Tan Taşçı: Sevgili değil, eşimi arıyorum
‘Harbiye Açıkhava’ konserleri denince akla artık onun ismi geliyor. Geçen senelerde Açıkhava’da en çok konser veren isim olarak adını zirveye yazdırdı. Biletleri her seferinde tükendi. Hayranları şarkılarını bir ağızdan avaz avaz söyledi. Bu sene ona sahnede ‘Başkanlar Korosu’ eşlik ediyor. Hürriyet'ten Hakan Gence, yakında yeni şarkısı ‘Herhalde’yi çıkaracak olan Tan Taşçı ile olay yerinde, yani sahnesinde buluştu. Bodrum’da açacağı vegan restoranı, başarılarını, hayatını ve sırrını konuştu.. Taşçı “Kendimizle savaşarak başarımızı diri tutacağız” diyor. (Fotoğraflar: Serkan KIZILKAYA)
Geçtiğimiz hafta sonu 2 gün üst üste Harbiye Açıkhava sahnesindeydi. Bayram tatili yeni başlamış, şehir boşalmış... Buna rağmen konser biletleri günler öncesinden tükenmiş. Sanki İstanbul’da kalanlar gece Tan Taşçı konserinde buluşmak üzere sözleşmiş.
Bu benim onu sahnede ilk izleyişim olacak. Yeni bir konser serisine de başlamış ‘Başkanlar Korosu’... “Önce gel izle, ertesi gün buluşur, röportajı yaparız” diyor. Konser 21.00’de. 3 saat önce soluğu olay yerinde alıyorum.
Harbiye’de kulisin, orkestranın, sanatçıya yakın isimlerin beklediği, sahne arkası bir alan var... Girişinde beni basın danışmanı Zeynep (Altınçekiç) karşılıyor. Boynuma bir misafir kartı asıyor, burada her yere giriş anahtarım buymuş, “Sakın çıkarma” diye uyarıyor.
Telefonları durmuyor
Birçok konserin sahne arkasında vakit geçirdim. Ama ilk kez böyle bir kalabalık görüyorum. Nereden baksan 100’ün üzerinde kişi var. Ekibin 80 kişiden fazla olduğunu öğreniyorum. 18 kişilik orkestra, 20 kişilik teknik ekip, fotoğrafçılar, videocular, organizasyon ekibi... Bir de koro... Onlar da 30 kişi. Her şey çok profesyonelce ilerliyor. İçeriye fotoğrafçıyla giriş yok. Çünkü kendi fotoğrafçıları, backstage kameramanları var.
Menajerleri Ecmel (Kayahan) ve Onur’un (Özışık) telefonları bir an durmuyor. Bilet bulamayanlar nasıl gireriz diye onlara ulaşmaya çalışıyor. Ama nafile, yer yok.
Herkes ‘Başkan’ diyor
Tan 18.30 gibi geliyor. Üzerinde sahnedeki kostümlerine çok yakın bir kıyafet var. Hafif bol ve rahat. Birkaç saat sonra binlerce kişinin karşısına çıkıp şarkı söyleyecek o değilmiş gibi sakin. Oturuyor, sakinliği bana da huzur veriyor.
Herkes Tan’a, o herkese “Başkan” diyor. Korosunun isminin ‘Başkanlar Korosu’ olma sebebi de buymuş, “Ankara’dan kalma bir jargon. Arkadaşlarımın da hoşuna gitti onlar da bana ‘Başkan’ diye hitap etmeye başladılar” diyor. Bu sırada önceden sipariş ettiği pideler geliyor. Bana da uzatıyor, pideler vegan tabii... Bir de ince belli bardakta çay söylüyor.
Zaten sahne arkası da onun beslenme tarzının bir yansıması gibi, alkol falan yok. Çay, kahve, meyve suyu hatta ıhlamur var...
Saat 20.00’ye doğru o son hazırlıklar için kulisine giriyor, Harbiye’nin de kapıları açılıyor. Sahne arkasında hummalı bir koşturmaca. Dışarıdan alkışlar, ıslıklar ve çığlıklar... Seyirciler arasında yerimi alıyorum. Bu tarz çığlıkları ve izleyici tepkisini en son Tarkan konserlerinde gördüğümü düşünüyorum. Ve perde açılıyor.
Dev bir gong var sahnede. Almanya’da bulmuş, getirtmişler, burada üzerine farklı bir tasarım uygulanmış. Önce o gong çalıyor ardından çığlıklar, Tan sahneye çıkıyor. En sevilen şarkıları arasında bir yolculuğa başlatıyor izleyicileri. Koronun eşlikleri, ellerinde mumlar, arada sahnede patlayan alevler... Adeta bir ayin izliyor gibiyiz. Büyüleyici bir atmosfer. Her şarkıyı öyle güçlü okuyor ki... Sesi gerçekten bu kadar iyi mi çıkıyor yoksa playback mi yapıyor diye ağzını okuyup onu yakalamaya çalışıyorum. Ama canlı canlı söylüyor. ‘Yalan’ı söylediğinde de bütün Harbiye adeta kopuyor.
Ertesi gün yeniden alandayım. Bu sefer karşılıklı oturuyoruz, başlıyorum sorularımı sormaya...
* Son 3 senedir özellikle Harbiye konserlerinin etkisiyle de eski şarkıların yeniden dillere dolandı. Yeni şarkıların patladı. Dün sohbet ederken de “Ben artık Tan Taşçı markasına yetişmeye çalışıyorum” dedin. ‘Tan Taşçı’ markasının, Tan’ın önüne geçtiğini düşündüğün oluyor mu?
Bahsettiğin 3 yıl böyle geçti. Sahnedeki Tan, bir yere gitmeye, ben de onun peşinde, ona yardımcı olmaya başladım. Başka bir hayat yaşamaya başladığım kesin, daha sorumlu ama bu bir şikâyet olarak algılanmasın. Başarı geldiğinde çok sevinemedim de... Evrene ayıp olur diye düşünüyorum.
* Bu kadar hassas olmasan mı? Evrene edilen ayıbı düşünmek nasıl bir şey?
Yaptığımız işlere, projelere inanıyorduk, sabrediyorduk. Güzel sonuçlara kavuştuk, çok sevinmeyelim ki evren bizi yanlış anlamasın kafasındayım. Çok sevinmemek gibi çok üzülmemeyi de öğreniyorsun. Denge kurmaya başlıyorsun.
* Bodrum’da sakin, kendi halinde yaşıyorsun. Sahnedeyse bambaşka birine dönüşüyor, şarkılar söylüyorsun. Bu iki Tan arasındaki ilişki nasıl?
İki Tan da ayrı boyutlarda ama birbirleriyle paralel yaşıyor sanki. Sahnedeki Tan, sakin hayat yaşayanın muhabiri gibi, sahnede onun yaşadıklarını dinleyiciye aktarıyor. Yani özel hayatımda yaşadıklarım şarkılarıma, kariyerime ve sahneye de yansıyor. Saklarsan samimi olmuyor zaten. Kendi içimde dengeleyici bir düzenim var. Hayata yetebilmeye çalışıyorum. Mesela çöpümü ayrıştırıyorum, kompost yapıyorum, yemeğimi pişiriyorum, temizliğimi yapıyorum. Bu biraz kendini tamamlamakla alakalı. İnsan kendini fazla abartmamalı.
* 18 yılda çok şarkı verdin başkalarına, birçok hit çıkardın. Ama konserlerle bambaşka bir şey haline geldin. Bunu istiyor muydun?
Her başarı hikayesinin ortak noktası aslında hep işinin arkasında duran, azmeden, sabreden, birilerinin kazanıyor olması sanırım. Ardından hikâyesi gelişiyor. Ben de hikâyemi sabretmek ve doğru bir konsantrasyonla işimi yapmak olarak seçtim.
* Hikâyeni nasıl anlatırsın?
Başarı insanın bir yandan istediği, bir yandan da ‘Acaba olabilir mi’, ‘Hazır mıyım’, ‘Hazmedebilir miyim’ gibi sorularla irdelediği bir kavram. Bu mücadeleye dengede devam ettiğinde aslında bir şeylerin yavaş yavaş oluştuğunu düşünüyorum. Pandemi başıydı, Bodrum’da vakit geçiriyordum. Herkes gibi eve kapanmış gelecek kaygıları içinde, sanki artık konserler de yapılmaz gibi düşünüyordum. İçe dönüşe müsait olduğum zamanlardı. O dönem eskiden bu yana yaptığım şarkıları seslendirdiğim konserlerimizin videolarını yayınlıyorduk, tüm ekip bir şekilde motive olmuştu. Bir daha konser olmazsa çok da önemli değil, biz Bodrum’da çiftçilikle uğraşır, şarkı yapmaya devam ederiz diye düşündüğüm bir dönemde, tüm ektiğim tohumlar çiçek açtı. İsteyince dağın tepesinde, kayanın ucunda da olsa o çiçek açıyor. Başarıyı karşılama hikâyem bu sanırım; eğer bir çiçek açmak istiyorsa açıyor.
* “Hazmedebilir miyim diye düşündüğüm oluyor” dedin biraz önce. Sen hazmedebildin mi?
Çok fazla sevgiye maruz kalmak insanı biraz zorlayabiliyor. Çok fazla sevgi istiyorsan, o sevgiyi de karşılayabilecek bir kaba sahip olman lazım ki dökülmesin. O kap için de hacmini yani ruhunu geliştirebilmen gerekiyor. Onun tersi olduğunda özellikle bizim camiada çok zor şeyler yaşanabiliyor. Yaşadığın topluma çok ait olursan, normale dönüp sanatçıya has özelliklerini kaybetmeye başlıyorsun. Eğer çok uzak durursan da gönül bağlantını kaybediyorsun. Bu ikisi arasında çok ince bir çizgi var, hayat gibi.
* Sen nasıl yapıyorsun?
Mümkün olduğunca dışından, daha samimi bakmaya çalışıyorum. Bana bu dönemde en faydalı gelen şeyler meditasyon ve yoga yapmak, biraz daha kendimi dengede tutmaya çalışmak oldu.
Depremde enkazdaki kızının elini tutan baba için şarkı yazdı
* Bu kadar ilgi gören sahnenin sırrı ne?
Sanırım samimiyet.
* 3 sezon içinde konserlerde her seneyi temsil eden farklı objeler kullandın. Neydi anlamları?
İlk sezon bayraktı, çünkü Harbiye’yi fethettik. İkinci sezon objemiz tahttı, kendi rekorumuzu kırdık, tahta layık olduğumuzu ispatlamaya çalıştık. Bu sezon da simgemiz kılıç, savaşıyoruz.
* Kiminle?
Kendimle, hep kendimizle savaşarak başarımızı diri tutacağız.
* Taklit ediliyor musun?
Aslında taklit edilmesi gereken şeyler seninle yaptığımız bu sohbetin genelindeki konular. Mesela samimiyet... Ama yorum, kostüm ya da başka şeyler taklit ediliyor, sanırım daha kolay. 3 sene önce kasım ayında Harbiye’de sahnedeydik. Soğuktu, ciddi rüzgâr, yağmur yiyordum. Üşüyen bir insanım, boynuma, kulaklarıma bir şeyler sarmam şart. Bu kapüşonları, pelerinleri o zaman giymeye başladım. Ve sahne üzerinde gelişerek bir tarza dönüştü. Ama işte “Yeni bir star çıkarayım, Tan Taşçı bunları giyiyordu, hadi bunları giydiriyoruz” dediğin zaman aynı şey olmuyor.
* Yeni konser serisi ‘Başkanlar Korosu’, fikri nasıl çıktı?
Okul ve öncesi polifonik korolarda, çok uzun yıllar şarkı söyledim. Koro olarak şarkı söylemenin üstün bir gücü var. Bir de her sezon sahnede bir değişim yaşamayı seviyorum, bu sene de şarkılarımı daha güçlü sunmak istedim. ‘Başkanlar Korosu’nu kurduk. Beraber provalar yaptık, koro partilerini yazdım, çok zevk aldım. Derdimiz daha çok insanla güzel şarkı söylemeyi başarmak, güzel dileklerimizi daha çok insana söylemek.
* Bir de yeni şarkın geliyor, ‘Herhalde’. Koroyla çalıştığın dönemde yazılmış sanırım. Ne anlatıyor?
Aslında şarkıyı 1 sene önce yaptım ama A kısmı (birinci kıtası) eksikti, onu da ilk koro konserimizden bir önceki gün, provalar sırasında yazdım. Sonra konserlerde söyleyip tepkileri ölçerek, geliştirerek, aranjesini bitirdim. Organik, gözümüzün önünde oluşan, korolu bir şarkı oldu.
* Bu şarkıları sana kimler yazdırıyor?
Empati kurup duygulardan çok etkilendiğim hikâyeler oluyor. Bazen kişisel, bazen toplumsal. Mesela geçtiğimiz ay yayımladığımız; ‘Tutunamıyorum’. Deprem dönemi herkes gibi çok üzüldüm, deprem sonrasında enkaz altındaki kızının elini tutan babanın fotoğrafı beni çok etkilemişti. İster istemez o duygularım bir şarkıya dönüştü, ‘Tutunamıyorum’ oldu... Ben bu toplumun sanatçısıyım, ne yaşıyorsam olduğu gibi kalemime yansıyor.
‘Başkanlar Korosu’ Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda konsere çıkmadan önce provada...
Hiç takipçi satın almadım, yalana uymadım
* Müzik dünyası hakkında ne düşünüyorsun, nasıl yorumluyorsun?
Günümüz dünyasını nasıl buluyorsam öyle buluyorum. Maalesef artık dünyamız manipülatif bir dünya. Çünkü müzik insanların ilgi ve sevgisine ulaşabileceğin, sanatın en sevilen kısımlarından biri olmasına karşın çok geniş bir kitleye ulaşabilen bir güç de. Bu gücün samimi kalması çok zor.
Bugün reklam, medya, ticaret hele siyaset dünyasında yaşadığımız birçok illüzyonu aslında müzik dünyasında da yaşıyoruz. Kaset döneminde ayrı, CD döneminde ayrı, günümüz dijital dünyasında ayrı manipülasyonlar yaşandı, yaşanıyor. Mecralar geliştikçe ve özgürleştikçe hileler de gelişiyor, değişiyor. Mesela sosyal medya mecralarının başıboş olduğu dönemlerde herkes takipçi satın alıyor, bununla övünüyordu. O dönemde takipçisi çok olan ünlü çok ilgi çekiyor algısı pompalanıyordu. İşte bu ve benzeri hileleri -büyüğümüzden küçüğümüze, en saygı duyulan sanatçımızdan en yenimize kadar- gayet normal ve ahlaki gördükleri nokta bizim şu an müzik piyasamızın tam açılımı aslında.
* Hiç takipçi satın almadın mı?
Hayır, alırsam yalanların da cebime geleceğini biliyordum. Yalanla ne kadar ilerleyebilirsin ki? Benim için önemli olan takipçimizin az olması değil, dinleyenimizin çok olmasıydı. Buna inandım ve yalana uymadım, yıllar sonra ‘Yalan’ diye bir şarkım patladı (gülüyor).
* Senin konserlerin için de hile mi yapıyor, davetiye mi dağıtıyor diyenler oldu...
Hile yapmadan da hep bir yolu vardır. Belki daha zordur, meşakkatlidir, biraz sabretmek, mücadele etmek, bazı savaşlardan geçmek gerekebilir. Zaten başarı da böyle bir şeydir. Kopyaladığın hiçbir başarı sistemiyle başarı elde edemezsin. Yöntemini kendin bulman lazım. Mesela formülü kendin bulduğun zaman başarılı bir biliminsanı olursun. Bu hile yapıyor, davetiye dağıtıyor lafını iki hafta önce yine yakın bir menajer arkadaşımın ağzından duydum. İster istemez de yükseldim! Sabrederek, çalışarak olacağına inanmayanlar gerçek sevgiyle de hiçbir zaman tanışmamışlardır. Bu gördüklerine inanmamalarının sebebi de bu olsa gerek.
Sevgili değil eşimi arıyorum
* Hayranlarından çok mesaj geldi sevgilin var mı merak ediyorlar?
Valla sevgilim yok, keşke olsa, arayıştayım...
* Arıyor musun?
Aslında sevgili değil eşimi arıyorum. Ama nasıl bir eşle çok iyi anlaşabiliriz bilmiyorum. Bir sanatçıyla yaşıyor olacak, nispeten daha makul bir yaşantım olmasına rağmen benim de günüm günümü tutmuyor. Sakin, üretken, günlerce müzik yaparak bilgisayar başında vakit geçirebilirken, bir anda iki hafta tembel ve umursamaz bir dönem yaşayabiliyorum. Çocuk gibi heyecanlarım oluyor. Zor bu sanatçılarla yaşamak...
* Fiziksel kriterler mi yoksa ruhsal kriterler mi öncelikli?
İkisini de arıyorum, dünya zaten ikisiyle var oluyor. Dengede olmamız, ikisini bir araya getirmemiz lazım. Hatta bir şey söyleyeceğim bu kısmı uzun tutalım mı biraz, bir liste yapalım (gülüyor).
* Hadi... Sarışın, esmer, kumral... Boy pos?
Tabii güzelliğine dikkat edecek, güzellikten kastım estetik değil ama ne giymesi, nasıl yemesi içmesi gerektiğini bilen, onlara dikkat eden bir eş olması lazım. Ben kahverengiyim, çocuğum sütlü kahve olsa, biraz rengi kırsak güzel olabilir ama vegan sütlü (gülüyor).
* Şarkılarında aşkı bu kadar gerçek anlatan adamın aşk tanımı ne?
İnsanın bazı şeyleri yapabilmesi için aklının pek başında olmaması gerekiyor öyle zamanlarda da âşık oluyorsun.
Tan Taşçı’nın konserleri her zaman dolu. Hayranları şarkıcıyı gördüğünde yer yerinden oynuyor, tüm şarkıları Taşçı ile birlikte coşkuyla söylüyorlar.
Ahlaksızlık şu an çok normal
* Devir sosyal medya devri. Fake hesabın var mı?
Yok, dışarıya kapalı özel bir hesabım var. Sadece arkadaşlarımı takip ettiğim. Sebebi şu; öyle bir zamandayız ki Yemek paylaşıyorsun, yemeyeni düşünüyorsun. Bir manzara paylaşıyorsun, göremeyeni düşünüyorsun. Bir kıyafetini koyuyorsun, giyemeyeni düşünüyorsun... Kendi adıma bunların ağırlığını hissediyorum. .
* Ahlaksız teklifler geliyor mu?
Ahlaksızlık şu an çok normal. Bazen hayranlarımdan bile garip istekler geliyor, “Beraber zıplayacağız, TikTok çekeceğiz” gibi... Birbirimizden ne isteyeceğimizi şaşırdık...
* “Gel, birlikte olalım” gibi teklifleri değerlendirir misin?
Diyene bağlı (gülüyor). Dur rezillikler yaşamayalım şimdi.
Ben bir hatadan döndüm
* Kaç yıldır vegansın?
6’ncı senem. Bundan 8-10 sene kadar önce ‘ne yemem lazım, ne yememem lazım’ diye kendi kendime muhasebe ediyordum. Bir video izledim, arkadaşlarımla tartıştım ve vegan olmanın mantıklı olduğunu anladım. Ama çok erkenmiş, başaramadım. Aradan 2-3 sene geçti yeniden bir deneme isteği geldi. Bodrum’da bir oğlakla arkadaş oldum ve bu fikrin arayışına geçtim. Bir gün, guru bir arkadaşımla buluştum veganlıkla ilgili bir sohbet ettik. Beni bir vegan restoranına götürdü. O yemeği yedikten sonra bir anda bütün tat duygum ve her şey değişti, karar verdim.
* ”Guru arkadaşım” dedin. Ne demek guru arkadaş?
Zaman zaman başka ülkelere gider, inzivaya çekilir, gezici bir ruh kendisi... Onu yakaladığım dönemlerde sohbet eder, konuşuruz. Ama veganlığı tavsiye ederim, ben bir hatadan döndüm, o hatadan dönmek lazım.
* Bodrum’da bir vegan restoran açıyorsun...
Temmuz itibarıyla Gümüşlük’te hayata geçecek, ‘Bu da Vegan’. Şubelerimiz de olacak gibi. Bodrum’dan sonra ilk hedefim Eskişehir.
* Restoran açma fikri nereden çıktı?
Alıştığımız yiyeceklerin lezzet bakımından aslında vegan muadilleri var. Kıyma, kuşbaşı et, süt, yumurta, peynir... Benzer gıdalarla, bu lezzetlerden mahrum kalmadan ama canlıları da sömürmeden hayatını idame ettirebiliyorsun. Ama alışkanlıklar yüzünden bu yenilikçi fikirleri uygulamak zor oluyor. Vegan olduğun zaman kendin bir şeyler yapmaya çalışıyor ve zamanla öğreniyorsun. Pazardan al, sipariş ver derken yavaş yavaş aşçılığımı geliştirmeye başladım.
* Vegan olmak senin için sağlıklı beslenmek mi demek?
Sadece beslenme değil aynı zamanda duygusal ve ruhsal anlamda da bazı sıkıntılarımız var, ki bu da bir beslenme şekli. Restoran yenilen gıdaların mantığının ve ideolojik olarak enerjinin nereden beslendiğinin anlatıldığı bir yer olacak. Workshop’lar düzenlenecek, yemeklerin hikâyelerinin yazdığı tablolar olacak.
* Fiyatlar nasıl olacak?
Mümkün olduğunca o yörede en uygun fiyat neyse o olmak zorunda. Bitkisel hammaddeler aslında hayvansal olanlarla kıyaslanınca daha ucuz, ancak ülkemizde işlenmiş vegan gıdaların çoğu ithal ürün olduğu için pahalı bulunuyor. Vegan ürünlerin ulaşılabilir olmaları vegan nüfusun artışı açısından önemli. Kendi ürettiğiniz vegan ürünlerimizle fiyatları düşürebiliriz.
* Seni görebilecek mi restorana gelenler?
Kesinlikle, tezgâha da geçmek istiyorum. Vegan yemekleri şifa iksiri gibi görüyorum. İçlerinde hiçbir hayvan parçası, gözyaşı, kullanılmışlık yok. Sadece bazı materyallerden güzel bir enerjiyle sana kavuruyor, kaynatıyor ve şifalı bir şey yapıyoruz. Botanik eczacılık gibi (gülüyor).
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Wanda Nara, Galatasaray'ın yıldızı Mauro Icardi'yi yine ifşa etti! 'NASIL BÖYLE ZAVALLI BİR HALE GELDİN?'
Kızılcık Şerbeti'nin Apo'suydu! Settar Tanrıöğen, Kızıl Goncalar'a transfer oldu!
Survivor 2025 kadrosunda yer alan Adem Kılıçcı sevenlerine teşekkür etti: 'TELEFONUM KİLİTLENDİ!'
İNCİ TANELERİ'NİN CİHAN'I KUBİLAY AKA AŞKA GELDİ! Sevgilisi Hafsanur Sancaktutan'ın jestini böyle paylaştı...
Mahsun Kırmızıgül, annesinin vefatı sonrası ilk kez sahne aldı! GÖZYAŞLARINI TUTAMADI!