Sırpların Tanrısı konuştu: "Tanrı olmak kolay değil"
Sırpların adına “Bizim bir Tanrı’mız var, o da Bodiroga” diye şarkı yazdıkları Avrupa basketbolunun efsanevi isimlerinden biri olan Dejan Bodiroga’nın yolu şubat ayı başında düzenlenen TBF Uluslararası U16 Turnuvası için Sakarya’ya düştü.
Kariyerinde sayısız başarı ve şampiyonluk elde etmiş olan Dejan Bodiroga’nın gözyaşları içinde basketbola veda edişinin üzerinden 6 sene geçti. Şu anda Sırbistan Basketbol Federasyonu Asbaşkanlığı görevini sürdüren Bodiroga’yla turnuvadan, Sırbistan’ın basketboldaki durumuna, kariyerindeki önemli noktalardan, aldığı kilolara kadar birçok konuyu konuşma fırsatı yakaladık.
Röportaja bir de bu efsanenin doğuşunda önemli emekleri olan Bogdan Tanjevic de katılınca, onlar anlattı biz dinledik.
Öncelikle Sakarya’da bulunma nedeniniz olan; TBF Uluslararası U16 Turnuvası’yla başlayalım; Avrupa’da bu yaş kategorisindeki en önemli turnuva olarak gösteriliyor, siz ne düşünüyorsunuz?
Bu turnuva milli takımlar için bulunmaz bir nimet diyebilirim. 16 yaş altı kategorisindeki çocukların öncelikle tecrübe kazanması hedeflenir. Yazın oynayacakları kıta şampiyonaları öncesinde hem maç tecrübesi kazanıyorlar hem de baskıyla baş etmesini öğreniyorlar. Ben de bu yüzden turnuvayı yerinde takip etmek istedim. Ev sahibi ülke Türkiye olunca zaten organizasyon konusunda hiçbir sıkıntının yaşanmayacağına emin olabiliyorsunuz. Bunun dışında bir de eski dostlarımla görüşmek gerçekten iyi geldi.
Sırbistan U16 takımını nasılı değerlendiriyorsunuz? Sırbistan’ın son yıllarda, altyapı şampiyonalarında bir düşüş yaşadığına dair yorumlar yapılıyor. Bu fikre katılıyor musunuz?
Her zaman olduğu gibi yine birçok genç ve yetenekli oyuncuya sahibiz. Örneğin; buradaki 16 yaş altı takımımız da ilginç ve takip edilmesi gereken isimlerden oluşuyor. Her ne kadar bunlar altyapı şampiyonaları da olsa oyuncuların gerçek anlamda tecrübe kazandıkları ve profesyonelliğe adım attıkları nokta tam da burası. Herkes bunun en kolay adım olduğunu düşünür ama aslında oyuncular için en zor aşamadır. Son dönemde İspanya ve Türkiye gibi ülkelerin altyapılardaki çıkışıyla eskisi kadar başarılı olamadığımız söylenebilir fakat sonuçta başarının tanımı sadece madalya kazanmaktan geçmiyor. Özellikle bu üç ülkeden yetişecek oyuncuların ileride Avrupa basketboluna yön vereceğine inanıyorum.
Geçen sene Türkiye’nin altın madalya aldığı Yıldız Erkekler Avrupa Şampiyonası’nı takip edebildiniz mi? Türkiye ve Sırbistan yarı final maçında karşılaşmış ve finale yükselen taraf Türkiye olmuştu…
Çok istesem de ne yazık ki turnuvayı yerinde takip edemedim ama maçların tümünü izledim. Kesinlikle gelmiş geçmiş en iyi U16 Avrupa Şampiyonalarından biri oldu. Hem Türkiye, hem de Sırbistan çok iddialı kadrolarla oradaydı ama kazanan taraf Türkiye oldu. Altın madalya kazanan takımda ileride çok iyi yerlere gelecek olan birçok oyuncu vardı. İsimleri telaffuz etmekte zorlansam da Okben Ulubay’ın çok etkili bir oyuncu olduğunu söyleyebilirim. Aslında bu başarı, yıllardır Turgay Demirel ve Bogdan Tanjevic’in yaptığı yatırımların bir sonucu olarak görülebilir. Türk basketbolunun son 15 yılda elde ettiği başarılar gerçekten ülke adına gurur verici.
Sırbistan’da altyapı milli takımlarında yer alan oyuncuların kulüplerinde de süre alabilmesi için antrenörlere baskı yapıldığı söylenir. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Aslında tüm ülkelerde aynı sorunlar yaşanıyor. Milli takımlara çağrılan oyuncular bazen kulüplerin, kısa vadeli ve sonuca yönelik planları içerisinde kendilerine yer bulamıyorlar. Tam da bu noktada, ülke başarısı için kulüplerin de aktif rol oynaması gerekiyor. Milli takıma çağrılan oyuncuların yetenekli oldukları yadsınamaz fakat onların da sadece bu yeteneğe güvenip çalışmayı bırakmamaları gerekiyor. Federasyon olarak kulüplerle milli oyuncular için diyalog içerisinde olduğumuz doğrudur ama “Şu oyuncuyu oynatın, bunu oynatmayın” gibi şeyler de söylemiyoruz tabii ki.
Yıllarca savaşlardan dolayı acı çekip bölünmeler yaşayan Balkanlarda basketbol da bu durumdan fazlasıyla etkilendi. Son dönemde bu parçalanmaların daha az kana sahne olduğu görülse de hala basketbol üzerinde bir etkisi olduğu söylenebilir mi?
Evet, bu durum her şeyi olduğu gibi basketbolu da etkiledi. Negatif yönde ne kadar etkisi olduğunu tam olarak kestiremesem de iyi yönde herhangi bir yardımının olmadığı kesin. En basitinden Karadağ ile yaşanılan ayrılığın ardından basketbolda da yeniden bir yapılanmaya gidildi. Ben de son 2 senedir aktif olarak bu çalışmaların içerisinde yer alıyorum. Bu devam eden süreçte alınan her kötü sonucun buna bağlanması da doğru olmaz. Mesela Eurobasket 2013’ün eleme maçlarında çok iyi bir performans sergilemedik ama 4-5 senedir beraber olan oyunculardan kurulu bir takıma sahibiz ve gelecek için umutluyuz. Artık bu aşamayı atlatıp, yine herkesle başa baş mücadele ettiğimiz günlere döndük.
Sırbistan’ın son yıllarda istikrarsız bir performans sergilemesinin nedenlerinden biri olarak; sizin oynadığınız döneme kıyasla basketbolun daha da hızlanmış olmasını gösterebilir miyiz?
Aslında kıyaslama yapmak zor. Evet, oyun daha da hızlandı ama bence en büyük fark; artık basketbol tamamen taktiklere bağımlı bir oyun haline geldi. Bazen bu kadar derine inmek saçmaymış gibi geliyor. Artık basketbol için durmadan kafa patlatmak gerekiyor; hâlbuki bu oyun insanların sandığı kadar da karışık değil.
Basketbolun ne kadar basit bir şekilde oynanabileceğinin en önemli temsilcisi olabilir misiniz?
Olabilir ama buradaki ‘basit’ kelimesi aslında ‘en zor’ anlamına geliyor. Ben yıllarca bu oyunu en basit haliyle oynamaya çalıştım ve bunu yapabilmek hiç kolay değil. Sanırım bunu yapabildiğinizde gerçekten bir şeyleri başarabiliyorsunuz. Futbolu da çok yakından takip ettiğim için oradan örnek vereyim; mesela Zinedine Zidane futbolu en basit haliyle oynadığı için bir efsane oldu. İnsanlar her zaman Zidane’ın oyunu için; “Bunda ne var ki? Sahaya çıkıp ben de aynısını yapabilirim, çok basit” deyip durdular. Aslında en zoru işte onu yapabilmekti. Basitlik her zaman basit gibi görünür ama ancak onu başarabilince efsane oluyorsun.
Peki Bodiroga kariyerine henüz başlamış olsaydı; günümüz basketbolunda da aynı derecede başarılı olabilir miydi?
Şüphesiz ki olurdu. Aslında kariyerim boyunca buna benzer soru işaretleri oldu. Örneğin; hücum süresi 30 saniyeden, 24 saniyeye inince zorlanacağımı ve eskisi kadar başarılı olamayacağımı konuşup durdular ama 24 saniyeye geçilmesinin ardından daha fazla şampiyonluk yaşadım. Bana özel savunma önlemleri alındığında da aynı şeyleri söylediler fakat sanırım bunlar da işe yaramadı.
“Bizim bir Tanrı’mız var, o da Bodiroga” şeklide adına şarkı yazılmış oyuncu sayısı azdır sanırım…
Biri bunu söyleyince çok utanıyorum aslında. Taraftarların bana bir şeyler adamış olması gerçekten çok güzel ama sonuçta ben de inançlı bir adamım. Benim de bir Tanrı’m var ve o ben olmadığıma göre galiba benim inandığım gerçek olan Tanrı. O beni bu yeteneklerle yarattı, ben de onlara ihanet etmeyip en iyi şekilde kullandım.
Tanrı konusundan devam edersek; “NBA’e gidip bir peygamber olmak yerine, Avrupa’da kalıp Tanrı olmayı seçti” diye yapılan genel bir yorum daha var. Kariyeriniz boyunca en çok karşılaştığınız sorulardan biriydi ama; NBA’e gitmeme nedeninizi bir kez daha dinleyebilir miyiz?
Aslında olayın içindeyken çok fazla sağlıklı düşünemeyebilirsiniz fakat şimdi bakınca; kararımdan hiç pişman olmadığımı bir kez daha söyleyebilirim. Bir oyuncu olarak kazanabileceğim tüm başarıları elde ettim. Bunlar fazlasıyla tatmin ediciydi. Bunların dışında Avrupa’da birçok ülkeyi gezme şansım oldu. Kocaman bir aile edindim, çok iyi dostlarım oldu ve yeni diller öğrendim. Bunlar benim için tadılabilecek en güzel duygulardı. NBA’e fazlasıyla saygı duyuyorum ama 1995 yılında Sacramento Kings beni draft ettiğinde oraya gitmek için hazır olmadığımı düşünüyordum. Avrupa’da daha fazlasını yapmam gerektiğini hissediyordum. Herkes benim iyi bir oyuncu olduğumu söylüyordu ama henüz doğru dürüst bir başarı da elde etmemiştim. Öncelikle bunu kendime kanıtlamam gerekiyordu. Hiçbir şampiyonluk elde edememiş ‘ama çok iyi bir oyuncu’lardan biri olmak istemiyordum. Sonra bunları başardım ve 2002 yılında NBA’den çok ciddi teklifler aldım. Özellikle Rudy Tomjanovich beni Houston Rockets’a getirtmek istiyordu. O sırada Barcelona’dan bir telefon aldım. Bana çok önemli hedeflerinin olduklarını ve Avrupa’da kupa kazanmak istediklerini söylediler. Bu yüzden beni de kadroda istiyorlardı ve dürüst olmak gerekirse; bu teklif bana NBA’den daha zorlayıcı ve cazip geldi. Ben de bavulları toplayıp İspanya’ya gittim.
NBA’e gitmeme kararınız “Risk almıyor” diye eleştirildi hep ama Avrupa’da birçok farklı takıma gitmiş olmanız da bir risk değil miydi? Aslında her zaman risk alıp, sonunda da başarılı olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Aynen katılıyorum. Her zaman bu başarıyı nereye kadar devam ettirip ettiremeyeceğimi sorguladılar. NBA’e gidersem sıradan bir oyuncu olacağımı söylediler ama ben Rüya Takım’a karşı da oynayıp şampiyonluk elde ettim. Barcelona’ya gitmeyip Panathinaikos’ta da kalabilirdim ama dediğiniz gibi; her zaman beni zorlayabilecek farklı bir hedef aradım ve sonunda da onlara ulaştım. Asıl risk bunlardı.
Her şampiyonluk özeldir ama bazıları, arkasında yer alan hikâye ile bir adım öne çıkar. Sizin kariyerinizdeki en özel şampiyonluk hangisiydi?
Milli takımı baz alırsak; 2002’de Dünya Şampiyonu olmamız kesinlikle ilk sırada gelir. Öncelikle ABD’yi kendi evlerinde mağlup etmiştik. Ardından finalde tarihin en iyi jenerasyonlarından birine sahip olan Arjantin’i geçip Indianapolis’te şampiyon olmuştuk. Bu madalyanın anlamı gerçekten büyüktü. Kulüplerde ise sanırım en önemlisi; Barcelona’yla yaşadığım Avrupa Şampiyonluğuydu. Üzerimizdeki baskı inanılmaz derecede fazlaydı ama o takımın herkese göstermesi gereken bir şey vardı ve bunu başarmıştık. O takım bu kupayı gerçekten hak etmişti.
Kariyeriniz başarı ve mutluluklarla dolu olsa da hiç ümitsizliğe kapılıp kendinizi gerçekten yetersiz hissettiğiniz zamanlar oldu mu?
Kesinlikle oldu. Özellikle kariyerimin ilk senelerinde durmadan kaybediyordum. Art arda iki kez Koraç Kupası’nın finalinde kaybetmiştik. “Bu ne yani? Ben bunun için mi buradayım? Durmadan kaybeden bir adam mı olacağım?” diyordum. O sıralarda ailemden uzak kalmak da iyice zor gelmişti fakat arkamda beni destekleyen ve bana güvenen çok önemli biri vardı. Bogdan Tanjevic beni tam anlamıyla sıfırdan yarattı. Benim önümde zorlu bir yol vardı ama Tanjevic’in benim gibi genç bir oyuncunun arkasında durması daha da zordu. O bana güvenip destek çıktı ve ben de hem onu hem de kendimi utandırmadım.
Koç, Bodiroga’nın dediği gibi ona kendini gösterme şansını veren ilk antrenör sizdiniz. Bir efsanenin ilk adımlarını atmasına yardımcı olan biri olarak ne demek istersiniz?
Tanjevic: Bazı isimler gerçekten sadece bir oyuncudan fazlasıdır. Aileden biri gibi hissedersiniz. Bodiroga da aynen öyleydi. Antrenmanlarda izleyip daha fazla süre alması gerektiğine inanıyordum. Olimpia Milano başarılı olmak istiyordu ve bunun için de Bodiroga’nın oynaması gerekiyordu. Ben de ona bu şansı verdim. Doğrusunu söylemek gerekirse; o bu şansı kendi elde etti.
Bodiroga: Koç, kesinlikle alçak gönüllülük yapıyor. Yaptığı iş cesaret gerektiriyordu. Sadece bana değil birçok genç oyuncuya bu şansı tanıdı. Şimdi, onun yetiştirdiği oyuncuların çok özel adamlar olduğu konuşuluyor ama onlar 10 sene önce de özeldi ve bunu o zaman sadece Tanjevic söylüyordu. Dediği gibi orada gerçekten bir aile gibiydik. Basketbolda bunların örneği çok kalmadı. Bence o kadromuz bu anlamda Avrupa’daki son örneklerden biriydi.
Hazır ikinizi bir arada yakalamışken; Olimpia Milano ile Efes Pilsen’e karşı kaybedilen Koraç Kupası’nın finalinin hikâyesini de dinleyebilir miyiz?
Bodiroga: O sezonun öncesinde Alba Berlin’e kaybetmiş ve bu yüzden Efes Pilsen’e karşı bayağı hırslanmış bir şekilde çıkmıştık. Bu sefer kaybetmek istemiyorduk ama bu kez de bir sayıyla şampiyonluğu kaçırdık. Gerçekten çok üzülmüştüm.
Tanjevic: Aslında o aralar hep kaybediyorduk, bu da onlardan biriydi.
Bodiroga: Evet, İtalya Ligi Şampiyonu olup ilk kupayı kaldırana kadar zor zamanlar geçirmiştik.
Tanjevic: Doğruyu söylemek gerekirse; şimdi baktığımda Efes Pilsen’in kazanmış olmasına seviniyorum çünkü bir Türk takımının Avrupa’da kazandığı ilk kupaydı ve değeri onlar için daha büyüktü.
Koç, kendisini birçok sefer Bodiroga’ya benzettiğiniz Emir Preldzic’de olduğu gibi Bodiroga’yı da oyun kurucu olarak oynatan ilk antrenör sizdiniz. Artık onlar gibi çok yönlü ‘point-forward’ların azaldığını düşünüyor musunuz?
Tanjevic: Evet, kesinlikle Emir oyun yönünden, Bodiroga’ya çok benziyor. Aslında her ikisinden de gerçek anlamda bir oyun kurucu yaratmak mümkündü ama onlar daha fazlasını yapabileceklerini gösterdiler. Bu tip oyuncuların ilki Toni Kukoc’tu. Hem forvet olup hem oyun kurmak kolay bir iş değil ama yapan için çok önemli bir avantaj sağlıyor. Ben Bodiroga’yı ilk sene sadece oyun kurucu olarak oynatmıştım ve en iyi oyunumuzu o yıl sergilemiştik. Bu oyuncuların azaldığı doğru ama şu anda bizim işimiz daha fazlasını bulup çıkarmak olmalı.
Tanjevic burada diye kendinizi baskı altında hissetmezseniz, kariyerinizde çalıştığınız en iyi antrenör kimdi?
Tanjevic: Aile içinde böyle şeylerin lafı olmaz.
Bodiroga: Yok, çok zor bir soru değil. Kendimi ailesinden biriymiş gibi hissettiğim kişinin ismini vereceğim tabii ki çünkü o sırada sadece bir adam benim arkamda bu kadar sağlam bir şekilde durdu. Tanjevic’e çok şey borçluyum. Bunun yanı sıra Obradovic ve Pesic gibi Avrupa’nın en iyi antrenörleriyle birlikte de çalıştım ama onun yeri ayrıydı.
Aile içinde tartışmalar da olur. Hiç aranızın bozulduğu oldu mu?
Tanjevic: İnan hatırlamıyorum, sanırım olmadı.
Bodiroga: Koç’la aranızın bozulma şansı pek olmaz çünkü sahada çok sağlam durur ve tüm oyuncular ona saygı duyar. Bu nedenle tartışmaya açık pek bir şey kalmaz. Saha dışında ise bu kadar eğlenceli bir adamla zaten tartışmak imkansız. Size karşı her zaman dürüst olan birine siz de tamamen güvenirsiniz ve onun sözünü dinlersiniz. Aslında şu anda basketboldaki en büyük sorun bu sanırım. Oyuncular artık antrenörlerini dinlemiyorlar. Varsa yoksa; menajerler… Yani iyi bir oyuncu olmak istiyorsanız öncelikle antrenörünüzü dinlemeniz gerekir, en azından ben böyle yapıyordum.
Tanjevic: Evet, kulağa çok klişe gelebilir fakat antrenör bir baba gibidir. Oyuncuyu her zaman kollar ve ona yol göstermeye çalışır. Son yıllarda bu ilişki biraz değişmiş olsa da aradaki sevginin tamamen kaybolmaması için hala şans var.
Bodiroga: Yine klişe olacak ama her şey sevgiyle oluyor. Bu laflar boşa klişe olmamıştır herhalde.
Koç’un aksine kariyerinizde hiçbir Türk takımında yer almadınız. Ülkerspor’dan teklif aldığınız söylenir hep; kariyeriniz boyunca direksiyonu hiç Türkiye’ye doğru çevirmeyi düşünmediniz mi?
Bodiroga: Evet, teklifler oldu. Ben de buraya deplasmana gelmeyi çok seviyordum çünkü taraftarlar ve atmosfer gerçekten çok güzeldi. Fakat o sıralar kafamda başka hedefler vardı. Burada Türk takımlarına karşı çok da iyi maçlar çıkardım. Çok güzel anılarım var ama sonuç olarak kariyerimde Türkiye ile yollar bir türlü kesişmedi.
Son olarak; yine, Tanjevic’in aksine biraz kilo aldığınızı görüyoruz. Basketbolu bıraktıktan sonra formu korumak gerçekten zor mu?
Bodiroga: Evet, biraz kilo aldım ama sanırım bu normal. Aslında daha da kiloluydum ama son dönemde biraz daha dikkat ederek zayıfladım.
Tanjevic: Artık tam bir ‘point-forward’ fiziğine sahip oldun.
Bodiroga: Bu aynı zamanda 4 numara da oynayabileceğim anlamına geliyor sanırım.
Tanjevic: Hala oynayabileceğini hepimiz biliyoruz.
Bodiroga: Aslında 2009’da bununla alakalı ilginç bir olay da yaşadım. Euroleague Final Four’u için Almanya’ya gitmiştim. Bara oturdum ve Panathinaikos – Olympiacos maçını beklemeye başladım. Olympiacoslular beni görüp, şok oldular. Panathinaikos forması giyerken benimle ilgili pek de iyi anıları yok sanırım. “Hayır, yine mi? Oynamıyorsun değil mi?” dediler. Demek ki o kadar da kilolu değilmişim. Daha zayıflar mıyım bilemiyorum ama daha fazla kilo almamak için çalışıyorum.
Kaynak: Burak Şahin – Kerem Şahin / TBF
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Kalp krizi nedeniyle hayatını kaybeden başpehlivan Ali Altun, son yolculuğuna uğurlandı...
Taha Akgül, Türkiye Güreş Federasyonu başkanlığına adaylığını duyurdu
Tüm dünyada fenomen haline geldi: Görünüşümüz rahat olabilir ama içimizde fırtınalar kopuyor
Mike Tyson – Jake Paul boks maçı hangi kanalda, ne zaman, saat kaçta?
Kırkpınar Başpehlivanı Yusuf Can Zeybek, hamam geleneğini bozmadı