HSYK Birinci Dairesi Başkanı İbrahim Okur'dan önemli açıklamalar
HSYK Birinci Dairesi Başkanı İbrahim Okur, "Şimdi 'kumpas' deniyor. Ben baştan itibaren Balyoz davasının dayanaklarının sağlam olmadığını, burada en fazla birileri için 'görevi kötüye kullanmak olabileceğini', 'darbeye teşebbüsün söz konusu olmayacağını' savunanlardanım" dedi. Rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında görevden alınan savcılara da değinen Okur, "17 Aralık'tan beri yargıya inanılmaz şekilde saldırılıyor" diye konuştu.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi Başkanı İbrahim Okur, CNN TÜRK'te Taha Akyol'un Eğrisi Doğrusu programına katılarak gündemdeki olaylara ilişkin açıklamalarda bulundu.
İbrahim Okur, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, bazı üyelerin raporlu olması nedeniyle HSYK Genel Kurulu'nun toplanamamasına ilişkin eleştirilerine ve "paralel yapı" suçlamalarına yanıt verdi. HSYK Genel Kurulu'nun toplanmaması için üyelere mesaj attığı yönünde bir gazetede yer alan iddiaları da yanıtlayan Okur, şunları anlattı:
"Bunun neresini düzelteyim? Doğru hiçbir tarafı yok. Öncelikle HSYK'da bir direniş var mı yok mu bunu tartışmak lazım. Birinci toplantıda 9, ikinci toplantıda 8 arkadaşımız toplantıya katılmadı. İlk toplantıya katılmayan arkadaşlarımızdan 6'sı yıllık izinde, biri mazeret izni, ikisi raporluydu. Şubat toplantısına denk gelmesi nedeniyle de toplantıya katılanlar olarak biz bunu direniş olarak değerlendirmedik. İkinci toplantı ise, o gün toplantı yapılamayınca bir sonraki pazartesi aynı gündemi görüşmek üzere karar verildi. Bu kez 3 arkadaşımızın yıllık izni devam ediyordu, 5 arkadaşımızın raporlu olduğunu gördük. Burada arkadaşlarımızın toplantı yapılmaması için rapor aldığı yönünde bir kanı bizde de uyandı."
"Genel Kurul ve Teftiş Kurulu'nda çalışanların durumu ele alınacaktı"
"Bunu görüşmüş değilim. Ancak o gün önemli sayılabilecek bir gündem maddesi vardı. Gündem maddesi, HSYK Genel Kurulu ve Teftiş Kurulu'nda çalışan arkadaşların gözden geçirilmesiydi. Yani onlarla yola devam edilip, edilmeyeceği hususunda bir gündemimiz vardı. Buna ilişkin olarak arkadaşlarımızın rapor almış olabileceklerini değerlendiriyoruz. Her iki toplantıya da katıldım, toplantıya da katılınması gerektiğini söylüyorum. Toplantıya katılarak söyleyeceklerimizi orada söylememiz gerektiğini düşünüyorum. Toplantıya katılmayarak ya da boykot ederek dışarıdan yanlış anlaşılacak şekilde bunun yapılmaması gerekir. Bunu hem katılmayan hem de katılan arkadaşlarıma ifade ettim. Haberde, toplantıda olduğum halde, arkadaşlarıma katılmamaları yönünde mesaj attığım söyleniyor. Bunu da bir üyemize dayandırarak söylüyorlar. Bu üye 'kendisine mesaj geldiğini, diğer üyelere de mesaj geldiğini duyduğunu' ifade etmiş."
"WhatsApp kullanmıyorum"
"Birincisi ben Whatsapp kullanmıyorum. Ancak aynı gazetenin 10 gün önceki bir haberinde de benim "gizli güçlerimden" bahsediliyordu. Belki gizli güçlerimi kullanarak bu mesajı atmış olabilirim. Ama bu değerli üyemiz her kimse, ismini tespit edemedim, ancak şunu sorması gerekmez miydi diye merak ediyorum: 'Bu nasıl iş, sen kendin içeridesin, bize nasıl girme dersin?' Bu ikinci düzeltilmesi gereken husus."
"Asıl burada önemli iddia şu: Paralel yapının içerideki üyeleri olarak ismimizin zikredilmesi. Kaldı ki, aynı gazeteye 10 gün önce göndermiş olduğum tekzipte 'Hiçbir yapıyla ilişkim olmadığını' bildirmiştim. O haberin de gerçek olmadığını bildirmiştim. Manşetten verilen haber çok kısa olarak yayınlandı. Dün tekrar bir tekzip gönderdim, yine manşetten verilen haber, birinci sayfadan çok küçük bir anons ve 15. sayfadan küçük bir cevap olarak yayınlandı. Bu haberle ilgili yasal haklarımı kullanacağım."
"Türkiye'de bir linç kampanyası var"
"24 yıldır kamu görevi yapıyorum. Şu anda 47 yaşındayım. Bu devletin, milletin aleyhinde hiçbir yapıda yer almadım, iş yapmadım. Bunu da beni tanıyan, bana 6400 oy veren meslektaşlarım çok iyi biliyor. İnsanların şerefiyle, namusuyla bu kadar kolay oynanmasını yadırgıyorum. Türkiye'de maalesef bir linç kampanyası var. Özellikle de yargı üzerinden son dönemde insanlar onursuzlaştırılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Belki de bulunduğum kritik konum, Birinci Daire Başkanı olmam hedef seçilmiş olma nedenim olabilir. Ama gazetecilik yapan insanların buna dikkat etmesi gerekir. Bunu bir kez daha söylüyorum."
Zekeriya Öz, Muammer Akkaş ve diğer savcılar...
İbrahim Okur, kamuoyunda tartışma konusu olan savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi konusuna ilişkin de açıklamalarda bulundu. Okur, Gülen cemaati mensubu olmakla suçlanan ve bazıları 17 Aralık'taki yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında da görev alan Zekeriya Öz, Cihan Kansız, Ercan Şafak, Fikret Seçen ve Muammer Akkaş gibi savcıların atanmalarına ilişkin soruları yanıtladı, açıklamalarda bulundu. Okur şunları anlattı:
"Geçtiğimiz günlerde üç tane kararname çıkardık. 20 kişilik, 96 kişilik, peşinden de 166 kişilik bir kararname çıktı. Kamuoyunda şöyle bir algı oluştu: 'HSYK ara kararname yapmayacağını söylemişti, kendi ilkelerini çiğniyor. Kamudaki furya, HSYK; hakimler içinde geçerli mi, yargı bağımsızlığı nerede kaldı?' Bu ilke kararımızda şunu söylüyoruz: Yılda bir kez kararname yapacağız, mazeret hallerinde kararname yapabiliriz. Bunu hakimlerimize de sorduk. Yüzde 81, 'tek ana kararname, mazeret hallerinde ara kararname çıkarılabilir' dedi. 2011'de 20, 2012'de 16, 2013 yılında ise 11 kararname çıkarmışız. Bu kararnamelerde ilk 20 kişilik kararnameyi ayrı tutuyorum, ikinci 96 ve üçüncü 166 kişilik kararnameler bu çerçevede."
"Zekeriya Öz'ü iddialar nedeniyle atadık"
"Zekeriya Öz'le ilgili kamuoyuna yansıyan iddialar var, bir müfettiş görevlendirildi. Orada da 'Bakırköy'e atandı, bir ay sonra sonra da Bolu'ya atandı' diye haberler vardı. Henüz müfettiş görevlendirilmemişti, hakkında iddialar vardı. O yüzden İstanbul Adliyesi'nde devamının doğru olmadığını düşündük ve o yüzden geçici yetkiyle Bakırköy'de görevlendirdik. Bir atama değildi bu. Müfettişlerimizin ön raporu geldikten sonra durumu değerlendirdik ve Bolu'ya atanmasını öngördük."
"Muammer Akkaş'la ilgili kararında Başsavcı haklıydı"
"Muammer Akkaş'la ilgili, elinde soruşturma yoktu. Soruşturma başsavcı tarafından elinden alındıktan sonra böyle bir tasarrufta bulunduk. Bu da gazetelere yansıdı, arkadaşımızın başsavcıdan soruşturmayı gizlediği, başsavcıyla görüşme yaptıktan sonra her hangi bir değerlendirme fırsatı vermeden apar topar mahkemeden talepte bulunması, mahkemenin yarım saat içinde karar vermesi, zaten yargıya duyulan güvende bir sorun var. Bu güvenin daha da sarsılmasına neden olduğunu düşündük."
"Fikret Seçen, Cihan Kansız, Ercan Şafak onlarla birlikte hareket ediyordu"
"Diğer arkadaşlarımızla ilgili ellerinde şu anda somut bir soruşturma yok. Fakat İstanbul'da bazı hukuk dışı işlemlerin yapıldığı yolunda duyumlar vardı. Bu arkadaşların da orada eskiden beri CMK 250'de (Özel Yetkili), TMK'da (TMK 10. maddesi ile yetkili) çalışıyor ve diğer arkadaşlarla birlikte hareket ettikleri yönünde duyumlar vardı. Biz bu nedenle arkadaşların da mağdur olmayacağı bir çözüm bulmaya çalıştık. Bu arkadaşlarımızdan ikisinin eşi öğretmen, ikisinin 6. sınıfa giden çocuğu var, birinin eşi öğretmen, kızı 11. sınıfta. İstanbul'dan gidiş geliş yapabilecekleri, çünkü kış ortasında kendi talepleri olmadan bir tayin yaptık. İstanbul'dan gidip gelebilecekleri İstanbul'a yakın bir yere atadık. Bu şekilde atanmış olmaları bu arkadaşların bir yapıya dahil olduklarını göstermez. Bu ciddi bir iddia olur. Çünkü aynı haberde 'çete üyesi' gibi bir ifade kullanılıyordu. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Haklarında bir soruşturma yok."
"17 Aralık'tan sonra yargıya saldırı inanılmaz boyutta"
"Türkiye sıkıntılı bazı süreçler yaşıyor. Son dönemde, 17 Aralık'tan beri yargıya inanılmaz şekilde saldırılıyor, yargının itibarını korumak hepimizin görevi. Sadece yargı mensuplarının değil. HSYK'nın, yargı mensuplarının, hakim savcıların, kurul üyelerinin hataları olabilir. Ama, kişiler hata yaptı diye kurumları ve müesseseleri yıpratmamak gerekir. Türkiye'de maalesef 17 Aralık'tan bu yana kurumların tümü hedef alınıyor. Yanlış yapanlarla ilgili gereğini yapalım. HSYK gereğini yapsın, mahkemeler gereğini yapsın, buna hiçbir itirazımız yok. Ama, fedekarca çalışan 14 bin hakim ve savcının tümü zan altında bırakacak, insanların gözünde 'bu hakim nerenin hakimi?', 'bu hakim paralelin hakimi', 'bu savcı nereye bağlı?' sorusunu sorduracak açıklamalar, yargı mensubu olarak gerçekten hepimizi üzüyor."
"Bugüne kadar sessiz kaldık çünkü..."
"Bugüne kadar sessiz kalma nedenimiz bu kavganın içine girmemekti. Ciddi bir kavga yürütülüyor. Biz ortalık yatışsın diye bekledik ancak yargıya duyulan güven yüzde 26-27'ye inmiş durumda. Bunda hep beraber sorumluluğumuz var. Bizim, hakim-savcıların, yürütmenin, medyanın, vatandaşların sorumluluğu var. Bu ülkenin bir yargısı var, onu yitirirsek hep beraber kaybederiz."
"Toplantı olabilseydi 20 müfettiş görevden alınacaktı, şimdi hepsi gitti"
HSYK'da çalışan müfettişler, tetkik hakimleri ve genel sekreter ile genel sekreter yardımcılarının durumları görüşülecekti. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. 17 Aralık'tan yaklaşık 1 yıl önce Genel Kurul'da bazı müfettiş arkadaşlarla ilgili bize şikayet geldiğini, HSYK adına denetim yapan müfettişlerin bizim bakış açımızı yansıtması gerekir. Gittikleri yerde hakim ve savcılara yanlış davranışları varsa, bu bizi de ilgilendirir. Biz bu çerçevede, bu tür sorunu olan arkadaşların durumunun değerlendirilmesini istedik. Ben isim de vererek çok ileri gittiğini düşündüğüm bir arkadaşımızın gönderilmesini istedim. Arkadaşlarımız da 'Bizim adımıza hareket ediyorlar, beraber geldik, şimdi göndermemiz doğru olmaz' dedi. Bunun üzerine teftiş sistemini masaya yatırdık. Bizim amacımız şu, hakim savcılara denetimi yaparken mesleklerinin gerektirdiği saygı çerçevesinde davranılsın. Bunu başaramadığımız için kürsüde görev yapan hakim, savcılarda bizim teftişimize ilişkin bir güvensizlik oluştu. Adalet.org sitesinde bunu takip ediyoruz. Aslında müfettişlerimizin olumsuz sicil doldurduğu hakim savcı sayısı yüzde 2,5. Meslektaşlarımız bunun isabetli olmadığını düşünüyor. Yeni bir bakan ve müsteşar geldi. Bunlar tekrar yüksek sesle dile getirildi. Bunda bir revizyon yapılabilir mi diye onu değerlendirecektik. Kurulda görev yapan 130 müfettişten 20 civarındaki müfettiş ile 40 kadar tetkik hakiminin taşraya gönderilmesi ele alınacaktı. Şimdi değişen kanunla hepsi gidecek. O gün toplantı yapılabilseydi, kanunun bu geçici maddesi yürürlüğe girmeyecekti, parlamentoda geri çekilecekti. Kanun yürürlüğe girerse kurulda çalışan tüm müfettişler, tetkik hakimleri, tüm idari personelin görevleri sona erecek. Umarım bunlardan büyük çoğunluğu görevde kalmayı başarır, bir mağduriyet yaşamaz.
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları
"Bir kısmı hakkında soruşturma durdu, bir kısmı hakkında yürüyor. Zekeriya Öz'le ilgili soruşturma yürüyor. 17 Aralık'ın ilk savcısı Celal Kara ile ilgili soruşturma var. Eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ve Başsavcıvekili Oktay Erdoğan ve İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok hakkında soruşturma için B akan olur vermedi. Bir de Muammer Akkaş'la ilgili devam eden bir soruşturma var. Biz kurul olarak şu hassasiyeti gösterdik. Soruşturma yürüten savcılara dokunmamak gibi bir prensibimiz var. Biz dokunmadık."
"Muammer Akkaş'ı aldık ama Akkaş bizden önce Başsavcı tarafından soruşturmadan alındı. Soruşturmadan alınması bana göre doğru bir tasarruftu. Bu hususta iki dayanağımız var. Biri Hakimler Savcılar Kanununun 5. maddesi. Burada Cumhuriyet Başsavcılarının, savcılar üzerindeki gözetim denetim yetkisinden bahsediyor. İlk Derece Mahkemeleri ve Bölge Adliye Mahkemeleri Kuruluş ve Görevleri Kanununda da başsavcınınn görevlerini tanımlarken, savcıların verimli ve uyumlu çalışmasını sağlamak, görev dağılımı yapmak gibi görevleri var. Denetim ve gözetimden ne anlamalıyız? Bu olayda başsavcı, bir gün önce Muammer Akkaş'la görüşüp, kendisinden bilgi ister. Ertesi gün başsavcı vekiliyle birlikte dosyayı inceleyip kendisine bilgi vermek üzere anlaşırlar, fakat sabah erken saatlerde mahkemeden gözaltına alma, yakalama kararları çıkarılır. Ben savcı olsam, dosyamın sağlam olduğuna güveniyor olsam, çok rahat başsavcımla bu bilgileri paylaşdırdım. Götürür delilleri de önüne koyardım. Başsavcı buna rağmen dosyayı kapatmak istiyorsa, o zaman durumu HSYK'ya bildirirdim. Dışarı çıkıp basın bildirisi dağıtmazdım. Başsavcının bilgi istemesine rağmen verilmemesi, ertesi gün dışarı çıkıp bildiri dağıtılması, başsavcının tasarrufunun doğru olduğunu gösteriyor."
"İzmir'deki savcılar soruşturmaya devam etmeliydi"
"Celal Kara, Mehmet Yüzgeç, İzmir'de Ali Çalık'la ilgili biz bir tasarrufta bulunmadık. Bu arkadaşlar soruşturmaya devam etmeliydiler. Kamuoyu algısını gözetmek zorundayız. Gerçekten dosyalarda ciddi deliller olmayabilir, tedbiri kalkan kişiler ki, görebildiğim kadarıyla tedbir kararları yanlıştı. Tüm malvarlıklarına el konulamaz. Ama, şu anda kamuoyunda şu şüphe var: 'Savcı değiştiği için mi bu tedbirler kalktı?' Başsavcılar keşke bu savcılarla soruşturmaları yürütselerdi, kamuoyunda tereddütleri ortadan kaldırabilirlerdi."
"TIR yorumu: Şüphesi varsa; Başbakanlığa bildirmeli"
İbrahim Okur, Adana'da silah taşıdığı ileri sürülen MİT'e ait TIR'ların durdurulması olayına ilişkin de görüşlerini açıkladı ve bazı bilgiler paylaştı. Okur, şunları anlattı:
"İlk TIR olayını 1 Ocak günü yaşadık. Bir TIR durdurulmuştu, daha sonra üç TIR daha durduruldu. Burada yasanın ne dediğine bakmak lazım. Bizi burada doğrudan ilgilendiren iki kanun maddesi var. Bir tanesi MİT Kanununun 26. maddesi. 17 Şubat 2012'de değişiklik yapılmş, 'MİT mensuplarının veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından görevlendirilenlerin; görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı, 250'nci madde kapsamındakiler de dahil, haklarında soruşturma yapılması Başbakanın iznine bağlıdır.' Burada kilit kelime soruşturmadır. Soruşturma nedir? Bunun cevabını CMuK veriyor. Tanımlar kısmında diyor ki, 'Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi'... Arama buna dahil. Kanun ne dedi? 'Soruşturma Başbakanın iznine tabi'. Bir istisna getirmemiş, 'şu hallerde başlanır, sonra izin istenir, sonra devam edilir' denilmemiş. Biz o zaman kanun koyucunun iradesine uymak zorundayız. Hakimler, savcılar kanuna ve vicdani kanaatlerine göre karar verirler, sadece vicdani kanaatlerine göre değil. Arama bir soruşturma işlemidir, savcı bu aracın MİT'e ait olduğunu tespit ettikten sonra, şüphesi varsa, Başbakanlığa bunu bildirmek zorunda. Kaldı ki, basına yansıyan görüntülerden devletin bir kurumunun fertlerinin, devletin bir başka kurumunun fertlerine kötü muamele diyebileceğimiz davranışları var. Bu kabul edilemez bir durum. Burada da yürütme organının bu kadar tepki vermesine neden olan açıkçası şu hükümler karşısında savcılarımızın görev sınırlarını zorlaması. Ben savcı kökenliyim, ben şimdiye kadar bir savcının aramaya gittiğini duymadım. Ben hiç aramaya gitmedim. Bir TIR üzerinde arama yapmak için savcımız gitmez. İlk savcıyı başka bir yere tayin ettik. İkinci TIR olayında da savcımızın özel yetkilerini kaldırdık. Önce kurallara biz uyacağız. Eğer bunu başka bir amaçla yaptığımız görüntüsü veriyorsak, hem yargıyı yıpratırız, hem de bu tür problemler yaşanmasına neden oluruz."
"Savcılar TIR'ın MİT'e ait olduğunu biliyordu"
"İlk TIR olayında olay yerinde gittiğinde bu TIR'ların MİT'e ait olduğunu savcı arkadaşımız öğrendi, ikinci TIR olayında ise öncesinden itibaren savcının bunu bildiğini gösteren elimizde kanıtlar var."
"Kurulda kimler cemaatçi?"
"Yeni Şafak Gazetesinin ve bazı yayın organlarının iddiasına göre 'bir numaralı cemaatçi' benim. 6 Mayıs 2009'da Milliyet gazetesinin haberine göre Şener Eruygur'un ofisinde ele geçen bir belgede, el yazısıyla benim cemaatçi olduğum yazan bir belge bulunmuş. Bu listede bir Alevi kökenli ağabeyimiz, bir ülkücü arkadaşımız, ben ve iki kişi daha yer alan 5 kişilik bir liste vardı. Bundan bir buçuk yıl sonra, seçimlere 2 gün kala bir başka gazetede, 'Jandarmanın adamı, Ergenekoncu olduğum, Ergenekonculuğu tescil edilmiş bir hakimle yakın arkadaş olduğum, müsteşarlığa atanmamda Ankara İl Jandarmanın etkin olduğu' yazıldı. Bu habere dayanarak bir köşe yazarımız, 'derin devletin kutsal emaneti' olduğumu yazdı. Eylül 2011'de Odatv'de benimle ilgili bir haber çıkmış. Yazıda: 'Zekeriya Öz'ün başsavcıvekili yapılıp, soruşturmadan uzaklaştırılmasını teklif etmemden, tutuklu vekillerin serbest bırakılmasını seçimlerden bir hafta sonra söylememden' bahsetmişler, 'cemaate yakın bir internet sitesinde Ergenekoncu olarak suçlandığımdan söz edilerek, cemaatin yargıdaki yapılanmasından rahatsız olduğum için cemaatin benden rahatsız olduğunu' yazmışlar. Artık cemaatçi olmak kötü bir şey olduğu içni cemaatçi olduğum yönünde haberler çıkıyor. Benim burada sevindiğim bir tek şey var. Hiçbir zaman gücün yanında yer alamadım. Her zaman istenmeyen tarafta gösterildim. Hiçkimse de 'bu bizim adamımız' demiyor. Ne hükümet, ne cemaat ne derin devlet, 'bu bizim adamımızdır' demiyor. Hiçkimse de sahiplenmiyor. Ben de diyorum ki, 'işimi tarafsız yapıyorum".
"Ahmet Hamsici'nin katılmama gerekçesi, toplu katılmama değil"
"Cemaatçilik nasıl bir şeydir? Bir etiketi yok. Hukuk kuralları dışında, hukukun genel prensibi dışında başka işler yapanlar varsa, adı A cemaati olsun, B cemaati olsun, bunun tespit edilmesi ve gereğinin yapılması gerekir. Hepimizin fikirleri var, dünya görüşlerimiz var. Hukuk kurallarına uyuyor muyuz, hukukun evrensel ilkelerini çiğniyor muyuz, çiğnemiyor muyuz buna bakmak gerekir? Rapor alan arkadaşlarla ilgili cemaatçi yakıştırması yapıldı. Adı anıldığı için Ahmet Hamsici'nin toplantıya katılmama gerekçesi, toplu bir sebep değil. Kendince ilkeli bir duruş göstermeye çalışıyor. Diğer arkadaşlarımla görüşmedim. Niye bunu yaptıklarını söyleyemem. İnsanların attıkları imzalardan dolayı etiketlenmeleri doğru değil. 'Falan yere imza attığına göre bu böyledir' demek doğru değil. Bugün böyle atar, yarın başka türlü atar."
"Balyozda 'darbe teşebbüsü' söz konusu değil, en fazla 'görevi ihmal"
"Ben HSYK'ya geldiğimden bu yana doğru bildiklerimi kamuoyu önünde söylemekten çekinmedim. Ama konumum gereği HSYK Birinci Daire Başkanı olarak devam eden davaları da etkilememek adına bazı şeyleri üstü kapalı, ihtiyatlı söyledim. Bugüne kadar sustum ama. Cumhuriyet Gazetesinde ara ara bazı demeçlerim çıktı. Şimdi 'kumpas' deniyor. Ben baştan itibaren bu davanın dayanaklarının sağlam olmadığını, burada en fazla birileri için 'görevi kötüye kullanmak olabileceğini', 'darbeye teşebbüsün söz konusu olmayacağını' savunanlardanım. Ama bulunduğum pozisyon itibarıyla devam eden bir davada bunu söyleme şansım yoktu. Bunu hakim savcılarla yaptığımız toplantılarda, Yargıtay'dan arkadaşlarla toplantılarımızda da ifade ettim. Hakim savcılar şuna dikkat etmek zorunda. TCK'daki suç tanımlarını iyi bilmek zorundayız. Kanunda suç olarak tanımlanmayan şeyleri biz suç olarak tanımlayamayız. Zorlarsak hukuku bugün içine düştüğümüz duruma düşeriz. Bunu yeni söylemediğim için çok rahat söylüyorum. Arşivlere bakıldığı zaman çok defa söyledim, milletvekilleriyle ilgili söyledim."
"Hukukçular dikkatli olmak zorunda. Bir gün bir masumun cezaevinde kalmasındansa, bin suçlunun serbest kalması evladır. Bu hukukun temel prensibidir. Buna dikkat etmemiz gerekir."
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
SON DAKİKA... "Türkiye altında kalabilir" deyip uyardı: 7.2 büyüklüğünde deprem bekliyoruz
Bursa'da yarın okullar tatil mi 22 Kasım 2024? Valilikten açıklama geldi mi?
İstanbul'da lodos: Dev dalgalar oluştu, Kalamış Sahili göle döndü
Kahvehanede dehşet anları! Pompalı tüfek ile gelip tetiğe bastı
SON DAKİKA! İzmir'de polislere kurşun yağdırıp 3 memuru yaralamıştı: İlk ifadesi ortaya çıktı!