BAŞKASININ PRİMİNİ BEN NİYE ÖDÜYORUM?
2017 yılına kadar sigorta şirketleri, trafik sigortasında, primleri serbest piyasa koşullarına göre serbestçe belirliyorlardı. Böylece hasarlı sürücü ya da iyi sürücü, hasarsız sürücü ya da kötü sürücü ayrımı yapıyor; hasarlı sürücüye yüksek prim, hasarsız olana düşük prim veriyorlardı. Sorun yoktu. Ne zaman ki, hasarlı sürücülerin primleri olması gerektiği gibi artınca, yanlarına esnaf konfederasyonu gibi kimi sivil toplum kuruluşlarını da alıp (tabana şirin gözükeceksin ya) yaygara koparmaya başladılar. İş büyüyücünce, ‘bundan sonra primleri ben belirleyeceğim’ diyerek, kamu devreye girdi ve tavan fiyat uygulaması getirdi. Sigorta şirketlerine de, ‘belirlediğim tavan fiyatın üzerine çıkamazsın’ dedi. İşte o tarihten bu yana bizler, yani 22 milyon sürücü, yaygara koparan 1.2 milyon sürücünün primlerini her yıl paşa paşa ödüyoruz.
SİSTEM KÖTÜ SÜRÜCÜYÜ KOLLUYOR
‘Ben anlamadım nasıl biz ödüyoruz?’ diyenlere daha basit anlatayım. Sigorta şirketleri, trafik sigortasından aldıkları primleri bir havuzda topluyor ve bu havuzdan hasarları ödüyor. Son yıllarda yüksek enflasyon, döviz kurundaki artış, sigorta tahkim komisyonundan kaynaklı giderler gibi pek çok nedenden –ki, son olarak buna kanuni faiz oranının yüzde 9’dan yüzde 24’e çıkması da eklendi- hasar maliyetleri artınca; havuzdaki para hasarları ödemeye yetmedi. Hatırlatayım, bu hasarları yaparak trafik sigortasındaki maliyeti artıran işte bu 1.2 milyon sürücü. Bu sefer ne oldu? Sigorta şirketleri hasarları karşılayabilmek için havuza giren primleri artırma yoluna gitti. Hasarlı sürücüler için kamunun koyduğu tavan fiyatın üzerine de çıkamadıklarından; iyi sürücü, kötü sürücü ayrımını bıraktılar, herkese neredeyse tavandan primler çekmeye başladılar.