Beşiktaş'ın Alman golcüsü Mario Gomez GQ dergisine kapak olurken yaptığı çarpıcı açıklamalarla da dikkat çekti.Derginin Şubat sayısında yer alacak röportaja GQ ilginç bir Mario Gomez betimlemesiyle başladı. Bakın dergi Mario Gomez'i nasıl tasvir ediyor:Yemyeşil bir ovada görkemli bir dağ gibi yükselir. Zirvesindeki kar kibirden değil ama oldukça mağrur. Sis perdesinin arkasına saklanır, sessizce o anı bekler. Göremeseniz de zamanı gelince, olması gereken yerde olacağını bilirsiniz. Dev cüsseden beklenmedik bir şekilde hızlanır. Ne yapması gerektiğini düşünmez, bilir. Kaleye bakmaz, kaleciyle muhatap olmaz. Ayağından çıkan topun nereye gideceğinden şüphe duymaz. Gollerini boş kaleye atar Mario Gómez. Futbolda da, hayatta da boş kaleye gol atmak kolaydır. Kaleyi boş yakalamaksa maharetin doruk noktasıdır. Burada bir parantez açalım ve sözü Gerd Müller'in hikayesine getirelim...1.74 metre boya 80 kilo ağırlığı, gövdesinden kısa bacakları ve o kısacık bacakların taşıdığı kalın baldırlarıyla genç bir oyuncu getirdiler Bayern Münih tesislerine. Başkan çok ısrar etti, mutlaka denemenizi istiyor dediler. Dönemin antrenörü Zlatko Cajkovski, kendisine doğru yaklaşan genç adamı görür görmez bastı kahkahayı: Çıldırdınız mı siz? Bundan futbolcu değil olsa olsa halterci olur, alın götürün şunu gözümün önünden. Bu alaycı tavır, 20nci yüzyılın en büyük golcüsünün kariyerinin başlangıcı oldu. Kariyeri boyunca 585 maçta 533 gol atan bu oyuncu, üstünden kırk yıl geçse kırılamayacak rekorlara imza attı. İkinci lig takımı Bayern Münihi futbolun devlerinin arasına taşıdı. Kulübüne üç sezon arka arkaya Şampiyonlar Ligi Kupası kazandırırken, milli takımını dünyanın zirvesine çıkardı. Attığı gollerin nelere kadir olduğunu en iyi anlatan sözcükler, dönemin bir diğer efsanesi Franz Beckenbauere aittir: Bayern Münih, bugün sahip olduğu her şeyi ona borçlu. Onun golleri olmasa hepimiz antrenman sahasında eski bir tahta sıranın üzerinde kariyerimizi tamamlardık. Bu hikayenin kahramanı Gerd Müller, bugün hâlâ Almanyanın yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük golcü kabul edilir. Aynı takıma ve ülkeye kazandırdığı kupalarla onun veliahdı olmaya en çok yaklaşmış isimse (Mario Gomez) bu sene ülkemizde arzı endam etmekte. Farklı devrin oyuncuları olduklarını ve fiziksel açıdan birbirlerinden çok farklı olduklarını söyleyebilirsiniz. Ceza sahası içi golcüsü olarak sınıflandırılsalar da oyun stillerinde öne çıkan detayların benzeşmediğine vurgu yapabilirsiniz. Ancak şuna itiraz edemeyeceğinizi biliyorum: Mario Gómez, aynı Gerd Müller gibi, topu iki kale direğinin arasından geçirmekle ilgili engellenemez bir dürtüye sahip. Bu, onun en büyük yeteneği ve o, bu yeteneğinin fazlasıyla farkında. Aslında insanın kendisine bahşedilen yeteneğin farkında olması tehlikelidir. Yeteneğini gözünde fazla büyütenler, zaman içinde küçülerek yok olur gider. Hayat sadece sahip olduğu yeteneğin bedelini ödeyebilmek için canla başla çalışanlara adil davranır. Karşınızda duran adam, tam da böyle biri. Yeteneğinden çok, yeteneğine layık olabilmek için yaptıklarıyla takdiri hak ediyor. Ve sahip olduklarını kaybetme korkusuyla yüzleştiği halde pes etmediği için. Löw ve Trapattoniye minnetKariyeri boyunca attığı bunca güzel gol dururken, kaçırdığı en kötü pozisyonla başlıyorum. O pozisyonun kariyerine büyük katkı sağladığını itiraf ettiğini okumuştum. 2008 Avrupa Şampiyonası, Avusturya maçı. Bir önceki sene ülkesinde yılın futbolcusu seçilen genç oyuncunun, o dönemde Stuttgart formasıyla performansı ne kadar iyiyse, milli takım formasıyla da bir o kadar kötü. Öyle ki, babasından aldığı İspanyol genlerinin psikolojik açıdan kırılgan olmasına neden olduğu bile söylenmiş: Kim ne derse desin, sırtımdaki formayı hak ettiğimi biliyordum ve bunu kanıtlamaya kararlıydım. O pozisyon, benim motivasyon kaynağım oldu. Bir o pozisyon, bir de Joachim Löw. İkisinin de milli takım kariyerim üzerimde önemli katkısı var. Löw o dönemde her şeye kulaklarını tıkadı, arkamda durdu. Uluslararası düzeyde bir oyuncu olacağıma dair inancını hiç kaybetmedi. Konu birlikte çalıştığı teknik adamlardan açılınca, kariyerinde baba figürü olarak konumlandırdığı bir isim olup olmadığını soruyorum. Hiç tereddüt etmeden Stuttgart yıllarında bir süre birlikte çalıştığı İtalyan teknik adam Giovanni Trapattoninin adını veriyor: Göreve başlayınca bir süre beni uzaktan izledi. Sonra karşısına alıp potansiyelimin sergilediğim performanstan çok daha fazla olduğunu söyledi ve benimle yakından ilgilenmeye başladı. Bana özel zaman ayırması futbolumu bir üst seviyeye taşımamı sağladı. Ona minnettarım, aramızda hâlâ sağlam bir bağ var. Trapattoninin gözbebeği, 2009 yılında altı senelik Stuttgart kariyerini Bundesliga için rekor bir rakamla taçlandırdı. Futboluna yaşından büyük rakam biçilmiş; Bayern Münih, 24 yaşındaki oyuncu için 35 milyon euroyu gözden çıkarmıştı. Ancak yönetimin Gómez'le paylaşmadığı küçük bir ayrıntı vardı: Takımın teknik direktörü Louis van Gaalin o mevki için transferini istediği üç adaydan biri değildi. İlk antrenmanda hissedilen soğuk rüzgarlar hiç dinmedi. Bu durum performansına da yansımış gibi görünüyordu, takıma beklenen katkıyı sağlayamıyordu. Taraftar hayal kırıklığını saklayacak değildi, homurtular yükselmeye başlamıştı. İlk sezonunda hiçbir şey hayal ettiği gibi gitmiyordu. Hayaller gerçekleşmez, gerçekleştirilir derler. Gómez'in takımdaki ikinci sezonunda yaptığı tam da buydu. Küçük takımların büyük golcüsü etiketi yapıştırmaya heveslenenleri yerin dibine soktu. Ligde attığı 28 golle gol kralı olurken, Şampiyonlar Liginde 8, Almanya Kupasında 3 defa fileleri havalandırdı. O sezon, tüm dünyaya özel bir yeteneği olduğunu resmi olarak ilan etti. Onu özel yapan şeyin ne olduğunu kendisinden duymak istiyorum: Sanırım en güçlü yanım, sezgilerim. Topun ceza sahası içinde nereye geleceğini tahmin etmekte zorlanmıyorum, o nedenle nerede durmam gerektiğini biliyorum. Bu söyleşinin tamamı GQ'nun Şubat sayısında okunabilir.