hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Atatürk'ü son gören kadın

    Atatürkü son gören kadın
    expand

    Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınmasında teknik sorumlu olan Cafer Tanyeri, belki de hayatının en önemli 6 gününü kendi el yazısıyla kaleme aldığı 11 sayfalık notta anlattı. Hürriyet'ten Şehriban Oğhan'ın haberine göre, Atatürk’ün yüzünü son gören 6 kişi içinde sürpriz bir kişi de vardı: Kefenleme sırasında sütunların arasından çıkan ve imamın “Namahremdir” sözlerine aldırmayan bir Türk kadını...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    1953’ün 4 Kasım’ı... Günlerden çarşamba... Atatürk’ün naaşının bulunduğu Etnografya Müzesi’ndeki hareketlilik sabah 08.00’de başlıyor. Naaşı çıkarma işinden sorumlu Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu ile Yapı Enstitüsü öğretmen ve öğrencilerinin önünde, eski Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda, eski Katib-i Umumi (Cumhurbaşkanlığı Genel Katibi) Kemal Gedeleç’e soruyor: “Protokolü imza eden, eskilerden, kimler var?”

    “Galiba sizinle ben” diyor Gedeleç ve devam ediyor: “Şükrü (Saraçoğlu) hasta imiş, Refik (Saydam) gitti (öldü), Fevzi Çakmak gitti, Nevzat Tandoğan gitti, Celal (Ata’nın yaverlerinden) gitti. Dediğim gibi ikimiz kaldık. Protokolü ikimiz imza edeceğiz.”

    Bu konuşmayı uzun bir sessizlik takip ediyor. 15 sene içinde bu kadar çok arkadaştan ayrılmanın meydana getirdiği üzücü bir sessizlik. Saat 09.30. Önde Meclis Başkanı Refik Koraltan ile Başbakan Adnan Menderes, hemen arkalarında Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut ile Renda, onların arkasında sırayla eski ve yeni Katib-i Umumiler, Ankara Valisi Kemal Aygün ve Belediye Reisi Atıf Benderlioğlu. Ağır ağır merdivenleri çıkarak muvakkat kabre doğru ilerliyorlar. Bir dakikalık saygı duruşu yapılıyor. Herkesin yüzünde büyük bir heyecan. Benderlioğlu, Menderes’e yaklaşıp izin istiyor ve ekip başına işareti veriyor: “Açınız.”

    Atatürkü son gören kadın


     
    430 kilogramın sırrı

    Beyaz mermerler yavaş yavaş kaldırılıyor. Bütün bakışlar derinliği 120 santimetre kadar olan bir çukur ve bu çukurun üstündeki kızıl renkli toprak tabakasına çevriliyor. Lahidin yan duvarları sökülüyor. Mermerler duvara öyle kaynamış ki. Balyozla parçalanan beton duvarın demir armatürü ancak oksijen kaynağı ile kesiliyor. Sıra toprağın alınmasında. Kalınlığı 40 santimetre olan toprak, evvelce hazırlanan torbalara dolduruluyor ve müzenin yan odalarına taşınıyor. Anıtkabir’e konulacak. Toprağın altında çok paslanmış, sactan üç kapak görünüyor. Demir bir şasi üstüne konmuş ve kaynak yapılmış kapaklar büyük bir titizlikle oksijenle kesiliyor ve dışarı çıkarılıyor. İşte Ata’nın tabutu...

    Çevrede sanki kimse nefes almıyor! Sadece bir kenarda oturmuş yaşlı gözlerle çalışmaları izleyen, Ata’nın kardeşi Makbule Atadan’ın hıçkırıkları duyuluyor.  Tabut üstündeki atlas bayrak iyice yapışmış, köşeleri siyaha dönüşmüş ve rutubetten çürümeye yüz tutmuş... Herkeste bir an önce Ata’yı görme arzusu...

    Birkaç öğrenci, oldukça geniş olan çukura iniyor. Bir demir şasi üzerine oturtulmuş tabutu yukarıya çekmek için şasinin dört ucundaki halkalara caraskalın kancaları takılıyor. Ve tabut ağır ağır yukarıya çekiliyor...

    Bütün eller Ata’ya uzanıyor. Tabut oldukça ağır. Kulaktan kulağa 430 kilogram lafı dolaşıyor. Yorumlar anlamlı: Ata’nın kişiliğinin ağırlığı...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Atatürkü son gören kadın

     
    Herkes ağlıyor

    Atlas bayrak yırtılmasın diye yavaş yavaş üzerinden çekiliyor. Altından yeşilimsi bir küf tabakası ile örtülü sanduka çıkıyor. Küfler temizlenmek üzereyken Makbule Hanım ayağa kalkıyor, sendeleyerek tabuta kapanıyor ancak kendisinin duyabileceği sözlerle tabuta sarılmaya, öpmeye başlıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Saatlerdir gergin olan sinirler bir anda boşalıyor. Devlet büyükleri de gözyaşlarını tutamıyor. Gizlemek için arkalarını dönseler de mendillerinin ıslak uçları kendilerini ele veriyor.
    Başbakan Adnan Menderes, çok yorgun ve bitkin görünen Makbule Atadan’ın koluna giriyor ve birlikte kapıya doğru yürüyorlar.

    Atlas bayrak ve çiçekler

    Cafer Tanyeri o dönem naaşı çıkarma işinden sorumlu Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda hoca. Protokol müzeden ayrıldıktan sonra sıra Tanyeri ve ekibine geliyor. Zaman dar, bütün işlerin o gün tamamlanması lazım, zira ertesi gün katafalk halkın ziyaretine açılacak. Ekip elini çabuk tutuyor. Tabutun rutubetten çatlayan veya aralanan tahtaları onarılıyor, cila ve vernik sürülüyor. Limon küfü rengindeki okside olmuş kulplar silinip keçelerle parlatılıyor. Boş mezarın üstüne ağaçtan bir podyum yapılıyor, tabut da onun üzerine konuluyor. Üzeri de Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğretmen ve öğrencilerinin özel olarak işledikleri yeni bir atlas bayrakla örtülüyor. Ve Tanyeri’nin çizdiği projeye göre çiçeklerle donatılıyor.

    Tabut içinde tabut

    Sonraki gün... Ata’nın tabutu açılacak. Ata’nın vefatından sonra tahnit işiyle uğraşan doktor, asistan ve hazırladıkları rapor aranıyor. Doktor ölmüş fakat Ankara’da yaşayan asistanı Münevver Hanım bulunup getiriliyor ve protokolün yanına oturtuluyor. İçeride çok az kişi var. Tam bir sessizlik hâkim. Tabutun kapağı yavaş yavaş kaldırılıyor. O da ne? Tabutun içinde kurşuni renkte bir başka tabut var. Çinkodan yapılan bu ikinci tabut, tahta tabutun içine kenarlarından bir parmak aralıkta oturtulmuş. Herkeste, şimdi ne olacak kaygısı...

    Okul öğretmenlerinden Sami Sert, elinde sac kesme makasıyla verilecek emri bekliyor. Protokolden biri kulağına bir şeyler fısıldıyor. Sami Bey elindeki makası bırakıp bir matkap alıyor ve çinko tabutun her yanında birer küçük delik açıyor ve içini kokluyor. Yüzündeki ifadeden naaşın bozulmadığı anlaşılıyor. Bu sefer makasın ucunu yaklaşık 2 milimetre kalınlığında olan levhaya daldırarak baş taraftan ayak ucuna doğru kesmeye başlıyor. Levhanın üç boyutu kesildikten sonra bir yana yatırılıyor, aynı anda havayı etere benzer çok keskin bir ilaç kokusu kaplıyor...

    En üstteki çürümeye yüz tutmuş iki kontraplak parçası kaldırılınca altından çok dikkatlice sıkıştırılmış ince testere talaşından oluşmuş bir tabaka çıkıyor. Ata hâlâ görünürde yok! Talaşlar yumuşak fırçalarla temizlenince Atatürk meydana çıkmaya başlıyor. Evvela burnu, alnı, yanakları ve çenesi... Sessizliği her an kalp krizi geçirecekmiş gibi renk değiştiren Münevver Hanım’ın çığlığı bozuyor. Bir anda yerinden fırlayan Münevver Hanım, Ata’nın meydana çıkan yüzüne kapanarak ağlıyor. 15 yıl önce toprağa verilen Atatürk mışıl mışıl uyuyormuş gibi duruyor. İşlemler geç saatlere kadar sürüyor. Ata yeni yapılan tabuta yerleştiriliyor.

    Son bir kez göreyim

    Ve büyük gün geliyor. Cafer Tanyeri yanında öğretmen arkadaşı Ömer Er olduğu halde önce evinden imamı alıyor. Ardından Numune Hastanesi’nden iki yardımcı ile birlikte müzenin yolunu tutuyor. Müze girişindeki birinci hole iki masa konuluyor. Atatürk tabuttan çıkarılıp diğer masaya konuluyor. İmam kefenleme işini bitirmeden önce o an görevli 5 kişi Atatürk’ün yüzünü son kez görmek için açıyor. İmam, iki yardımcısı ve iki öğretmen gözyaşlarıyla Ata’yı seyrederken sütunların arasından bir kadın geliyor:  “Ben de görmek istiyorum, ne olur; son bir kez göreyim, ne olur?” diyerek ekibin arasına giriyor. İmamın “Olmaz, namahremdir” sözleri duyulmuyor bile. Ve Atatürk’ün yüzü ebediyete kadar örtülüyor.
     
    Çalışanlardan biri miydi

    Peki Atatürk’ün son gördüğü 6 kişi içindeki o Türk kadını kimdi? Cafer Tanyeri notlarında bu anı “Ne büyük rastlantıdır ki Atatürk’ün son gördüğü 6 kişi içinde onun çok değer verdiği bir de Türk kadını vardı” sözleriyle anlatıyor. İsim vermiyor. Oğlu Yücel Tanyeri şu yorumda bulunuyor: “Herhalde orada çalışanlardan biri, müstahdem bile olabilir yani. O cesareti kendinde bulup atıldığına göre ortaya... Önemli birisi olsaydı babam zaten zikrederdi onu.” Bazı kaynaklarda müzede asistan olan Halide İntepe’nin de Atatürk’ü son görenler arasında olduğu yazıyor. İntepe bir röportajında şunları söylüyor: “Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Başı yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi...”

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow