Prof. Dr. Barış Erdoğan: “Aynı evde duygusal mesafeler büyüyor”
Modern zaman insanlık tarihinde bireylerin hiç olmadıkları kadar geniş insan çevreleriyle etkileşim içinde olduğu ama aynı zamanda bir o kadar da kendilerini bu kalabalıklar içinde yalnız hissettiği bir dönem. TDK’nın yılın kelimesi ilan ettiği ‘Kalabalık yalnızlık’ kavramı da tam bu durumu açıklıyor. Günümüzün büyük şehirlerinde yüksek nüfus, hızlı yaşam temposu, geleneksel mahalle ve komşuluk ilişkilerinin zayıflaması insanların birbirine yabancılaşmasına yol açtı. Aynı apartmanda, hatta aynı evde fiziksel olarak birbirine yakın bireyler arasında bile duygusal mesafeler büyüyor. Üstelik sosyal medya üzerinden yüzlerce ‘arkadaş’a sahip olmak, her zaman derin bir paylaşıma karşılık gelmiyor; aksine çoğunlukla bu etkileşimler yüzeysel ve ‘zayıf’ bağlar ağına dönüşüyor. Bize ne güvence veriyor ne de bir sıcaklık. Kalabalıklar içinde yalnız hissetmemek için bireysel çaba kadar yapısal değişikliklere ve politikalara yön verecek kamu idaresinin desteğine ihtiyacımız var. Bireysel olarak aile içinde ‘ekransız akşam yemeği’ kuralı getirebiliriz, sevdiklerimizle daha çok yüz yüze sohbet edebiliriz. Arkadaşlarımızla düzenli olarak küçük buluşmalar ayarlamak, beraber yürüyüş yapmak, kitap kulüpleri gibi etkinliklere katılmak da yalnızlık duygusuna karşı iyi gelebilir. Ama sorunun kökünde bazı yapısal meseleler var ve bunları aşmak için devletin, yerel yönetimlerin ve kurumların ciddi adımlar atması şart. Kentsel dönüşüm ve göç dalgaları derken yan komşumuzun kim olduğunu bile çoğu zaman bilmiyoruz. Belediyeler bu konuda öncü olabilir. Yalnızlığın hissedildiği en önemli mekânlardan biri de iş yerleri. Çalışanların birbirini tanıyabileceği atölyeler, takım çalışmaları ve sosyal etkinlikler düzenlense ‘sabah gel, akşam çık’ döngüsü biraz kırılır. Uzaktan ya da hibrit çalışanlar için düzenli yüz yüze toplantılar, ‘ekibin bir parçasıyım’ hissini güçlendirir. Son olarak gönüllülük ve dayanışma projelerini de unutmamak lâzım. Devlet kurumla-rından sosyal medyaya, belediyelerden iş yerlerine kadar tüm kurumların elini taşın altına koyması şart.
Caner Çakır: “Benzer kavramları daha çok konuşacağız”
Kalabalık yalnızlık terim olarak hayatımıza yeni girmiş olsa da insanlığın tarihi kadar eski bir histen bahsediyoruz. Günümüzde bu kavram fiziksel acı, açlık ve susuzluk gibi yoksunlukların sosyal eşdeğeri olarak kabul görmekte. Sosyal ihtiyaçlarımız en az temel ihtiyaçlarımız kadar önem arzetmekte. Mevcut zaman dilimi içerisinde bireyci bir topluma dönüşmemiz ve iş (çıkar) ilişkileri dışında diğer insanlarla ve hatta cansız neslerle daha az duygusal bağ kurmamız kaçınılmaz hâle geliyor. Bu da anlaşılma ve paylaşım ihtiyaçlarımızın yeterince tatmin edilmemesi anlamına gelir. Sonuç olarak büyük kalabalıklar hâlinde yaşıyor ama asla yanımızdaki kişinin bizim ne hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü, ne gibi duygusal ihtiyaçların açlığını çektiğimizi fark edemez bir forma büründüğünü görüyoruz. Ve üzülerek belirtmeliyim ki önümüzdeki yıllarda bu ve benzer kavramlar hakkında daha çok konuşacağımızı ön görüyorum. Halbuki bunun önüne geçmek bireysel ve nihayetinde toplumsal olarak mümkün. Kendimizi zaman zaman kalabalık yalnızlık içerisinde bulmamız muhtemel. Tıpkı bir konuda kaygılı olmak, bir şeye sevinmek ya da öfkelenmek gibi. Fakat bunun o zaman dilimi için kabul edilebilir ve normal düzeyde bir duygu mu; yoksa bir bozukluk mu olduğunun ayrımını yapmamız önemli.