Uğruna savaşlar yapılan, kitaplara konu olan, şarkılar yazılan Doğu'nun Paris'i: Beyrut

Paris, Paris olduğundan beri, Doğuda gelişen, göze çarpan neredeyse her şehir için, Doğunun Parisi tanımlaması yapılır. Peki neresidir Doğunun Parisi? Aslında birçok yer için söylenir, hatta ülkemizdeki bazı şehirler için bile... Ama ben size o tanımın asıl sahibini, Doğunun Parisi denilen yerin gerçekte neresi olduğunu söyleyeyim: Beyrut... Lübnanın başkenti Beyrut, kitaplara konu olmuş, üzerine şarkılar söylenmiş, savaşlarda büyük acılar çekmiş ve birçok Hollywood filminde adı geçmiş bir şehir. Ben de üç arkadaşımla birlikte Doğunun Parisine gittim... Beyrut'u merak ediyorsanız, kulaklığınızı takın ve Lübnan İç Savaşına ithafen yazılmış olan, Fairouzun muteşem sesiyle Le Beirutu dinleyin. Dinlerken bir taraftan da yazının devamını okuyun...Beyrut ismini duyduğum anda heyecanlanmıştım. Sonuçta bildiğimiz, haberlerden öğrendiğimiz Beyrut daha yakın tarihe, 90lı yıllara kadar çok acımasız bir iç savaş tecrübesi yaşamıştı. Hafızamıza savaş ve suikastlerle kazınmış bir şehir. Uçak sabaha karşı Refik Hariri Havalimanına indi. Burada karşınıza çıkan görevliler size ilk başta biraz sert görünebilir. Tabi ki önyargı!.. Biz Beyruta 4 günlüğüne, tur şirketiyle gittik. Tur şirketiyle gittik ama tümüyle bağımsız hareket ettik... Birçok yere tur şirketleri, bireysel gitmekten daha uyguna gelebiliyor. Yani uçak biletiniz, havalimanından transfer, kalacak yer gibi sıkıntıları hiç düşünmüyorsunuz. Size önerim ara sıra kampanyaları takip edin. Sonuçta gidince de tura bağlı kalmak zorunda değilsiniz. Havalimanından çıktıktan sonra ilk iş kahvaltı yaptık. Şehri görür görmez seviyorsunuz. Akdeniz iklimi, çok da yabancılık çekmiyorsunuz. Kahvaltının ardından Beyrut gezisi resmen başladı. İlk olarak sahil bölgesinde bulunan Güvercin Kayalarına gittik. Daha doğrusu turla götürüldük. Burası Beyrutun simgelerinden. Bolca fotoğraf çekin -tabii en turistik noktalardan biri olduğu için biraz kalabalık, sabretmeniz gerekiyor-. Manzara eşliğinde fotoğraf işlerimizi hallettikten sonra marina bölgesine geçtik. Marinanın olduğu bölge kentin en lüks yerlerinden... Marinadan sonra ise şehir merkezi... Genelde de görülüyor ama şehir merkezinde silahlı askerler, zırhlı araçlar, hatta siperler ve barikatlar daha çok göze çarpıyor. Biraz garip görülebilir ancak Beyrut gerçekten de çok acılar çekmiş. Tüm bu silahlı askerler ve yüksek güvenlik de sanırım, Lübnan devletinin vatandaşlarına, güvende hissettirme çabası... Ülke çok zor bir bölgede olunca, -bir tarafı Suriye, bir tarafı da İsrail- güvenlik çok önemli oluyor. Lübnan kendi içinde de Hıristiyan, Müslüman ve bu iki dinin birçok mezhebine ev sahipliği yapıyor. Özellikle de Beyrut... Ama korkulacak hiçbir şey yok!.. Biraz zaman geçirince gerçekten güvenli bir şehir olduğunu anlıyorsunuz. Şehir merkezinde Lübnan Parlamentosu, Beyrut Belediyesi, Katedraller, bolca kafe ve restoran var. Önce Şehitler Meydanının yanındaki Muhammed El Emin Camiini gezdik. Suikaste kurban giden, Lübnanın yeniden doğuşunun simgesi Başbakan Refik Haririnin mezarının yanındaki cami, mavi kubbesiyle çok etkileyici. Caminin hemen yanında Şehitler Anıtı var. Heykel savaş döneminde kurşunlara hedef olmuş. O kurşun izleri, savaşın çirkin yüzünü göstersin, ibret olsun diye onarılmamış, öylece bırakılmış. Camiyi gezdikten sonra ünlü saat kulesinin olduğu meydana, Nejmen Meydanına geçtik. Saat kulesi şehrin simgelerinden. Bu bölge o kadar nizami ve temiz ki, kendinizi bir Avrupa ülkesinde hissediyorsunuz. Birçok kültürün ve dinin bir arada olduğu Beyrutta cami ve kiliseleri yan yana görüyorsunuz. Beyrut, bir tarafta lüks yaşamı, diğer tarafta yoksulluğu ve farklı yaşam tarzlarını görebileceğiniz, batı ile doğunun karışımı bir şehir. Bir tarafta modern giyimli kadınlar diğer yanda çarşaflı kadınlar. Sanırım yaşanan savaş tecrübesinden olacak ki şehirde hoşgörü hakim. Mesela biz kaldığımız dört gün içinde, ufak çaplı birkaç trafik kazasına denk geldik ama bir kere bile araçlardan inip de kavga ettiklerini görmedik. Üstelik Beyrutlular lükse düşkün ve kullandıkları araçlar da aşırı lüks ve pahalı! Down Town çok temiz ve nizami... Fransız etkisinden olacak ki, Beyrut'un bazı bölgelerindeki mimari ve lüks alışveriş merkezleri Paris sokaklarını andırıyor. Zaten şehirde Fransızca da konuşuluyor. Her an birileri size, Bonjuor Habibi diye seslenebilir... Beyrutta konaklama seçenekleri çok. Bol yıldızlı otellerden, hostellere kadar birçok seçenek var. Şehir merkezini gezdikten sonra kalacağımız otele gittik. Otel Hamra bölgesindeydi. Hamra semti şehir merkezine çok yakın ve çok sayıda uygun fiyatlı kalacak yer bulabilirsiniz. Ancak bizim kaldığımız otelle ilgili bir not düşeyim buraya: Otelde, -başka otellerde de varmış- kullanım suyu olarak denizden arıtılan su vardı. Bunu yüzümü yıkarken farkettim. Neyse moral bozmak yok. Gezilerde her şey olabilir, keyfini çıkaralım. Otelde bir süre dinlendikten sonra akşam saatlerinde artık turdan bağımsız hareket etmeye başladık. İlk gün için rotamız Meryem Ana heykelinin bulunduğu Harissa bölgesi. Şehrin üst tarafında bir tepe. Dağın zirvesine yapılmış olan Meryem Ana heykeline teleferikle ulaşılıyor. Teleferiğe binince, yükseklik korkunuz varsa aşağıya bakmayın, çok yüksek. Çok katlı binaların arasından, tepeye çıktığınızda ise buraya gelmekle ne iyi etmişim diyorsunuz. Meryem Ana heykeli tüm ihtişamıyla sizi karşılarken, siz de Beyrutu izleme fırsatı buluyorsunuz. Yine bolca fotoğraf çektikten sonra çay- kahve içebileceğimiz bir kafeye oturduk. Manzara muhteşem... Kafe çalışanlarından biri Suriyeli bir Kürt... Türkiyeden geldiğimizi anladığında, bize eniştesinin taksici olduğunu, istersek uygun fiyatlara bizi her yere götürebileceğini söyledi. Zaten o sırada biz de, acaba ulaşım işini nasıl yapsak diye düşündüğümüzden öneriyi kabul ettik. Adam da bize samimi geldiği için diğer gün buluşmak üzere, taksicinin telefonunu aldık. Beyrutta ulaşım probleminizin olacağını sanmıyorum. Şehir içinde her yere otobüs ve dolmuşlar var. Benim size önerim ise taksi kullanmak. Ama taksicilerle mutlaka pazarlık yapın! En önemlisi de mutlaka duraklardan taksi kullanın, serbest dolaşan taksicilere pek güven olmuyor! Eğer şehrin Jeita, Baalbek ve Byblos gibi uzak bölgelerine gidecekseniz, -ki gitmelisiniz- kesinlikle taksicilerle pazarlık yapın. Beyrutta neredeyse herkes İngilizce ve Fransızca biliyor. Türkiyeden gelenleri de seviyorlar, anlaşmakta sıkıntı çekmezsiniz. İkinci gün, bir arakadaşımız talihsizlik yaşadığı için Türkiyeye dönmek zorunda kaldı. Biz üç kişi geziye devam ettik. Sabah erkenden taksiciyi aradık. Taksici de Suriyeden gelen bir göçmendi. Fiyatta anlaştıktan sonra Jeita Grotto Mağaralarına doğru yola çıktık. Mağaranın olduğu bölge şehrin dışında, yaklaşık 1 buçuk saatte ulaştık. Buna da değdi doğrusu... Mağaralar etkileyici birer doğa harikası. Mağara, kendi içerisinde alt ve üst olmak üzere ikiye ayrılıyor. Üstteki mağaraya teleferikle ulaşılıyor. Üst mağarada yürüyüş yolları var. Alt bölümde ise gölet var. Alt mağara kayıklarla geziliyor. Fotoğraf çekmek yasak!.. Mağarların olduğu yer Doğu Karadenizi andırıyor. Akan bir dere, yemyeşil doğa ve bolca fotoğraf... Mağaradan sonraki hedefimiz ise Byblos Antik Kenti... Byblos bir sahil kasabası. Şehrin yaklaşık 40 kilometre kuzeyinde. UNESCO dünya mirası listesinde yer alıyor. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Ne yazık ki biraz geçe kaldığımız için çok gezemedik. Byblosa gittiğinizde mutlaka balık yiyin, biz öyle yaptık. Küçük tarihi çarşıda hediyelik eşya da alınabilir. Ertesi gün için de taksiciyle saati netleştirdikten sonra gece geç saatlerde otele döndük. Üçüncü gün sabah yine erkenden uyandık. Bu kez rotamız Bekaa Vadisindeki Baalbek Harabeleri. Baalbek, şehrin doğusunda. Biraz uzak... Burası 1984 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Bu bölgeye turlar da yapılıyor. Tabi size önerim yine bir taksiciyle -güvenilir bir taksiciyle- anlaşarak, taksi kullanın. Ortalama 100 Dolar gibi bir rakam istiyorlar. Eğer 3-4 kişiyseniz mantıklı olabilir. Baalbek yolunda başka bir dünyaya seyahat ettiğinizi anlıyorsunuz. Hizbullah bölgesi... Yani Beyrut şehir merkezinde Batı tarzı bir yaşam varken iç kısımlara doğru ilerledikçe aslında Ortadoğuda olduğunuzun farkına varıyorsunuz. Yaklaşık 3 saatlik yolculuğun ardından muhteşem Baalbek Harabelerine ulaştık. Harabelere giriş, her yerde olduğu gibi ücretli. Ama merak etmeyin öyle çok pahalı değil. Baalbek'te, Jüpiter Tapınağı ve Baküs Tapınağı görülmeye değer. Biz burada epeyce vakit geçirdik. Her yer tarih... Muhteşem, görkemli yapılar. Fotoğrafa doyacağınız bir yer. Baalbekten akşam saatlerinde döndük. Beyruttaki son gecemiz olduğu için otelde biraz dinlendikten sonra amacımız gece dışarı çıkmaktı. Akşam yemeğinden sonra hazırlanıp, taksiyle Gemmayzeh bölgesine gittik. Barlar sokağı da diyebiliriz. Burası merkezde, Hamra bölgesine 15 dakikalık mesafede. Sokağa girdiğinizde canlılığı hemen fark ediyorsunuz. Şehrin eğlence bölgelerinden biri. Biz de birçok yere girip çıktık. Bar çalışanlarından çoğu, ataları Anadoludan buraya göçmüş olan Ermeniler... Türkiyeden geldiğimizi öğrendikleri anda daha yakından, daha sevecen davrandılar. Dedim ya Türkiye'den gidenleri seviyorlar. Biz gece geç saatlere kadar kaldık Gemmayzehte. Burada çok sayıda Avrupalı turist de var. Beyrutun gece hayatı çok renkli... Çok kaliteli gece kulüpleri de var küçük barlar da... Gezimizin son gününü ise şehre ayırdık. Otelden çıkıp kentin ara sokaklarında kaybolmaya karar verdik. Beyrutun arka sokakları diyebileceğimiz yerleri gezdik. Buralardaki binalarda savaşın izleri hala duruyor. Ayaklarımızın altı ağrıyana kadar yürüdük. Çarşıları, ara sokaklardaki, kafeleri, küçük dükkanları gezdik. Kısacası son günümüzü Beyrut sokaklarına verdik... Beyrut yemekleri Akdeniz mutfağından... Yemek seviyorsanız Beyrut mutfağından memnun kalacaksınız. Beyruta gidince mutlaka Falafel yemeyi de unutmayın. Ayrıca tatlılar ve mezeler de oldukça lezzetli. Beyrut'a yılın her ayında gidilebilir ama yaz ayları aşırı sıcak olabilir. Bana sorarsanız ya ilkbahar ya da sonbaharda gidin. Yapmanız gereken tek şey uçak biletinizi biraz erkenden almak. Bu arada, Beyrut ucuz bir kent değil. Türk lirası ile Lübnan parasını kıyasladığınızda ortaya bol sıfırlı rakamlar çıkıyor ama pahalılık aynı oranda olduğu için maalesef çok ucuz bir yer değil. Aşağı yukarı İstanbul gibi... Beyrut hem yakın, -İstanbula 1 buçuk saat- hem de vizesiz!.. Kesinlikle görülmesi gereken şehirlerden biri. Şu aralar da tam mevsimi, Doğunun Parisi için çantanızı hazırlamaya başlayın...