İsmail Hacıoğlu: ‘Hayrandım, bu filmden sonra içime mıhlandı’
Bu hafta vizyona giren ‘Cem Karaca’nın Gözyaşları’ filminde ünlü müzisyeni canlandıran İsmail Hacıoğlu, Hürriyet'ten Hakan Gence'nin sorularını yanıtladı. İşte o röportaj...
20 yılı aşkın süredir hayat verdiği her karakterle izleyiciyi kendine hayran bırakıyor. Ama projesi olmadığı zamanlar onu görmek çok zor, bunu kendisi de kabul ediyor; “Hepimiz insanız, herkes hata yapıyor, bizim de ufak tefek hatalarımız oluyor ama bunları insanların gözünün içine sokmama taraftarıyım” diyor. Bu hafta vizyona giren ‘Cem Karaca’nın Gözyaşları’ filminde ünlü müzisyeni canlandıran İsmail Hacıoğlu’yla buluştuk. Hayatını, baba olmayı, aşkı, filmdeki rolünü ve değişimlerini konuştuk: “İnsanoğluna olan ilgimi yitirdim galiba.”
İsmail Hacıoğlu’yla en son iki yıl önce Zoom üzerinden görüşmüştük. Uzun zaman sonra nihayet kanlı canlı buluşuyoruz. ‘Cem Karaca’nın Gözyaşları’nın galasından bir gün önce. Çok heyecanlı. Tam bir Cem Karaca hayranı.
O rolüne çok inanarak hazırlanan ve bütün benliğini vererek çalışan oyunculardan. Konuşacak çok şeyimiz var, başlıyoruz muhabbete...
- Cem Karaca filmi sana nasıl geldi?
Filmin çekileceğine dair haberler duydum. Menajerim Abdullah Bulut’u aradım, “Deneme çekimine gireceğim” dedim. Sonra duyduk; biriyle anlaşmışlar.
- Aa, sonra ne oldu da iş bu noktaya geldi?
İş başka yapımcıya geçmiş, yönetmen de değişiyor. Aslında Cem Baba’nın daha farklı bir dönemini anlatmayı planlıyorlarmış, dolayısıyla benden yaşça büyük aktörlerle görüşülmüş. Ama yaş skalası aşağıya çekilince anlatılan hikâye gereği de iş bana geldi çok şükür.
- “Duyar duymaz oynamak istedim” dedin. Cem Karaca’yı önceden de çok seviyor muydun?
Cem Karaca’nın hastasıyım. Doğma büyüme Bakırköylüyüm ben de, aynı mahalledeydim. Babam da çok severdi. Babaannemin elini tutmuş dolaşırken, bana “Bak bak, Cem Karaca geçiyor” derdi. 12-13 yaşlarında başladım Cem Karaca dinlemeye. Bu işte de erken yaştan itibaren onu dinlemenin ekmeğini yedim galiba.
- Tanışma fırsatınız oldu mu?
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ömer Kavur’un ‘Karşılaşma’ filmiyle ödül almıştım. Sahneye çıktım, konuşmamın sonunda da “Eyvallah” dedim. İndim sahneden, heyecandan önümü görmüyorum, oturdum yerime. “Eyvallah eyvallah” diye bir ses geldi ve biri tak tak omzuma vurdu. Bir döndüm Cem Baba ile Cahit Abi (müzisyen Cahit Berkay). “Eyvallah” lafım hoşlarına gitmiş, öyle el verdi gibi olmuş sonradan aklıma gelince.
- Cem Karaca bugün karşında olsa, ona ne söylemek isterdin?
“Cem Baba olmuş mu? İçine sindi mi sinmedi mi” diye sormak isterdim.
MEŞAKKATLİ YOL
- İzleyiciyi nasıl bir hikâye bekliyor filmde?
Hikâye Cem Karaca’nın doğumundan başlıyor ve 1987’de Almanya’dan İstanbul’a dönüşüne kadar olan zaman dilimini anlatıyor. İzlerken “Hayatında bu da mı varmış. Bunu da mı yaşadı” ya da “Bunu da yaşattınız ona” diyeceğiniz bir sürü anekdot var.
- Role nasıl hazırlandın?
Hayatına dokunan insanlarla tanışmak istedim. Meriç Başaran’dan (eski eşi) bu konuda çok yardım aldım. Oğlu Emrah Karaca bütün arşivi açtı.
- Onun hayatında seni en üzen, etkileyen şey ne oldu?
Gurbetlik çekmesi, sekiz yıl çok uzun bir süre aileden uzak kalmak için. Meşakkatli bir yol. Babasının cenazesine katılamaması da bir insan için az bir acı olmasa gerek.
- Kendi gözünden Cem Karaca’yı nasıl anlatırsın?
Haksızlığa karşı susmayan, eşitlikten, kardeşlikten, özgürlükten yana ve bunu da korkmadan söyleyecek cesarette, gerçekten bir sanatçıymış. Zaten hayrandım, bu filmden sonra daha da hayran kaldım, içime mıhlandı.
- Fragmanda Cem Karaca’yı izliyoruz sandım. Mimiklere, belirli hareketlerine nasıl çalıştın?
Çok karakteristik biri. Bir şarkıyı söylemiyor, yaşıyor. Bu bir sahne sanatıysa hakikaten tam bir sahne sanatçısı. Bir yandan da çok keskin ve bir oyuncu için abartılmaya müsait yanları vardı, karikatürize olmaması gerekiyordu. Onları da minimalde tutmaya çalıştım.
POPOM HÂLÂ ASFALT ÇEKİYOR
- Magazinsel olmadan da ünlü olunabileceğinin göstergesi gibisin…
Hepimiz insanız, herkes hata yapıyor, bizim de ufak tefek hatalarımız oluyor ama bunları insanların gözünün içine sokmama taraftarıyım. Bu bir tercih meselesi.
- Neden?
En başından beri böyleydim, sadece işimi yapmalıyım, işimle olmalıyım… Sonra menajerim Abdullah’la (Bulut) “Ortalıkta hiç olmamak doğru değil, işim olduğunda doğru insanlarla denk gelip yapalım” dedik. Yoksa kimseden kaçmıyorum.
- Ne kadar star hayatı yaşıyorsun?
Yok be benim öyle bir hayatım, deli misin Hakan! Bakırköy’de doğdum, büyüdüm. Popom hâlâ asfalt çekiyor. O yüzden oturamam arabada ceylan derilerine falan. Bir de hayatta oralara takılınca oyuncu olarak kendi malzemen kayboluyor. Aynılaşabilirsin.
- 20 yıldan uzun süredir hayatımızdasın. Sence en yanlış anlaşıldığın konu ne oldu?
İlk zamanlar herkesi kendim gibi hissettiğim için bu rahatlıkla konuşuyordum, sonra bu muhabbetin kullanıldığını tecrübe ettim. Bir lafın konuşmanın içinden cımbızlanıp alınması beni çok kırıyordu. O yüzden yıllar içinde güvendiğim insanların notunu aldım. Aslında sosyal medyanın da bir katkısı var. Çat diye açıp artık insanlara, bire bir “Böyle böyle oldu” diyebiliyorsun.
AŞK KENDİNİ MAHVEDEBİLECEĞİN BİR ÇUKUR
- Kendinde en çok değiştirmek istediğin özellik nedir?
Çok çabuk sinirleniyorum.
- Nedir kırmızı çizgin?
Salak yerine konmak ve karşısındakinin zekâsını aşağılayan insanlar...
- Çok romantik adamları da canlandırdın, aşkı biraz anlatsana…
Aşk sanırım insanoğlunun yalnızlıktan uydurduğu bir şey ve kendini mahvedebileceğin bir çukur.
- Neden öyle düşünüyorsun?
Belli bir yaşa geldikten sonra mevzunun karşı tarafta olmadığını anlıyorsun. Aşkın, her şeyin, bütün o ateşin kendin olduğunu, kendi içinde olduğunu fark ediyorsun. Bunu karşı bir bedende aramak kadar da boşa çaba olamaz herhalde.
SAHTELİĞİN İÇİNDE VAR OLMAKTANSA...
- 39 yaşındasın, en son iki yıl önce konuşmuştuk. Geçen iki yılda neler değişti?
Bende daha fazla yalnız kalma isteği oluştu. Kendimi çoğu yerde “Yeter, benim içim sıkıldı” derken yakalıyorum.
- Sahte mi görüyorsun artık dünyayı?
Evet, çok. Bu sahteliğin içinde var olmaktansa bir an evvel oradan uzaklaşıp kaçmak istiyorum. Artık hiç kimsenin hikâyesi de beni şaşırtmıyor. Dolayısıyla insanoğluna olan ilgimi yitirdim galiba...
- Sosyal medyanın etkisi var mı?
Bende Instagram var. Orada da kimsenin yırtık çorabı yokmuş gibi bir hava var.
- Oysa 24 saat bakımlı olamazsın. Bir yandan da ekranda çok genç oyuncuların bile, müdahaleler nedeniyle yüzleri birbirine benziyor... Buna ne diyorsun?
İçim acıyor… Shakespeare çok güzel demiş: “Tanrı size bir surat vermiş, siz tutup yenisini yaratmaya çalışıyorsunuz.” Ben o kazayakları oluşsun diye kaç yılımı vermiş, ne acılar çekmişim, onları niye yok edeyim?
KIZIMIZ İÇİN TEKRAR BİRLİKTEYİZ
- Kızın Yemin 7 yaşında. Hayatında neleri değiştirdi?
Her şeyim değişti.
- Ne öğrendin ondan?
Eskiden bütün kızdığım insanların hayatıma niye girdiklerini, hepsinin bir sebebi olduğunu, hepsine şükretmem, geçmişimle barışmam gerektiğini, başka türlü bugün mutlu olamayacağımı öğrendim.
- Nasıl bir babasın?
Valla beni parmağının ucunda eviriyor, döndürüyor. Annemiz o anlamda daha otoriter, ben daha arkadaş olan tarafım.
- Kızının annesiyle boşanmıştınız. Görüşüyorsunuz, değil mi?
Biz birlikteyiz Hakan. Kızımız için tekrardan birlikte olma kararı aldık. Böylesi çok daha iyi.
400 SAATE YAKIN SES ÇALIŞTIK
- Gelelim, sesine… Filmde kullanılan tamamen senin sesin, değil mi?
Evet…
- Nasıl böyle bir ses çıkarabiliyorsun, çok benziyor ve güçlü, inanılır gibi değil…
Cem Öget, Ayhan Yener ve Çağatay Kehribar’la çalışınca oluyormuş!
- Cem Karaca şarkıları söylemek büyük cesaret, nasıl karar verdin?
“Bir deneyelim, elimden geleni yapayım, bakalım” dedim. Olmuyorsa zaten tövbe hâşa, ben kimim “Cem Karaca’yı ben okuyacağım” diye ısrar edeceğim! 2,5 oktav bir sesten bahsediyoruz.
- Çok karakteristik bir ses ayrıca…
Konuşma sesi de öyle, şarkı sesi de. Ama çalışınca oluyor gerçekten. Cem’le 400 saate yakın çalıştık.
- Sesinin bu kadar güzel olduğunu biliyor muydun?
Bu işi yapıyorsanız biraz sesiniz ve kulağınız olmalı. Küçük küçük enstrüman çalmayı, kurcalayıp bırakıp öbürüne geçmeyi de seviyorum. O konuda biraz maymun iştahlıyım ama bu kulağımı çok diri tutan bir şey sanırım.
KURU KALABALIĞIN ANLAMI YOK
- Sence iyi oyunculukla sosyal medyadaki takipçi sayısı eşdeğer midir?
Yok, ne aktörler tanıyorum, dev yani, ama hiç orada değiller. Kuru kalabalığın bir anlamı yok, bir de takipçi satın da alınıyormuş,
- Gençlerin özendiği kadar rahat ve ışıltılı mı sizin dünyanız?
Cem Abi bir yerde “Kamerayı koyayım, 50 kişinin karşısında adını söyleyemezsin” diyor. O işler göründüğü kadar basit değil. Dolayısıyla gençlere sadece işlerinin hakkını vermeyi önerebilirim. Öğrensinler, izlesinler ve ilk akıllarına geleni de söylemesinler. Çünkü karşılarında verilmiş bir emek var. Gaddarlıklardan kurtulmak gerekiyor.
- Sanatçı topluma örnek olmalı mı?
Sanatçının sadece sanatıyla ilgilenilmesi taraftarıyım. Ben zaten kafamda çok büyüttüğüm tiplerle tanıştığım zaman hep hayal kırıklığına uğramışımdır. O yüzden acaba hayal kırıklığına uğrar mıyım diye tanışmak istemediğim insanlar var.
Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN/MAStüdyo