'En İyi Film' dalında Oscar adayı olan 9 filmin set noktaları

Filmin nerede çekildiği hem görsel olarak hem de senaryo açısından oldukça mühim. Filme hikayenin hissiyatını yansıtan, izleyiciyi bir zaman tüneline sokan veya gerçek dünyadan çıkaran en önemli faktörlerden set seçimi. Şimdi Okinawa'dan Miami'ye dünyayı geziyoruz... Bu senenin 'En İyi Film' dalında Oscar adayı olan yapımların set noktalarını sizler için derledik.Oscara aday filmler arasında Arrival, kuşkusuz en iyi bilim kurgu-gerilim filmiydi. Montananın geniş peyzajında yer alan film, evrenin enginliğini, hem insan ilişkileriyle hem de dünyamız ve diğer gezegenlerin arasındaki samimiyeti doğayla birleştiriyor. Eğer Bozeman, Montanaya giderseniz, siz de aynı duyguları hissedeceksiniz. Bu şehirde, Bridger Dağlarının vahşi hayatı, Montana Devlet Üniversitesi öğrencilerinin akınına uğruyor. Burası Bozeman Bira Fabrikası ve Zocalo Kahve Evi gibi tipik üniversite mekanlarına ev sahipliği yapan gerçek bir kolej kenti ancak nefes kesen bir manzara ile çevrili.Tüm güzelliği ve şaşırtıcılığıyla Bozeman, ruhunuzu keşfedebilmeniz için de mükemmel bir yer. Aynı adı taşıyan, ödüllü August Wilson oyununa dayanan Fences, 1950lerin Amerikan sivil hareketi sırasında ailesini destekleyen bir aile babasını anlatıyor. Film, çoğunukla işçi sınıfının yaşadığı yer olarak bilinen Pittisburghda çekildi. Ancak günümüzde, şehir sadece çalışkan geçmişi ile bilinmiyor. Pittisburgh, ileleme ve kültür merkezi haline geldi. ABDnin en yeşil 100 şehri arasında yer aldı ve dünyanın ilk yeşil kongre merkezi olan David Lawrence kongre Merkezine ev sahipliği yapıyor. Kent, çevresel gelişimin ötesinde, çeşitli kültürel miraslarını korumak için de oldukça fazla çalıştı. Ziyaretçiler, Heinz Tarih Merkezi'nde Pittsburgh'un yenilik deneyimini keşfedebilir ve dört kez James Beard Vakfı ödüllü adayı Chef Justin Severino tarafından işletilen Cure'deki Akdeniz mutfağından veya Morcilla'daki İspanyol mezelerinden yararlanabilirler. Hacksaw Ridge, 2. Dünya Savaşı sırasında düzinelerce insan hayatını kurtaran ABD askeri Desmond T. Doss'un gerçek hikayesine dayanıyor. Doss, Okinawa Muharebesinin ön saflarında hiç ateş etmeksizin, sadece askerleri kurtarmaya çalışan kahraman bir askerdi. Okinawa yarımadası, Pasifikteki en kanlı savaşlardan birini gördüyse de, şu an Doğu Çin Denizindeki en güzel mercan resifinin yaşam alanlarına sahip. Tarih tutkunları, dünya tarihinin gidişatını değiştiren bu savaşın bulunduğu Barış Anıtı Parkında vakit geçirebilirler. Plaj severler ise tüplü dalış yapabilir ve Churaumi Akvaryumunu keşfedebilir. Hell or High Water, birbirinden sinirli iki kardeşin, aile mülklerinin ipotek edildiğini öğrendiklerinde aldıkları önlemleri ve bu önlemler arasında mülklerini kurtarmak için banka soymalarını konu alıyor. Kardeşler, devletin batı kısımlarındaki küçük kasabaları dolaşıyorlar. Bu da Big Bend Ulusal Parkına uzak olmadıkları anlamına geliyor. Amerikanın batısının inanılmaz çöl manzaralarına bir örnek olan park, 451 kuş türü, 59 kaktüs türü ve Meksikaya birkaç giriş kapısı barındırıyor. Kanyonlar, dağlar ve eski toplulukların yerleşme kalıntıları bu alanın her yerini kaplıyor. Ayrıca, burada güneş battığında, görünen yıldızların keyfini çıkarmayı ihmal etmeyin. Hidden Figures (Gizli Sayılar), 1960 yılında NASAda çalışan üç Afrikalı-Amerikalı kadının, Dünyanın yörüngesine atılacak olan John Glennin başarıyla aktarılmasına yardımcı olmalarını ve NASA ile ulus genelinde oluşan ırkçı ve cinsiyete dayalı önyargılara itiraz etmelerini anlatıyor. Her ne kadar hikayenin birincil odak noktası olmasa da, bir kıyı kenti olan Hampton, Virginia, sadece doğal bir zeminden oluşuyor. Öceleri serbest kalan kölelere eğitim vermek için, sonra da yerli Amerikalılara eğitim sunmak için resmi olarak 1868de kurulan ve tarihte siyahi üniversite olarak geçen Hampton Üniversitesine de ev sahipliği yapıyor. Tarihsel önemi dışında Hampton, okyanus görüşleri, şarap imalathaneleri ile de bilinir. Eğer buraya giderseniz, Virginia Hava ve Uzay merkezini ziyaret edip, şehrin plajlarında vakit geçirip gününüzü de Mermaid Wineryde bitirebilirsiniz. La La Land, Hollywoodda hayallerini gerçekleştirmeye çalışan iki genç sevgilinin hikayesinden çok daha fazlası. Film aslında Los Angelesın bütün parlaklığını ve büyüsünü bizlere yansıtıyor. Hermosa Plajı'ndaki Deniz Feneri Kafesi ve L.A. merkezindeki Hollywood Merkezi Stüdyolarından Hollywood Dağı eteklerinde ünlü Griffith Gözlemevine kadar olan müzikal, yerli halka bir nostalji yaşatırken, Los Angelesı tanımayanlara ise sihrinden küçük parçalar gösteriyor. Oscara aday gösterilen bir diğer film olan Lion, Kolkata (Calcutta) yakınlarında yaşayan bir çocuğun gerçek ve kalp kıran hikayesini anlatıyor. Filmin baş karakteri, biyolojik ailesinden ayrılıyor ve Brezilyalı bir aile tarafından evlat ediniliyor. Yıllar sonra da, hiç tanımadığı akrabalarını bulmak için Hindistana geri dönüyor. Lion, bize Hindistanın geniş ve sağlam silüetini gözler önüne seriyor. Koklata, gecekondu bölgeleriyle, yoğun trafiğiyle ve zengin ile fakir arasındaki sosyo-ekonomik açıdan büyük farklarıyla biliniyor ancak şehirdeki güzellikleri de bulmak oldukça kolay. Pareshnath Jain tapınağı ya da Rahibe Teresa'nın Misyonu ve Ana Evi gibi yerler, Kolkata'nın manevi yanına ilham verici bir görüntü veriyor ve kentin renkli Diwali kutlamaları, oldukça sevinç ve heyecan uyandırıyor. Cape Annde küçük bir kasaba olan Manchester by the Seade çekilen ve adını da buradan alan film, kardeşini kaybeden ve yeğeninin bakıcısı haline gelen bir adamın hayatının nasıl tersine döndüğünü anlatıyor. Film trajik olsa da, görkemli Massachusetts sahiline övgüler yağdırıyor. Cape Ann, dört şehirden oluşur: Manchester by the Sea, Essex, Gloucester ve Rockport. Amerikadaki görkemli eski deniz fenerlerini görmek için ya da bir lobster(ıstakoz) havuzunda oturmak için Thacher Adası İkiz Fenerlerini ziyaret edebilirsiniz. Kendini keşfetmenin başyapıtı olan Moonlight, Miamide yaşayan ve yeryüzünde kendine bir yer edinmeye, bulmaya çalışan bir Afrikalı-Amerikalı bir çocuğun hikayesini anlatıyor. Filmin çoğu, şehir merkezinin kuzeyinde, düşük gelirli bir semtte geçiyor ancak Miamiye gelen ziyaretçiler, şehrin hareketli ve farklı yönünü görecektir. Miami sahili, müzik ve dikkatsiz okyanus sevdalıları ile doluyken, modern sanat müzeleri ve yenilikçi şefler tarafından işletilen restoranlar şehrin iç kısmını dolduruyor. Ziyaretçiler, Perez Sanat Müzesini gezebilir, Alterde çağdaş yemeklerin tadını çıkarabilir ve Pinolandiadaki klasik lezzetlerin tadını çıkarabilir.Miamide herkes için bir şeyler var, bu yüzden partinin tadını çıkarın!