İzlanda futboluna bakış
323 bin kişinin yaşadığı bir ada olmasına rağmen, yıllarca Avrupa'nın büyük liglerine oyuncu ihraç etmekte hiç de zorlanmayan İzlanda, sonunda millî takımlar düzeyinde de dikkat çekmeyi başardı.
2014 Dünya Kupası finallerini kıl payı kaçıran İzlandalılar, EURO 2016 elemelerinde Millî Takımımızın yanı sıra Hollanda'yı da arkasında bırakarak Çek Cumhuriyeti ile birlikte finallere adını yazdırdı. İzlandalılar, Millî Takımımızla oynayacakları 13 Ekim'deki son grup maçına, tarihlerinde ilk defa bir büyük turnuvanın finallerinde mücadele edecek olmanın gururuyla gelecek.
Bugüne dek İzlanda'yı hep farklı sebeplerle tanıdık. Nüfusu 500 bine bile ulaşmayan Kuzey Atlantik'teki bu küçük ada, her nasılsa dünyayı düzenli olarak sarsabiliyordu. Björk, Grammy Ödülleri toplayan, her ülkede tanınan bir yıldız oldu. 2008 banka kriziyle iflâs ettikleri duyuruldu; ülkenin batan üç büyük bankasında parası olan Avrupalılar çok büyük panik yaşadı. 2010'da, ismini doğru telaffuz etmenin neredeyse imkânsız olduğu yanardağları Eyjafjallajökull harekete geçti, tüm kıtada hava trafiği II. Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük kesintisini yaşadı.
Pek çok farklı yönden ana gündem maddesi olan İzlanda'da spor, "ünlü" olmalarının sebepleri arasında değildi. Hatta eğer "Dünya spor tarihinde iz bırakan takımları nedir?" diye sorsak, futboldan çok "2008 Pekin'de Olimpiyat finali oynayan hentbol takımları" cevabını vermemiz gerekir. FIBA Europe'un başkanlığını yıllarca yürüten ve geçtiğimiz yaz yaşamını yitiren Olafur Raffnson, yıllarca Avrupa basketboluna hizmet etmiş saygıdeğer isimlerinden biriydi. Futbolda Türkiye'nin İzlanda'yla en çok ilgilendiği dönemlerden biri, elbette Sverisson'un Beşiktaş'ta oynadığı yıllardı.
Ne var ki, bu küçücük ada Avrupa futbolunda yer aldığı seviyeyi birden değiştiriverdi. Yıllar önce Andorra ya da Malta'dan biraz daha kuvvetli, Moldova ya da Azerbaycan kıvamında, özellikle evinde sizi epey uğraştıran ama herhangi bir büyük turnuvaya katılamayacağına dair yargının herkes tarafından paylaşıldığı bir ülke takımıyken; 2013 yılının Kasım sonuna dek bir Dünya Kupası rüyasıyla yaşadılar, Eğer Hırvatistan son anda şaha kalkıp, play-off'u ikinci maçta attığı gollerle kazanmasaydı, bu büyük hayali gerçekleştirmelerine de ramak kalmıştı.
1946'daki Danimarka yenilgisi ile futbol serüvenine başlayan İzlanda, 94'te FIFA sıralamasında 37. sıraya kadar yükselmişti. Fakat modern çağa ayak uydurup her saha ve zeminde rakiple mücadele edebilecek bir takım haline gelmek için 2000'leri beklemek zorunda kalacaklardı. Geleneksel olarak, özellikle sahasında ciddi bir rakip olan İzlanda, 98'de Fransa'yla, 2003'te Almanya'yla, 2004'te İtalya'yla, 2006'da da İspanya'yla 0-0 berabere kalmayı başarmıştı. Hatırlanacak olursa, EURO 96'ya gitmeye çok yaklaşan Türkiye'nin de yoluna taş koymuş ve evinde gole izin vermeyerek İngiltere biletini koltuğun altına saklamıştı. Türkiye bundan sonra, İsveç deplasmanından 1 puan alarak finallere kalabilmişti.
Bern Mucizesi II
Almanya'nın bir futbolu devi haline gelişinin ilk adımı, 1954 Dünya Kupası'nın hikâyesini anlatan 2003 yapımı "Bern Mucizesi" filmi iyi bilinir. Garip bir tesadüfle İsviçre'nin başkenti, bir başka ülkenin de futbol dünyasındaki rüştünü nihayet ispat ettiği bir maça daha ev sahipliği yaptı. Fakat hikâyeyi biraz daha baştan almakta fayda var.
2011'de, önceki hocaları Olafur Johanesson'la yolları ayırıp İsveçli Lars Lagerback'ı göreve getirmeleri, İzlanda için bir diğer dönüm noktası oldu. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde, yalnızca evlerinde Güney Kıbrıs'ı yenebilmişlerdi. Ocak 2011'deki 5-3'lük Portekiz yenilgisinden sonra artık çalıştırıcılarını değiştirmeleri gerektiğine kanaat getirdiler. Takımdaki lejyoner oyuncu sayısı hem nitelik hem de nicelik anlamında artmıştı. Yıllarını Ada'daki kulüplerde geçirip futbolunu olgunlaştırmış veteranların yanında, Danimarka, Norveç ya da Hollanda gibi liglerde kendisini kanıtlamaya çalışan bir sürü genç yıldız adayları vardı. Lagerback, İskandinav futbolunun inceliklerini, ayrıntılarını bilen bir teknik adamdı; İsveç'i 5 defa üst üste büyük bir şampiyonaya götürmeyi başarmıştı. İzlanda için artık, uluslararası arenada çok kariyerli ve potansiyeli başarıya çevirebilme konusunda tescilli bir teknik direktöre ihtiyaç vardı; Lagerback İzlanda'nın başarı, İzlanda da Lagerback'ın yeniden ayağa kalkış hikâyesi olabilirdi.
Lars Lagerback, kısa süre içerisinde ekibi yeniden organize ederek sonuç almaya başlamıştı bile. 2014 Dünya Kupası Elemeleri'ne 11 maç ve 25 yıldır yenemedikleri Norveç'i mağlup ederek başladılar. 2-1'lik Arnavutluk ve Slovenya galibiyetlerinde Tottenham'ın orta sahasından Sigurdsson'un serbest vuruşlarından kaydettiği gollerin önemi büyüktü. İnişli çıkışlı maçlarla bazen şaşırtsalar da dünyada tahmin edilmesi en zor futbol mucizelerinden birine imza attılar ve İsviçre'deki Bern deplasmanında 4-1 geriye düşmelerine rağmen, son dakika golüyle 4-4'ü kurtardılar. İngiltere ve Almanya'da kısa süreler şansını denedikten sonra, düzenli oynama zamanını AZ Alkmaar'da bulan Johann Gudmonnson, son 18 yılda hat-trick yapabilen ilk İzlandalı olarak tarihe geçti. Ülke futbolunun uluslararası alanda büyük üne kavuşması, nihayet bu maçla gerçekleşti. Norveç ve Slovenya'yı geride bırakıp, belki de sonuncu olmaları beklenen bu grupta play-off'a ulaşmaları pek çoklarınca öngörülemez, olağanüstü bir gelişimi sembolize ediyordu. Peki, İzlanda'nın bir Dünya Kupası'na bu kadar çok yaklaşabilmesi için neden bu kadar çok zaman geçmesi gerekmişti? Onlara sınıf atlattıran girişimler nelerdi?
Türkiye'nin en iyi 3. olabilmesinin iki formülü var
Goal Projeleri ve Tesisleşme
İzlanda'nın futboldaki en büyük problemlerinden biri, kuzey ülkelerinin karakteristiğine uygun olarak, sahalar ve zeminleriydi. Soğuk iklimde çimlerin bakımı zordu; maçlar ve antrenmanlar top kontrolünün zor olduğu toprak örtülerinde, sakatlık riskini artıran ve genç oyuncuların teknik özelliklerini geliştirmesinin önünü kesen zeminlerde yapılmaktaydı. Dahası, sadece Haziran-Ekim arası oynanan, yedi ay tatil yapılan bir yerel ligleri vardı; sezonun bu kadar kısa olması, ülke kulüplerinde top koşturan futbolcuların seviye atlamasını engelliyordu; mutlaka yurtdışına gitmek zorundaydılar. Altyapıyı geliştirecek finansman gücü yoktu; tesisleşme adımlarını atamıyorlardı.
1999'da başlayan ve futbolunu geliştirmek için rehberliğe ihtiyaç duyan ülkelere maddi ve beyin gücü takviyesi yapan FIFA Goal Projeleri'nin İzlanda'daki ilerlemeye katkısı şüphesiz çok büyük. FIFA, 2001'de söz konusu programa İzlanda'yı da dâhil etti ve federasyonca organize edilen bir dizi proje, ülkede gençler futbolunu geliştirdi. 2002'deki ilk proje maddi imkânsızlıklar yüzünden reddedilse de toplam 18 milyon dolarlık proje, 2006'da nihayet hayata geçirildi. Önce başkent Revjkajvik'te federasyon binası yenilendi, ulusal stadyumun da bulunduğu bu alana yeni ofisler ve teknik merkezler açıldı. Hem tesis altyapısını güçlendirme hem antrenör yetiştirme hem de çok küçük yaşlardan itibaren futbola başlayan gençleri geliştirme amacı taşıyan projeler birbirini izleyecekti.
İzlanda 2000'lerle birlikte, bu problemin üzerine gitmeye başladı. Alexander Freyr Einarsson'un, 2010'da yazdığı bir makalede değindiği konuyu, teknik direktör Lars Lagerback play-off elemelerinde hatırlattı; üstü kapalı futbol sahaları, İzlanda'nın bu spordaki kaderini değiştirdi. İzlanda Futbol Federasyonu'nun 2007'de yayınladığı rapora göre, son on yılda, 6 kapalı saha, yaklaşık 20 yapay çim zeminli saha, okul çevrelerine yapılan 100'e yakın mini sahayla çocuk ve gençlerin spor yapabileceği alanlar genişletildi.
Çok geçmeden İzlanda, genç yaş gruplarında bu girişimlerinin karşılığını görmeye başladı. Erkeklerde, 17 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası finallerine kalmayı başardılar. 19 yaş altı takımları da aynı şekilde. Ülke tarihinde ilk kez, Danimarka'da düzenlenen 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası'na, elemelerde Almanya'yı 4-1'le yenerek geldiler ve burada da Sigurdsson, Aron Einar Gunnarsson ve Kolbeinn Sigthorsson gibi oyuncularla, ev sahibini 3-1'le geçmeyi başardılar. İzlanda turnuvayı ilk grupları geçemeden bitirse de ayak seslerini duyuruyordu.
Gudjohnsen ve diğerleri
İzlanda'nın asla dünya futbol pazarından izole bir ülke olduğunu iddia edemeyiz. Birçok futbolcuları, yıllarca Premier Lig'de, Norveç'te, İsveç'te yahut son dönemde Hollanda'da top koşturmaktaydı. Ülkenin önde gelen teknik adamlarından, yıllarca Norveç ve ABD'de takım çalıştıran Theidur Thordson, 2006'da verdiği bir demeçte İzlanda'nın sahip olduğu yüksek futbolcu potansiyelini çok şaşırtıcı bulduğunu söylüyordu: "Ülke potansiyeli yüksek, yetenekli gençlerle dolu. Bunu açıklamak zor; ülkede futbola müthiş bir ilgi var. Zaten büyük bir futbol ülkesi olmak için illa ki 20 milyon insana ihtiyacınız yok. İzlanda'dan şaşırtıcı derecede başarılı futbolcular yetişti ve dünyanın ilgisini çekmeyi başardılar."
Elbette yurtdışına çıkıp birçok gence esin kaynağı olan ana figür, Eidur Gudjohnssen'di. Valur'da başlayan kariyerinde hızlı ve sağlam adımlarla çabucak ilerledi; Bolton ve hemen ardından da Chelsea'de kült bir oyuncu haline geldi. Barcelona'nın "joga bonito"yu dünyaya tekrardan hatırlattığı dönemde, fiziksel gücüyle üç sezon Katalanlar için oynadı; ancak Pep Guardiola döneminden sonra Avrupa'yı dolaşmaya başladı. Yunanistan'da ayağı kırıldıktan sonra emekliliğini açıkladı ancak beklenmedik bir geri dönüşle tekrar millî takımdaki yerini aldı. Millî takımdan jübilesini, kaybedilen Hırvatistan play-off maçından sonra, gözyaşlarıyla açıkladı ama kendisine ihtiyaç duyulduğunda geri dönüp EURO 2016 elemelerinde yeniden takımdaki yerini almaktan kaçınmadı.
Peki, nasıl oluyor da İzlanda küçücük yüzölçümü ve İstanbul'un bir ilçesi kadarlık nüfusuyla Avrupa'ya bu denli fazla oyuncu gönderebiliyor? Reading akademisine katılan, Hoffenheim'la Bundesliga macerasından sonra Swansea'yle Premier Lig'e dönen Gylfi Sigurdsson, Tottenham'ı çalıştırmaya başlayan Andre Villas Boas'ın ilk transfer ettiği oyunculardan biri olmuştu. Sigurdsson, New York Times'ta çıkan bir röportajında, "Neden bilmiyorum, sanırım iyi bir düşünce yapısına sahibiz, çok çalışıyoruz ve iyi İngilizce konuşabiliyoruz" diyor. Teitur Thordarson ise ülke çapında yayın yapan Frettabladid gazetesine, "İzlandalı gençler, yurtdışında oynayan diğer çocuklardan daha farklı bir yaklaşıma sahip. Başarıya ulaşmak için çok daha fazla çalışıyorlar" yorumunu yapıyor. Bu söylenenlerde doğruluk payı var çünkü yurtdışında futbol oynamaya başlayan İzlandalı oyuncular, bir şekilde, işin sonunda takım kaptanı olup çıkıyor. Eidur Gudjohnssen Chelsea'de, Asgeir Sigurvinsson Stuttgart'ta, Gudni Bergsson Bolton'da, Eyjolfur Sverrisson da Hertha Berlin'de takım kaptanı oldular ve bu alanda çoğaltılabilecek örneklerin sadece bir kısmını oluşturdular. İzlandalı oyuncuların bu denli tercih edilmesinin "duygusal" sebepleri arasındaysa, biraz da ucuza mâledilmelerinin de payı var. İzlanda'ya 2000'lerin başından beri futbolcu bakmaya giden Red Bulls Genel Menajeri ve Sportif Direktörü Erik Soler, neredeyse bedavaya çok kaliteli futbolcular bulabildiğini söylüyor. Reading'de yıllarını geçiren Heldar Helguson, yine Gudjohnsen örneğindeki gibi, "Yurtdışında nasıl kalıcı olunur?" sorusuna cevap olabilecek veteranlardan biri. Yıllarca Fulham, Bolton ve QPR'da oynadı, 50'nin üzerinde gol attı. Yine AZ Alkmaar'dan Premier Lig'e 2007'de geçen ve geçtiğimiz sezon sonunda emekliye ayrılan sağbek Gretar Rafn Steinsson, akla gelen ilk örneklerden.
Gelecek parlak
Son dönemde, yukarıdan saydığımız yıldızların yolunda gidip genç yaşta Avrupa'nın kaliteli liglerinden birçok kulüp tarafından fark edilen ve kadroya eklenen isimler de bir hayli fazlalaştı. İzlanda Millî Takımı'nın kadrosunu ağırlıklı olarak İsveç, Norveç ve Danimarka Liglerinde oynayan isimler oluştursa da kaleci Hannes Halldorsson Hollanda'da NEC'in file bekçiliğini yapıyor. Emil Hallfredsson İtalya'nın Verona, Rurik Gislason Almanya'nın Nürnberg, Birkir Bjarnason İsviçre'in Basel, Kolbeinn Sigthorsson da Fransa'nın Nantes takımlarında forma giyiyor. Olafur Skulason ise sezon başında Gençlerbirliği tarafından transfer edilerek Süper Lig'e katıldı.
İşte 2014 Dünya Kupası finallerini baraj maçlarının sonunda kaçıran İzlanda, bu bilinçli ve emek gerektiren yatırımlarının karşılığını EURO 2016 finallerine katılmayı garantileyerek almayı başardı. Doğrusunu söylemek gerekirse grup kuraları çekildiğinde İzlanda'ya gruptan çıkma şansı verenlerin sayısı hiç de fazla değildi. Hele bizim cephemizden bakıldığında Hollanda ile Millî Takımımızın el ele gruptan çıkması, İzlanda'nın ise Çek Cumhuriyeti'nin peşinden üçüncülüğü zorlaması bekleniyordu. Ama hiç de beklendiği gibi olmadı. Rejkjavik'te Millî Takımımızı 3-0 gibi şoke edici bir skorla yenerek işe başlayan İzlandalılar, Letonya deplasmanından 3-0'lık bir galibiyetle döndükten sonra evlerinde Hollanda'yı 2-0'la dize getirerek bu konuda ne kadar ciddi olduklarını cümle âleme gösterdi. Deplasmandaki 2-1'lik Çek Cumhuriyeti yenilgisi hızlarını keser gibi olduysa da deplasmandaki 3-0'lık Kazakistan ve iç sahadaki 2-1'lik Çek Cumhuriyeti galibiyetleri ile yeniden liderlik koltuğunu ele geçirdiler. Yedinci maçlarında Hollanda'yı deplasmanda 1-0 yenmelerinin ardından içeride Kazakistan'la golsüz berbere kalarak puanlarını 18'a çıkardılar ve ilk iki sırada yer alarak ERUO 2016 finallerine katılmayı garantilediler.
İsveçli usta teknik adam Lars Lagerback'le İzlandalı Heimir Hallgrimssson'un ortaklaşa çalıştırdığı İzlanda Millî Takımı, elemelerdeki ilk 8 maç boyunca sadece 18 futbolcuya forma şansı tanıyarak müthiş bir istikrar grafiği çizdi. 8 maçı 6 galibiyet, 1 yenilgi ve 1 beraberlikle tamamlarken, 15 gol atıp kalelerinde sadece 3 gol gördüler. Bu süreçte Millî Takımımızın 11 gol atıp 9 gol yediğini, Hollanda'nın ise attığı 13 gole karşılık kalesinde 10 gol gördüğünü hatırlatalım. Atılan gol sayısında sadece Çeklerin 1 gol gerisinde kaldılar ama yenilene bakıldığında da onlara 7 gollük bir fark attılar.
Elemelerde ezberlenmiş bir kadroyla mücadele ettiklerine biraz önce değinmiştik. Ekim ayına kadar çıktıkları 8 maçın tamamında tam 9 oyuncuları sürekli sahadaydı. Bu oyuncuların 8'i tüm maçlara ilk on birde başladı. Kaleci Halldorsson ile iki stoper Kari Arnason ve Ragnar Sigurdsson 720 dakikanın tamamında forma giydi. 8 maçın tamamına ilk on birde çıkanlardan bol bek Ari Skulasson 676, orta saha oyuncularından Birkir Bjarnason 687, Aron Gunnarson 697, Gylfi Sigurdsson 709, santrforlardan Kolbeinn Sigthorsson da 674 dakika sahada kaldı. Diğer santrfor Jon Dadi Bödvarsson 8 maçta da oynadı, 7 maça ilk on birde başladı ve 556 dakika sahada yer aldı. İzlanda takımında sadece sağ bekte bir dönüşüm yaşandı. Elmar Bjarnason ve Birkir Saeversson 4'er maça ilk on birde çıktı. Orta sahanın solunda oynayan Emil Hallfredsson 5, Johann Gudmundsson ise 3 maça ilk on birde başladı. Ancak Gudmundsson, oynadığı maçlarda orta sahanın sağında görev yaparken, sol kanadı Birkir Bjarnason kullandı.
İzlanda'nın 8 maçtaki 15 golünü 8 oyuncu paylaştı. Orta saha oyuncuları 10, santrforlar 4, savunmacılar ise 1 gol kaydetti. Takımın en golcü ismi orta sahanın ortasında görev yapan ve 5 gol kaydeden Gylfi Sigurdsson'du. Onu ikişer golle Aron Gunnarsson, Birkir Bjarnason ve Kolbeinn Sigthorsson izledi. Ragnar Sigurdsson, Rurik Gislason, Jon Dadi Bördvarsson ve emektar Eidur Gudjohnsen de birer gollük katkı sağladı.