‘Market yoğurdu yerine en sağlıklı olan kendi yaptığınız ev yoğurdunu tüketin’ gibi düşüncelerin evde yapılan her şeyin endüstride yapılandan daha iyi olduğu çıkarımına dayandığını ancak bu çıkarımın her durumda doğru olmadığını savunan Akdağ, öncelikle yoğurtla ilgili resmi tanıma bakmak gerektiğinin altını çizdi:
-- Yoğurt, Türk Gıda Kodeksi’ne göre fermentasyonda spesifik olarak ‘Streptococcus thermophilus’ ve ‘Lactobacillus delbrueckii subsp. Bulgaricus’ simbiyotik (ortak yaşam) kültürlerinin kullanıldığı fermente süt ürünüdür. Fermentasyonda Streptococcus thermophilus ve Lactobacillus delbrueckii subsp. bulgaricus'un birlikte kullanıldığı, inkübasyon sonrasında pıhtısı karıştırılarak kırılmamış (set) ya da kırılmış (stirred) formda elde edilen ve son tüketim tarihinde yeterli sayıda, canlı ve aktif bakteri bulunduran fermente süt ürünü…
-- Bu işin resmi tanımı… Özetlemek gerekirse ev yapımı yoğurttan elde edilebilecek en yüksek faydayı ve en steril koşulları sağlamanın tanımı diyebilirim. Market raflarında karşımıza çıkan güvenilir markaların ürünleri de bu tanıma ve Türk Gıda Kodeksi’ndeki ilgili diğer koşullara uygun olarak üretilir. Dolayısıyla market yoğurdu, yoğurttur.
Market Yoğurtları NEDEN UZUN SÜRE BOZULMUYOR?
Ebru Akdağ, “Market yoğurdu genellikle ev yoğurdu gibi ekşi tada sahip olmaması ve ev yoğurdu kadar kolay bozulmaması nedeniyle suçlanır. Halbuki bunların çok basit bilimsel açıklamaları bulunur” dedi. Akdağ, marketlerde satılan yoğurtlar hakkında çok fazla spekülasyon olduğu için, bu yoğurtların nasıl üretildiği ve neden daha uzun süre bozulmadan dayanabildiğini bir örnekle açıkladı:
-- Örneğin tiyatro sahnemiz süt olsun. Oyunun başarısı için sahne kusursuz olmalıdır; yani öncesinde her şeyin uygunluğu (kalite parametreleri, sıcaklık vb.) sağlanmıştır. Yani fabrikaya gelen süt, kalite parametreleri açısından kontrol edilir ve uygun olmaması durumunda reddedilir. Baş rollerde yoğurdun tanımında adı geçen laktik asit bakterileri var; biz onlara ‘Huysuz Strepto’ ile ‘Tembel Lacto’ diyelim. Bu iki kafadar ortak yaşam (simbiyosis) sürdürür; yani birbirlerine gelişimleri için ihtiyaç duydukları maddeleri sağlarlar. En büyük düşkünlükleri ise laktoz yani süt şekeridir.
-- Kahramanlarımız süt şekerlerini mideye indirirken sahneye ekşi bir koku yayılmaya başlar; sütün asitliği artmakta, yani pH’ı düşmektedir. Ortamdaki bu değişimden tedirgin olan ahali (diğer moleküller) bir araya gelerek protein kümeleri oluşturur ve böylelikle süt pıhtılaşmaya başlar. Asitliğin geldiği seviyeden şikayetçi olan Huysuz Strepto, adı üzerinde huysuzluk yapar ve oyundan çıkar.
-- Artık baş rolü kimseyle paylaşması gerekmeyen Tembel Lacto şovuna devam eder. Ta ki oyunun sonuna gelinmesiyle sahne soğutulana kadar. Soğukta oynamaktan hoşlanmayan Tembel Lacto, adeta bir kış uykusuna yatar ve perde! Yani endüstriyel yoğurtların zor ekşimesinin sebebi temelde, bakterilerin kendi oluşturduğu aside dayanamaması ve soğukta çok yavaş çalışmasıdır. Bu oyuna katılan bir koruyucu yoktur! "Eskiden aldığımız yoğurtlar neden çabuk ekşirdi?" diye sorabilirsiniz. İşte bu da ikinci kahramanımızın lakabında gizli; tembel bakteriler.
Yani Tembel Lacto buzdolabı koşullarında hâlâ yoğurdu ekşitebilse de bunu eskiden kullanılan kuzenlerine göre çok daha yavaş yapar. Et ve Süt Kurumu’nun paylaştığı verilere göre çocukluk döneminde günlük olarak tüketilmesi gerekli süt-yoğurt miktarı; 1-3 yaş arası 500 gram, 4-15 yaş arası ise 400 gram. Yaşlılık döneminde günlük tüketilmesi gerekli süt-yoğurt miktarı ise hem erkek hem kadınlarda 45-65 yaş arası 350-400 gram, 65 yaş ve üstü kişilerde de 400-500 gram.