◊ 17 yaşında ‘Aşk-ı Memnu’, sonra ‘Adını Feriha Koydum’... Türk dizi tarihine damga vuran işlerin içindeydin hep. Erken yaşta bu kadar başarı insanı nasıl etkiler?
Sadece başarısızlık bir ceza gibi anlatılır ama hayır, bir de başarılı olun da görün. Onun içinde hayatta kalmak, ayaklarının üzerinde durabilmek, kendini, aklını korumak, bunun geçici olduğunu bilmek o kadar zor bir şey ki. Ben o zaman lisedeydim. O dönemde dünyam arkadaşlarım ve Beyoğlu gibi şeylerden ibaretti. Beni de o kurtardı, hayatım hiçbir zaman bu işten ibaret olmadı.
◊ Oysa senin dört dörtlük bir hayatın var gibi duruyor... Öyle bir hayat var mı ya?
O kadar çok isterdim ki doğru diyebilmeyi. Benimle ilgili hep bir dedikodudur; annesi avukat, torpili vardı diye. Bir erkek oyuncu için bunun söylendiğini asla duymazsınız. Başarının büyüklüğünden bağımsız biraz öne çıkan bir kadın gördükleri anda bu şansa ya da torpile bağlanıyor. Yaptığın fedakârlıklar, çalışkanlığın, çabaların, uykusuz günlerin, gecelerin bir cümleyle yok sayılıyor. Kaç yaşında olursan ol, hangi sektörde çalışırsan çalış, bir kadın olarak otantik kimliğini ortaya koyarak ve ondan vazgeçmeyerek var olmaya çalışıyorsan, o hayatın kolay olma ihtimali yok.
◊ Neden?
Çünkü sen onların belirlediği gibi değil de kendin gibi olma cesaretini gösterdiğin an kanatlarını, kollarını, dizlerini kırmak istiyorlar. Senin bu özgür hissetme halin insanlarda tuhaf bir öfke ve tepki yaratıyor. Kariyerim boyunca yaşandı bunlar. Defalarca itibar suikastına uğradım, defalarca ayağım kaydı, düşmedim mi düştüm ama benim bugüne gelebilmemin tek sebebi zekâm, yeteneğim, çalışkanlığım ve bu işi seviyor olmamdı. Bunlara sahip çıkıp dile getirmekten utanmamayı bile hayatının yarısını bu işi yaparak geçirmiş olan biri olarak yeni öğreniyorum.
◊ Hiç bırakıp gitmek istedin mi?
Denedim, aşçılık okudum. Ama kopamadım çünkü çok seviyorum. Kimseye açıklayacak bir şeyim yok ama yaptığımız işin ne kadar zor olduğunu sen biliyorsun. Kimse o kadar mutlu, rahat değil, herkes endişe içinde, bir şeyi kanıtlama, yapma peşinde haklı olarak.
◊ İsim olduktan sonra da mı böyle?
İster istemez hep ‘Bir sonraki iş ne, daha iyisi olur mu, daha iyi görünür müyüm, yaş alıyorum, kabul görmeye devam edecek miyim’ gibi endişelerin oluyor. Bitme ihtimali de yok.
◊ Bundan nasıl kurtulursun?
Kendini oradan azat ettiğin zaman mutlu oluyorsun sanırım. Ben ‘Pera Palas’ lincinden sonra azat ettim kendimi. Bir oyuncunun başına en kötü ne gelebilir diye sorsan, vereceğim örnek başıma geldi. Hâlâ hayattayım (gülüyor). O depresyondan çıkıp buraya varmak beni özgürleştirdi. Bir de tabii hayatımda beni başka alanlarda da üretmeye iten şahane dostlarım var. Özellikle de Ali’yi (Atay) anmak zorundayım bu noktada.
‘ARTIK SIKILDIM O PRANGALARDAN DEDİĞİM İLK RÖPORTAJDI’
◊ Geçenlerde Edis konseri sonrası kuliste dans ederken videolarını gördük. Sanki eskiden daha ciddi bir Hazal vardı. Nasıl bir değişim içindesin?
Ben hep böyleydim, biliyorsun.
◊ Evet ama dışarıya yansıyan halinden bahsediyorum...
Nihal ve Feriha zamanı oyuncuların daha gizemli olması bekleniyordu. Bir de ben anksiyete sahibiyim. Canlı yayında ağzımdan bir şey çıkar diye hep panik yaşardım. Panik atağa beş kala ‘Beyaz Show’larım vardır. Küçücüktüm, kabul görmek istiyordum. Bütün renklerimle kabul görür müyüm bilmiyordum.
◊ Bunu nasıl kırdın?
Seninle 7 sene önce yaptığımız röportajda. “Bir dakika arkadaşlar, ben aklı fikri olan, bunlarla ilgili görüş beyan etmek isteyen bir kadın oyuncuyum. Artık sıkıldım o prangalardan” dediğim ilk röportajdı. Dilim çözüldü sonra. Kendimi olduğu gibi ortaya koymak, huzur verici ve rahatlatıcı bir şeymiş. Bundan rahatsız olunabileceğini, buradan eleştirilmeyi, bu yüzden belki sevilmemeyi göze almam gerekti ama bunu es geçemem.
‘BİR ANLAŞMAMIZ VAR, MUTLU OLMADIĞIMIZ AN DAĞILACAĞIZ’
◊ Ali Atay ile 11 yıldır birliktesiniz, 6 senedir evlisiniz. Neydi seni vuran Ali’de?
Sükûneti, kendinden emin, ayakları yere basan hali. Duygularına çok sahip çıkan biri. İnsanların bence onunla ilgili çekindiği şey şu: Sosyal ortamlarda Ali’ye yaklaşmak zordur. Halbuki bu onun netliği; insanlara ürkütücü ama bana çok çekici gelen şey.
◊ Sen neşeli, Ali sükûnet sahibi. Evde ne oluyor?
Ali de çok neşeli, komiktir. Benim enerjim daha yüksek ona göre ama işte onun sükûneti de bana iyi geliyor, ayaklarım yere basıyor. Benim neşem onu yükseltiyor. O neşesini çok yüksek yaşayabilen biri değil. Ama evimiz deli deli; Fiko Ali’ye, Süreyya bana benziyor; düşün, ne şahane ev!
◊ 11 yıllık birliktelik, çocuklar... Aşk neye evriliyor?
Derinleşiyor galiba. 11 yıl içinde yaşadıklarımız, birlikte atlattıklarımız, ölümler, hastalıklar, doğumlar... İster istemez her gün değişiyoruz. 11 yıl önceki ben değilim, “Ben senin dönüştüğün yeni halle de evli olmaya devam etmek istiyorum” diyor. Ben de öyle. Bizdeki sihir, açık konuşuyor olmamız belki. Yani aramızda yanlış anlaşılmaya mahal yok. Bir de ben onu çok beğeniyorum, onda da bana karşı bu geçmedi şükür. Hâlâ çok flört ediyoruz.
◊ Tam gaz romantizm devam...
Evet, ben zaten çocuklar için sürdürülen evliliklere, sahte mutluluklara inanmıyorum. Bizim bir anlaşmamız var, mutlu olmadığımız an dağılacağız.
◊ Nasıl yani?
Kim “Ben artık mutlu değilim” derse gitmeli, hayat bu kadar uzun değil. Birbirimizi gerçekten çok değerli buluyoruz insan olarak. Birbirimizi hayatımızda tutalım, eğlenmeye devam edelim istiyoruz. Evliliği yürütmek gibi değil de çok sevdiğim insan hayatımda kalmaya devam etsin gibi; bir de çok da beğeniyorum, yakışıklı çocuk (gülüyor).
◊ Fiko 5, Süreyya 1,5 yaşında. İki çocuk hayatında neleri değiştirdi?
Hayata bakışım, insanları algılayış biçimim değişti. Daha sevgi dolu, daha yumuşacık, anlayışlı biri oldum. Özellikle kendime ve kendi alanıma, ihtiyaçlarıma sahip çıkmayı öğrendim. Çünkü ben mutlu değilsem çocuklar da mutlu olmaz.