Bu kez yargılayan savunma oldu
Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk niteliği taşıyan bir davaya tanıklık ediyor. Çağdaş Hukukçular Derneği yönetici ve üyesi avukatların "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla yargılandığı dün başlayan davaya 3 bin avukat müdahil dilekçesi verdi, duruşmada da bine yakın avukat "tüm tutuklu avukatlar müdafii" diyerek dosyaya isimlerini kaydettirdi. Söz tutuklu avukatlara geldiğinde ise, yargılanan konuma düşen yargılayanlar oldu.
Ergenekon duruşmaları başladıktan sonra Silivri'de cezaevi kampusunun yanına inşa edilen bir duruşma salonu. Spor salonu büyüklüğünde. Diktörtgen biçimli duruşma salonunun bir ucunda mahkeme heyetinin kürsüsü, diğer yanda da izleyicilere ayrılmış bir alan. Mahkeme heyetinin kürsüsünün iki kenarında ise alçıdan Roma tarzı iki sütun ve onları birleştiren bir kemer var. Mahkeme heyeti ve savcının oturduğu kürsünün iki kenarında dikilen sütunlar ile çağdaş hukukun kaynaklarından biri olan Roma hukukuna göndermede bulunulmak istenmiş olmalı. Aksi halde sütunlar estetik açıdan son derece "kitsch".
Heyet ile izleyicilerin bulunduğu yer arasındaki mesafenin 200 metre olduğunu söylemek abartılı olmaz. Salonun iki yanı ise zeminden geriye doğru yükselen bir platform üzerinde avukatlara ayrılmış durumda. Ortadaki boşluk ise sanıklara ayrılan alan. O alan da iki kısma ayrılmış. Mahkeme heyetinin hemen önündeki bölüme tutuklu sanıklar, arkadaki kısma ise tutuksuz sanıklar alınıyor. Öndeki kısım daha büyük bir alan. Bu boyuttaki bir salonda gözleri bozuk olan bir tutuklu sanığın mahkeme heyetini görebilmesi çok olanaklı görülmüyor. Tutuksuz sanıkların gözleri sağlıklı olsa bile heyeti görmek için dürbün gerekli.
Duruşma salonu İngiliz düşünür Jeremy Bentham'ın meşhur "Panoptikon"u biçiminde inşa edilmemiş ama yakınında bulunanlar dışındakilerin göremediği savcı ve hakimler salondaki herkesi görebiliyor. Hem salondaki konumlanışları hem de her bir milimkareyi kayıt altına alan kameralar nedeniyle. Zaten mahkeme heyetinin bulunduğu tarafta, salonun tavanına sağlı sollu asılan iki dev ekran, sanıkları ve bazen de salonun her hangi bir köşesini yine salonda bulunanlara yansıtıyor ve duruşma buradan izleniyor. Heyet bir de reji işlevi görüyor ve duruşmanın prodüksiyonunu gerçekleştiriyor. Hatta hakim yer yer savunmayı keserek, "kaset doldu" uyarısı yapıyor ve kayıt cihazına yeni CD konuluncaya kadar bekleniyor.
Çok sanıklı davaların başlamasıyla beraber inşa edilen ve salonda bulunanlarda "hipodromda yargılama yapıldığı" hissi yaratan bu devasa salonun, dünkü "zoraki konukları" ise 9'u tutuklu 22 avukattı. 18 Ocak'ta DHKP-C adı altında yürütülen operasyon kapsamında tutuklanan avukatların duruşması yaklaşık 1 yıl sonra dün başladı.
Selçuk Kozaçlı, Taylan Tanay, Barkın Timtik, Ebru Timtik, Günay Dağ, Naciye Demir, Şükriye Erden, Betül Vangölü Kozağaçlı ve Avni Güçlü Sevimli ile 12 tutuksuz avukat sanık sandalyelerine oturtulmuştu.
Cumhuriyet tarihinde bir ilk
Salonun iki yanında avukatlar için ayrılan kısımlar hınca hınç avukatlarla doluydu. Terörle Mücadele Kanunu (TMK)'nun 10. Maddesi'yle görevli İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin başkanı, yargılamaya konu dosyanın esas numarası ve tarihini belirtip, ardından sanıkların yoklamasını alıp, yargılanan avukatları kimlerin savunacağını tutanağa geçirmek için avukat sıralarına döndüğünde, "Cumhuriyet tarihinde ilk kez" gerçekleşen bir durumla yüz yüze kaldı. Türkiye'nin neredeyse bütün barolarından avukatların müdafii ve gözlemci olarak katıldığı duruşmada 700 kadar avukat bulunuyordu. Meslektaşları ile dayanışmaya gelen avukatlar, "sanık durumuna getirilen tüm tutuklu avukatlar müdafii" diyerek görevlerini tanımlayarak isimlerini dosyaya kaydettirdi. Bu işlem 2 saate yakın sürdü. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal'ın da avukat sıralarında olduğu duruşmayı hem Türkiye'den hem de dünyanın dört bir yanından hukuk kurumlarının temsilcileri takip etti.
Daha sonra sanıklar ve müdafiilerinin hızla ilerlenmesi için aksi bir talepte bulunmasına rağmen, mahkeme iddianamenin özetlenerek okunmasına karar verdi ve 1 saat kadar bir sürede olduğu kadarıyla bir özeti gerçekleştirdi de.
Konuşma sırası savunmada
Sonra da sıra savunmaya geldi. Pek çok hukuk kurumunun 1 yıldır "Savunma yargılanamaz" diye kamuoyunda seslerini duyurmaya çalıştığı davada sanık sandalyesine oturtulan avukatlar adına sözü Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı aldı. "Şimdi konuşma sırası bizde" dedi, önünde duran mikrofona ulaşmak için tam 340 gündür beklediklerini ve "silah zoruyla itilip kakılarak, dipçiklerle" oraya getirildiklerini anlattı. "Siz burada olmak için maaş alıyorsunuz" dediği mahkeme heyeti, savcılar ve jandarmalar dışında salonda bulunanları selamladı.
"Kaçırıldık mı, alındık mı, tutuklu muyuz? Neden buradayız?"
"Yoksulların avukatıyız, konuşma şansı bulamayanlar için de konuşacağız, ölenlerin, öldürülenlerin vekaletlerini taşıyanlar olarak da konuşacağız" diyerek başladı konuşmasına. Kendilerine yönelik operasyona değindi ve "Kaçırıldık mı? Alındık mı? Hükmün infazını mı çekiyoruz? Tutuklu muyuz? Araştırılması gerekiyor. Amacımız, burada bulunmamızın sebebini, özünü öğrenmek. Bizi neden 1 yıldır kapalı tutuyorlar?"
"Hukuk yok değil, hukuk bu"
Duruşmada her ne kadar teknik anlamıyla bir savunma olsa da Selçuk Kozağaçlı'nın, daha sonra diğer tutuklu arkadaşlarının sürdüreceğini söylediği konuşması, içeriği itibarıyla devlet düzeninin ve hukuk sisteminin esaslı bir eleştirisi ve yargılamasıydı. Kozağaçlı, toplumda "hukuksuzluk" diye tepki gösterilen sürecin aslında bir hukuk olduğunu, hukukun ve yargı sisteminin toplumsal düzenin işleyişinden kopuk ele alınamayacak bir sistem olduğunu hem teoriden hem de 18 yıllık meslek deneyiminde karşılaştığı pratikten örneklerini vererek açıkladı. Nasıl bir hukukun, nasıl bir toplum düzeninde hangi kurumlarla ve kimler eliyle işlediğini anlattı.
Kozağaçlı, konuşmasına kapitalizmin, yoksulluk üreten ve buna dayalı olan bir sistem olduğunu anlatarak başladı. Dünyada açlık nedeniyle her saniye ölen insanların sayısına ilişkin çarpıcı rakamları paylaştı ve yoksulların direnişlerini anlattı. Ardından da "Biz sosyalistiz, meselelere şöyle bakar ve şöyle kavrarız" diyerek, devletin, kapitalist toplumdaki niteliğine ilişkin konuştu. Dünyadan, Türkiye'den bugünden ve tarihten hatta "tarih öncesinden" onlarca örnekler vererek bunu açıkladı. Kozağaçlı, "düzeni yargıladığı" konuşmasında ayetler de şiirler de okudu, mitolojik öyküleri ve tragedyaları sıraladı. Evrensel insan hakları belgelerini eleştirel bir şekilde ele aldı, Guantanamo'yu da, İspanyol engizisyonunu da Habeas Corpus'u da Magna Carta'yı da ele aldı.
Hukuktaki ceza kavramına dinlerin, Hegel, Kant, Nietzsche gibi filozofların getirdiği açıklamalara değindi. Cezanın kefaret, ibret, acı çektirmek için öngörüldüğünü anlattı. "Biz neden buradayız, 1 yıldır neden cezaevinde dayak yiyoruz?" diye tekraren sordu. 1679 tarihli tutuklanan kişinin 48 saat içerisinde yargıç önüne çıkarılmasını zorunlu kılan Habeas Corpus yasasını hatırlattı. Latince bir ifade olan Habeas Corpus'un, "Vücudu mahkemeye getir" anlamına geldiğini hatırlatarak, "Ama bizi, vücutlarımızı hakim önüne getirmediler. Cezaevinin yanına 'İstanbul Adliyesi ek binası' diyerek bir salon yaptılar ve hakimi buraya getirdiler. En yakın adliye buraya kilometrelerce uzakta" şeklinde konuştu.
"Asla hizaya gelmeyeceğiz"
Haklarında hazırlanan iddianameye, katıldıkları DHKP-C mensuplarının cenazelerinin suç delili olarak konulmasına değindi. Meslek yaşamı boyunca 400 kadar müvekkillerinin hapiste eziyet gördüğünü, cezaevi katliamlarında öldürüldüğünü, toplu mezarlara gömüldüğünü söyledi. Kozağaçlı, "Biz Türkiye'nin dört bir yanında işkencelerde, cezaevi katliamlarında öldürülen, toplu mezarlara gömülen insanların avukatıyız. Bu ülkenin halkları katledildi. Niye iddianameye sadece 3 cenazeyi koydunuz? Buradaki avukatlar 400'ten fazla örgüt mensubunun cenazesine katıldı. Biz onların avukatıydık, kömürleşmiş bedenlerini ellerimize teslim ettiler, gece yarılarında, bedenlerindeki işkence izleri tespit edilemesin diye aileleriyle beraber onları gömmeye zorlandık. Ailelerin yasını tutacağı bir mezarın yerini bilsin diye uğraştık, toplu mezarlar açtırdık; yine de yapacağız. Eğer yargılanmamızın sebebi bunlarsa asla hizaya girmeyeceğiz" diye konuştu.
"İnsanların kamu görevlilerince öldürülmediği bir devlet talep etmek suç mu?" diye sordu.
İddianamede, Güler Zere için yürüttükleri mücadelenin yer almasını eleştiren Kozağaçlı, "Ne kadar ayıp. Cumhurbaşkanının 'Bir belge olsa da imzalasam' dediği, Dışişleri Bakanının 'Bizim kızımız' dediği kişi için yürütülen mücadele, burada suçmuş gibi yer alıyor. Hapisten çıktıktan 6 ay sonra ölmüş bir insandan bahsediyoruz. Belki zamanında çıksa tedavi olabilecek bir insandan" ifadelerini kullandı.
"Kontrgerilla devletin dördüncü erki"
Kozağaçlı 1990'ları anlattı ve "Kontrgerilla devletin 4. erkidir" dedi ve hukuk devleti denilen kavramı sorguladı. İddianamelerden, dava dosyalarından somut örnekler sıralayarak, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) bu yapıların nasıl bir uzantısı olduğunu anlattı. TMK ile yetkili mahkemelerin, sırtında İstiklal Mahkemelerinin, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin, Özel Yetkili Mahkemelerin yükünü taşıdığını söyledi. Mehmet Ağar'ın geçmişteki sözlerinden alıntılar yaptı, Susurluk davasından kısa bir süre hapis yattığını hatırlattı ve 15 ay içinde Ağar'ı ziyaret edenlerden birkaçının isimlerini okudu. "Mehmet Ağar hayatı boyunca hiçbir cinayetini reddetmemiş ve 'bunlardan bir tane değil bin tane yaptım' demiştir. Yargı bugün Ağar'ı yeniden hapse sokmamak için elinden geleni yapıyor. Burada Ağar'ı değil bir bilinci anlatıyorum" değerlendirmesinde bulundu. Bu durumu Osmanlı döneminde idari bir görevlinin yazdığı tezkere ile hapisten dilediği zaman adam çıkarabildiğini gösteren bir olay ile benzeştirdi.
Kozağaçlı, "devlet aleyhine işlenen suçlar"a karşılık bir hukuk profesörünün kullandığı "devlet lehine işlenen suçlar" tabirini ödünç alarak, "Türkiye'de yargının, 'devlet lehine işlenen suçlara' göz yumduğunu" anlattı.
Klan hukuku
Modern ve modern öncesi hukuk ve ceza sistemlerini anlatan Kozağaçlı, muhatap oldukları davayı, Cermen kabilelerinde geçerli olan kolektif sorumluluğa benzetti. Kozağaçlı, "Cermenlerde bir kişi birisini öldürdüğünde, öldürülen kişinin kabilesi, öldüren kişinin kabilesinden herkesi öldürürdü. Böyle bir klan hukuku işliyordu. Bu mahkemelerde de klan hukuku geçerlidir. Ama sıkıntı şu ki, 2014'teyiz" dedi.
Bir emniyet fezlekesini mahkeme heyetine göstererek, "Burada polisler, DHKP-C'nin eylemlerinin arttığını söylüyor ve savcılara, 'operasyon başlatalım' diye öneride bulunuyorlar. 'Bunlar örgütün avukatları' diyerek savcıya, avukatlara da operasyon yapılmasını öneriyorlar. Biz DHKP-C mensuplarına avukatlık yapıyoruz ya, o halde onlara göre biz karşı klandanız. Örgütten kimseyi yakalayamadıklarına göre, bizi yakalayıp yargılayabilirler. Savcılar da uyuyor. Mantık bu" diye konuştu.
"Astılar ama avukatını değil, sanığı"
Kozağaçlı daha sonra 15. yüzyılda tanrıyı ve kralı reddeden bir kişinin İspanyol engizisyonunda yargılanmasını anlatarak, şunları söyledi: "Çok ünlü bir avukat tutmuştu. Korkunç engizisyon yargıçları karşısında tanrıyı ve kralı reddettiğini cesaretle tekrarladı ve avukatı da onu çok ikna edici bir şekilde savundu. Ancak sonuçta yine de idam edildi. Dikkatinizi çekerim, avukatı değil kendisi idam edildi"
"Tanır mıydık? Evet ama..."
Klan hukukunun aksine modern ceza hukukunda suçun şahsiliği ilkesi olduğunu hatırlattı ve müvekkillerinin işledikleri suçlar nedeniyle kendilerinin cezalandırılmak istendiğine dikkat çekti. Kozağaçlı, "Biz bu insanları tanır mıydık? Evet tanırdık. Müvekkilden daha yakın bir ilişkimiz var mıydı? Vardı. Büromuza gelip kahve içmişlikleri var mı? Var. Memleket meselesini konuşmuş muyduk? Evet, konuşmuşluğumuz da var. Ama, 'Biz şu karakolu bombalayalım mı?' diye bize sormadılar. Ya da bombaladıktan sonra gelip, 'Çok güzel bombaladık, çok iyi yaptık' demediler" diye konuştu.
Kozağaçlı soruşturma sürecinde yaşanan hukuk ihlallerini anlattı: "Örneği görülmedik şekilde, bir hazırlık soruşturması sırasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı çıktı ve hazırlık soruşturmasına ilişkin basın açıklaması yaptı. Olacak şey değil. Orada, 'Avukat saldırmadık. Bunlar küçük bir grup terör örgütü üyesi' dedi. Mehmet Ağar'da 1995'te bir toplantıda 'Halkın Hukuk Bürosu'na bazı operasyonlar yaptık, avukatlara saygımız var, onlar küçük bir grup terör örgütü üyesi' demişti."
Kozağaçlı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, tutuklandıkları sırada yaptığı açıklamaları da hatırlattı ve "Daha 1. tutukluluk müzekkeremizde, iddianameyi hazırlamış, yargılamış, hükmü vermiş, onamış, iade-i muhakemeyi de reddetmiş. Ben yargıç olsam böyle bir konuşma karşısında kıpırdayamam bile" dedi. Mahkeme başkanı araya girerek, "Öyleyse iyi ki olmamışsınız" şeklinde karşılık verdi. Kozağaçlı ise "Onun için genç yaşta avukat olmayı seçtim" diyerek espri yaptı.
Hukuk devletinin hiçbir vaadinin gerçek olmadığını söyleyen Kozağaçlı, mahkeme heyetine, "Hukuk devletine inanan sizsiniz. Ben bu konuda zaten karamsar ve inançsızım. Hukukunuza uyacak mısınız, uymayacak mısınız?" diye sorular yönelterek, şunu söyledi: "Siz hukukunuza uymazsanız sizi her köşe başında bir halk ayaklanması bekliyor olacaktır."
Kozağaçlı sözü daha sonra Türkiye'deki yargı bürokrasisine getirdi. Bizzat hakim ve savcıların yazdıkları makalelerden alıntılarla, kendi deneyimiyle ve bu konuda hazırlanmış raporlarla duruma değindi. Yargı bürokrasisinin, "iktidar karşısında itaatkar, hizaya getirilmeye hazır" kültürünü eleştirdi.
"Hukuk devleti kutsal inek gibi"
Duruşmanın ikinci gününde de ilk söz alan Selçuk Kozağaçlı oldu ve hukuk devletinin herkes için tapınç haline getirilmesini eleştirdi. Kozağaçlı, "Hukuk devleti kutsal bir inek gibi. Bu durum Mekkeli müşriklerin helvadan put yapmasına benziyor. Acıktıkları anda o putları yiyorlardı. Putu helvadan yapma sebepleri acıktıkları anda onu yemek içindir. Hukuk devletini inşa eden liberal burjuvalar da acıktıklarında bu hukuk devletini yiyorlar. Adalet kirletilmesi en zor kelimedir. Adalet sözü kirletilemez" dedi.
"İddianame ideolojik bir saldırı aygıtı"
Tutuklu avukat Ebru Timtik da haklarında hazırlanan iddianamenin siyasi bir belge olduğunu tespit etti ve "İdeolojik bir saldırı aygıtı görevi görüyor. İddianame, hukuksal bir metin değildir. Bizden bu hukuk dışı olan, sadece savcı ve polisin yorumlarından ibaret olan metin karşısında savunma yapmamızı istiyorsunuz. Biz de diyoruz ki; biz kendimizi her zaman açık ve net ifade ettik. Kendimizi savunmak için bu yapılan yorumlara ihtiyacımız yok" dedi.
İddianameyi hazırlayanların magazin merakı
Timtik, bu iddianame ile avukat olarak hukuk sahasının dışına atılmak istendiklerinin altını çizdi, iddianame ile bir korkunun yayılmaya çalışıldığını belirtti. Timtik, iddianameyi hazırlayanların magazin merakına da işaret etti ve özel yaşamlarına ilişkin ayrıntıların neden iddianamede yer aldığını sorguladı.
"Cenazelere katıldığı için kimseye dava açılamaz" dedi ve "Halkın gelenekleriyle oynamaya gelmez" diye uyarıda bulundu.
"Savcı para beklentimiz olmamasını algılayamıyor"
Kendilerinin hiçbir parasal beklenti olmadan sistemin mağdur ettiği kişilerin avukatlığını üstlendiklerini ve iddianameyi hazırlayan savcının bunu algılayamadığını kaydeden Timtik, "Bizim bir komünümüz var. Burada herkes ihtiyacı oranında buradan alır. Açsak hepimiz açızdır. Toksak hepimiz tok. Savcının bunu anlamayacağını biliyoruz. Biz, yeni bir insan yaratmaya çalışıyoruz. O yeni insanın yaratacağı yeni düzeni çok istiyoruz" ifadelerini kullandı.
Tutuklu avukat Timtik, haklarında gizli tanık sıfatıyla ifade veren kişilerin mahkemede ifade vermelerini ve kendilerine de soru sorma hakkı tanınmasını istedi.
Taylan Tanay: "Sistem bir canavar yarattı"
Savunma sırası tutuklu avukat Taylan Tanay'a geldiğinde o da düzeni yargılamayı sürdürdü. Tanay, hukuk devletinin sözde var olduğunu, fiilen uygulamada olanın ise başka bir hukuk olduğunu anlattı. Tanay, Terörle Mücadele Kanununu örnek verdi. Türkiye'de bu kanunun uygulanması ile toplumda yaratılan "parodi" halini örnekledi. "Terör örgütü hesaplarınızı kontrol altına aldı" denilerek insanların dolandırıldığını hatırlattı ve "sistemin bir canavar yarattığını" söyledi. Tanay, Prof. Dr. Canan Karatay'ın bu yolla dolandırıldığını ve kendisini kurtaran polis memuruna 50 bin lira vermeyi teklif ettiğini anımsattı ve "Hukuk devleti algısı işte budur" dedi.
"Biz asker değil, avukatız"
Tanay, iddianamede avukatların katıldıkları işçi eylemleri ve 1 Mayıs gibi gösterilere katılmalarının suç olarak gösterilmesini de ele aldı. Tanay, iddianameyi hazırlayan savcıya ve kabul eden mahkeme heyetine şunu hatırlattı:
"Biz asker değiliz. Avukatız. Avukat siyaset yapar, halkını düşünür. Askeri ve kamu personeli için yasak hükümler vardır. Ancak biz bunların dışındayız. Bizim için yasak yok" dedi.
"Suçlamayı söylemezseniz, susma hakkını kullanacak"
İşçilerin, ezilenlerin, devrimcilerin ve tüm muhalefet edenlerin avukatı olduklarının altını çizen Tanay, bu dava ile avukatlık mesleğinin yargılandığına vurguda bulundu. Gözaltına alınan müvekkillerine susma hakkını kullanmaları için telkinde bulunmalarının iddianamede suç olarak anlatılmasını ise, "Kişiye suçlamayı söylemezseniz ne yapacak? Susma hakkını kullanacak" diye değerlendirdi.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Kasesi 1000 TL! Uludağ'daki 'çorba' Bakanlığı harekete geçirdi
Üşümeye hazır olun! Marmara’da hava sıcaklıkları 10 ila 12 derece azalacak
Son Dakika Haberleri... Rusya’da Yakalanan Berat Can Gökdemir’in Türkiye’ye İadesi Talep Edildi
SON DAKİKA... "Türkiye altında kalabilir" deyip uyardı: 7.2 büyüklüğünde deprem bekliyoruz
Bursa'da yarın okullar tatil mi 22 Kasım 2024? Valilikten açıklama geldi mi?