınma, beslenme ve sağlık yardımı ulaştırmak için mücadele ediyor. Peki Kızılay Haftası ne zaman? İşte bilmeniz gerekenler ve Kızılay Haftası etkinlikleri...
Her yıl olduğu gibi bu yıl da ekim ayının son günlerinde Kızılay Haftası konuşuluyor. Türkiye'de 29 Ekim-4 Kasım tarihleri arasında kutlanan Kızılay Haftası'nda çeşitli etkinlikler düzenlenerek toplumsal bilinç artırılmaya çalışılırken, Türk Kızılay'ı ise muhtaç kimselere barınma, beslenme ve sağlık gibi temel konularda yardım için mücadele ediyor.
Özellikle okullarda Kızılay Haftası kapsamında çeşitli etkinlikler düzenlenerek çocuklara dayanışmanın önemi öğretilmeye çalışılıyor. Türk Kızılay’ı genel merkezi ve Türkiye genelinde tüm şubeleri tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanan bu haftada Türk Kızılayı’nın kuruluş amacı ve yürüttüğü insani yardım faaliyetleri özellikle öğrencilere, gençlere ve kamuoyuna anlatılarak, Türk Kızılayı’na ve faaliyetlerine yönelik farkındalık yaratılmaktadır. Kızılay haftası kutlamaları kapsamında öncelikli olarak faaliyet alanlarına ilişkin yapılan çalışmalara ve ilkelere dair gençleri bilgilendirmek amacıyla okullarda tanıtımlar yapılmakta, Türkiye genelinde şiir, kompozisyon vb. yarışmalar düzenlenmektedir.
Türk Kızılayı nedir?
22 Ağustos 1864’te Cenevre’de 12 hükümetin katılımı ile düzenlenen uluslararası toplantıda I. Cenevre Konvansiyonunun imzalaması ile Uluslararası Kızılhaç Örgütü'nün kurulmasının önü açılmıştı. Osmanlı hükumeti bu anlaşmayı 5 Temmuz 1865'te onayladı. Ancak derneğin durumu ilk 40 yıl belirsiz kaldı.
Kuruluş sürecinin başında bu cemiyetin fayda sağlamayacağı düşüncesi olsa da 1867 yılında Mekteb-i Tıbbiye hocası Dr. Abdullah Bey, Paris'te toplanan ilk Kızılhaç kongresine delege olarak gönderildi ve kongrede Milletlerarası Sıhhi Yardım Komitesi’ne Türkiye delegesi seçilen Abdullah Bey, Osmanlı Devleti içinde yaralılara yardım derneği kurmak için Milletlerarası Yardım Komitesi Başkanlığı’ndan bir vekâletname aldı.
Bu kongrenin ardından Abdullah Bey, çeşitli girişimlerde bulundu ancak cemiyetin sembolünün haç olması güvensizlik doğuruyordu. Ancak Abdullah Bey, Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın desteğini almayı başardı. Kırımlı Dr. Aziz Bey'in de katkılarıyla Mekteb-i Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında “Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” kuruldu. Kurulan bu dernek herhangi bir sembol yahut işaret kullanmayacaktı. Bu derneğin kurulduğu tarih olan 11 Haziran 1868, Türkiye'de Kızılaycılığın resmen kurulduğu tarih olarak kabul edilmektedir.
Geçici bir yönetim kurulu oluşturan cemiyet, tüzük hazırlamak üzere de bir komisyon kurdu. Cemiyetin başkanı Marko Paşa, Genel sekreteri Abdullah Bey idi. Hazırlanan tüzük incelenip onaylanmak üzere hükümete sunuldu. Ne var ki girişim askeri yetkililer tarafından “sivillerin askerlik işlerine karışması” olarak değerlendirilmişti. Yakınlarda bir savaş tehditi görülmediğinden cemiyet önemli görülmüyordu ve tüzük onaylanmadı. 1874 yılında Abdullah Bey’in ölümünden sonra cemiyet faaliyetlerini tatil etti.
1876’da Sırbistan ve Karadağ ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan çatışmalar, Türkiye’de Kızılhaç’a bağlı bir askerlere yardım cemiyeti kurulması gerekliliğini yeniden gündeme getirdi.
Çatışmalar sırasında Slav askerleri “Salib-i Ahmer (Kızılhaç) Cemiyetleri”nden yardım alırken Osmanlı askerleri çaresizlik içinde kalmışlardı. Kızılhaç ekipleri Osmanlılara yardım edemiyorlardı çünkü Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamayan ya da imzalayıp da gereklerini yerine getirmeyen hükumetlerin askerlerine yardım edilmemesi kuralı vardı.
Avrupa genelinde faaliyet gösteren Salib-i Ahmer cemiyetlerinin yetkilileri, Osmanlı Devleti'nin de yardımlardan yararlanabileceğini, bunun için İstanbul'da bir merkez oluşturup bunu Cenevre’deki merkez yoluyla diğer devletlere duyurmaları gerektiğini ilgililere gönderdikleri mektuplarla hatırlattılar. Bu gelişmeler üzerine İstanbul’da “Mecrûhîn ve Zuafây-ı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” nin resmen kurulması için çalışmalar başladı.
13 Ağustos 1876’da çeşitli hükumet ve cemiyet temsilcileri Mekteb- Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında toplandılar. Toplantıda cemiyetin, Cenevre Konvansiyonu'nda kabul edilen sembolü kullanmasının mümkün olmadığı için yeni bir sembol bulunması ve bir an önce cemiyetin tüzüğünün hazırlanması karara bağlandı. Kırımlı Aziz Bey’in konu üzerindeki çalışmaları sonucu Türkler'in sembol olarak Salib-i Ahmer (Kızılhaç) yerine Hilal-i Ahmer (Kızılay) kullanması kabul edildi. Hilâl işaretinin tescili için Cenevre'deki hükümet aracılığıyla bütün devletlere başvuru yapıldı; devletlerin çoğu amblemi kabul ettiğini bildirdi. Derneğin tüzüğü hazırlanıp hükümete teslim edildi. Haç yerine hilal kullanılması kararı üzerine hükümet tüzüğü onayladı.
Cemiyet, 14 Nisan 1877’de resmen kuruldu. Meclis-i Umum-u Sıhhiye İkinci Reisi Hacı Arif Bey cemiyet başkanı olarak görevlendirildi. 19 Nisan 1877’de yapılan ikinci toplantıda cemiyetin adı “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak belirlendi.
Kuruluşunu henüz yeni tamamlayan cemiyet, 93 Harbi sırasında, özellikle Plevne Savunması’nda kendini gösterdi. Savunma sırasında 4 bine yakın yaralıya baktı. Savaştan sonra Osmanlı Devleti’nde anayasa askıya alınmış birçok kurum ve kuruluşun çalışmalarına kısıtlama getirilmişti. Hilal-i Ahmer Cemiyeti de çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı.
1897’de 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Hilal-i Ahmer Cemiyeti yeniden gündeme geldi. 24 Mayıs 1897 tarihli bir sadrazamlık emri ile cemiyet yeniden göreve davet edildi. Heyetin ikinci başkanı Nuriyan Efendi önderliğinde bağış toplandı. Toplanan para ile kiralanan iki vapur savaşta yaralanan askerleri İstanbul’a getiri, orduya ilaç alımı yapıldı. Savaştan sonra cemiyetin faaliyetlerine yine ara verildi.
Meşrutiyet’in ilanı ile ülkedeki birçok kurum gibi Hilal-i Ahmer Cemiyeti de bir yeniden yapılanma içine girdi, faaliyetlerine bir daha ara vermemek üzere yeniden kuruldu. Rejim değişikliğinden sonra devlet yönetiminde cemiyetin yararına inanan devlet adamları görev almıştı. 1911 yılında İstanbul’da çıkan büyük Aksaray yangını sırasındaki faaliyetleri devletten daha fazla yardım görmesinde etkili oldu. Eski Hariciye nazırı ve Paris Sefiri Mehmed Rifat Paşa'nın eşi Madam Rıfat Paşa'nın kısa zamanda cemiyet için 5 bin altın toplaması, başkalarını da harekete geçirdi. Yeni bir tüzük hazırlanıp Devlet Şurası tarafından onaylandı.
Cemiyete üye kaydedilen yüz kişi 20 Nisan 1911’de yapılan toplantıda 30 kişilik idare heyetini seçti ve başkanlığa Hakkı Paşa’yı getirdi. Veliaht Yusuf İzzettin Efendi cemiyetin fahri başkanlığını üstlendi. Tophane’deki üç katlı bir bina veliaht tarafından döşendi ve cemiyetin ilk genel merkezi oldu. Genel merkez daha sonra II. Mahmut Türbesi etrafındaki dört katlı bir binaya taşındı.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra devletin üst kademelerindeki devlet adamlarının çoğu cemiyete eşleriyle birlikte üye olmuşlardı. 20 Mart 1912’de Dr. Besim Ömer Paşa’nın girişimiyle Hilal-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Heyet-i Merkeziyesi adı ile bir birim oluştu. Başkanlığını Harbiye Nazırı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın eşi Prenses Nimet Muhtar Hanım üstlendi. Hanımlar, devletin peş peşe girdiği savaşlarda cephedeki askerler kadar cephe gerisindeki sivil halkın ihtiyaçlarının karşılanması için de faaliyetlerde bulundular. Hasta bakıcı kursları düzenlediler. Balkan göçmeni kadınlar için Darüs-sınaa isimli sanat evleri kurdular.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Milli Mücadele döneminde Hilal-i Ahmer, işgal kuvvetlerinin ve İstanbul hükümetinin baskılarına maruz kaldı. 16 Mart 1920’de dernek merkezi basıldı. Derneğin genel sekreteri Dr. Adnan Bey Ankara’ya geçerek kurulan milli hükümette görev aldı; eşi Halide Hanım Hilal-i Ahmer hemşiresi olarak savaşa katıldı.
Ekim 1920’de İsmail Besim Paşa, Adnan Bey, Ömer Lütfü Bey ve Esat Paşa’dan oluşan Ankara temsilciliği kuruldu ve Anadolu’daki Hilal-i Ahmer merkez ve şubeleri ile temsilcilikleri buraya bağlandı. İstanbul’daki genel merkez Ankara'daki temsilciliğin yetkilerini arttırdı. İstanbul'dan Anadolu'ya acil ihtiyaç malzemeleri gönderildi ve pek çok sağlık personelinin Anadolu’ya geçmesi, cephe gerisinde çalışması sağlandı.
Cemiyetin İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu)’na yaptığı başvuru üzerine ismi 29 Kasım 1922’de Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak değişti.
Cemiyet, Milli Mücadeleden sonra cemiyet Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi'ni yönetti. Türkiye’ye nakillerini bekleyen Yunanistan’daki Türkler için sağlık ekibi ve sağlık gereçleri sağlandı.
Cemiyetin merkezi 1925’te Ankara’ya alındı. Aynı yıl Türkiye'nin ilk Hastabakıcı Hemşire Okulu Hilal-i Ahmer tarafından açıldı.
Cemiyetin adı 28 Nisan 1935’te Türkiye Kızılay Cemiyeti, 22 Eylül 1947’de Türkiye Kızılay Derneği olarak değişti.
Günümüzde başkanlığını Dr. Kerem Kınık yapmaktadır.
Kızılay'ın misyonu, “Proaktif bir kurum olarak afetlerde ve olağan dönemde ihtiyaç sahipleri ve korunmasızlara yönelik yardım sağlamak, toplumda yardımlaşmayı geliştirmek, güvenli kan teminini gerçekleştirmek ve zarar görebilirliği azaltmak” olarak belirtilirken, vizyonu ise, “Türkiye’de ve dünyada, insani yardım hizmetinde model alınan, insanların en zor anlarında yanındaki kuruluş olmak"dır.
Kızılay Haftası okul sunumları için tıklayın
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Türkiye'nin kanı donmuştu! Caninin ailesinden dilekçe: Bu soyadını taşıyamayız
Terör örgütü panikledi! PKK-YPG silah bırakacak mı? Abdulkadir Selvi yazdı
Polis memuru trafikte tartıştığı ünlü mimarı silahla yaraladı
Aynı ilçede 4 günde 3'üncü yangın! Dumanlar gökyüzünü kapladı
Boşanma aşamasındaki eşini öldürmüştü: Kan donduran itiraf!