Kutsal Geyiğin Ölümü: Siz olsanız kimden vazgeçerdiniz?
Muhtemelen hiçbirimizin cevabını veremeyeceğini düşündüğü bu soruya yanıt bulmak zorundaydı. Yapamadı. Yeni bir vicdan azabına, üstelik çok daha ızdıraplısına katlanamazdı. O da gözlerini maskeledi. Başladı çemberin etrafında dönmeye, dönmeye, dönmeye...
“İphigenia, Kral Agamemnon ile Kraliçe Klytaimestra'nın kızıdır. Agamemnon av sırasında Tanrıça Artemis'in kutsal geyiklerinden birini öldürür. Bunun üzerine Artemis rüzgarları keser ve Truva Savaşı için giden filoları engeller. Artemis tek bir şartla rüzgarların yeniden esmesine izin verir. Kızını Artemis adına kurban edecektir. En başta buna yanaşmayan Agamemnon daha sonra ülkenin çıkarları için kabul eder. Kızını kurban etmek için bir sunağın üzerine koyar ve bıçağı boğazına yaklaştırır; ama ona acıyan Artemis kızı havaya kaldırır ve onun yerine bir geyik koyar.”
Bu Yunan mitolojisi günümüz dünyasında gerçekleşseydi hikaye nasıl sonlanırdı? Hayatta kalma dürtüsü bir insana neler yaptırabilir? Aile denilen toplumsal yapı ne kadar gerçek ne kadar sanal?
Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos, her zamanki sıradışı ve huzursuz edici üslubuyla işte bu soruları soruyor Kutsal Geyiğin Ölümü’nde. Kendi topraklarının bağrından kopan trajik bir mitten yola çıkarak örüyor hikayesini.
Umudun Öteki Yüzü: Absürdün Realizmi
"Lanetli Lanthimos Evreni"
Gittikçe yalnızlaşan modern toplumu hicvettiği bir önceki filmi The Lobster’da distopik bir dünyanın komik tasvirini yapan yönetmen, son filmini gerçek dünyada fakat gerçeküstü ve karanlık bir öykü etrafında kurguluyor. Lanthimos’un karakterleri yine mekanikleşmiş bir iletişim diline ve ses tonuna sahip, samimiyetten uzak bireylerden oluşuyor. Her şeyiyle örnek bir tablo çizen, üst sınıf bir ailenin ekseninde yaşanıyor olaylar.
Steven Murphy 40’lı yaşlarında, karizmatik bir kalp cerrahı. Güzel eşi Anna ise bir göz doktoru. Çift, çocukları Kim ve Bob’un görünürde üzerine titriyor. Eğitimlerine özel önem veriyor, onlara belli ödev ve sorumluluklar yüklüyor, sevgilerini sakınmıyor, küçük kıskançlık krizlerinde bile birini ötekinden ayırmamaya özen gösteriyorlar. Steven ve Anna’nın uzun yıllardır süren evliliği artık monotonlaşmış da olsa ideal bir çizgide ilerliyor. Anna’nın eşi adına karar verdiği anda bile çift arasında en ufak bir tartışmaya tanık olmuyoruz. Ama kabus başlayınca ilişkilerinde gizlenen çatlaklar da görünür hale geliyor. Yalan, güvensizlik, mesleki küçümseme, aşağılama…
Mutlu Son: Haneke’den bir antidepresan burjuvazisi hicvi
“Neden bedel ödemeliyim anlamıyorum. Niçin çocuklarım bedel ödemek zorunda?”
Martin… 16 yaşında bir çocuk. Aslında karabasanın ta kendisi... Steven’ı, kaybettiği babasının yerine koyan, onu görmeden yapamayan Martin ailenin içine sinsice sızıyor. Steven’ın şefkatle yaklaştığı, Anna’nın “Ne kadar tatlı bir çocuk” dediği, ergenliğe daha yeni adım atmış olan Kim’in flört ettiği bu tuhaf çocuğa karşı mesafesini koruyan tek kişi evin küçük oğlu Bob.
Steven’ın Martin’e gösterdiği yakınlığın arkasında ise bir şeyler saklı. Onunla ilgili en yakın arkadaşına hatta eşine yalanlar söyleyecek kadar derinlerde yatan bir duygusu var. Çocuğun gittikçe sıklaşan görüşme talepleri baskıya dönüşünce ondan uzaklaşmaya çalışan Steven’ın ödemesi gereken bir bedel var. Sıkı sıkıya sarıldığı modern tıbbın bile derman olamayacağı bir bedel… Çocuklarının öğretmeninden medet umacak kadar çaresizliğin amansızlığında...
Bu noktada baskınlaşan yaşama içgüdüsü küçüğünden büyüğüne karakterlerin davranışlarında bir kırılmaya neden oluyor. Babasının sözünü dinlemeyen Bob bir anda onun gözüne girmek için çabalamaya başlıyor. Demagoji ustası Kim, fedakar abla rolünün hakkından gelirken rakibi konumundaki annesine acımasızca dil uzatıyor. Ve o yüce, o kutsal varlık: Anna... "Çocuklarım olmadan asla" noktasından, "Yenilerini yaparız" noktasına 'can havliyle' keskin bir geçiş yapan anne...
The Beguiled: Tehlikeli İçgüdü
“Korkma anne! Göreceksin! Sen de hareket edemeyeceksin…”
Bu ailenin üzerine çöken karabasan, seyirciyi baştan sona diken üstünde tutuyor. Özellikle Anna üzerinde bizi yoğunlaştırarak merak duygusunu sonunda kadar diri tutan Lanthimos, en gergin anlarda bile kendine has mizah duygusunu da hiç yitirmiyor.
Adalet, vicdan, fedakarlık, kurgusal aile yapıları, bireyselcilik üzerine günümüzün sahte dünyasına çarpıcı eleştiriler yönelten film, modern tıbbı da “Cerrah mı hastayı öldürür, anestezi uzmanı mı?” sorusu üzerinden alaya almayı ihmal etmiyor.
Kanayan gözleri, ketçaba banan patatesi, "Groundhog's Day" selamıyla Kutsal Geyiğin Ölümü, Lanthimos sinemasına hakim olanların hayranlıkla izleyeceği, yönetmenin tekinsiz hayal dünyasını deneyimlememiş olanlarınsa kalbini sıkıştıracak asap bozucu bir ironi. İşkenceden farksız ama haletiruhiyeye pek uygun müzikler de cabası...
Ayrılmaz ikili Yorgos Lanthimos-Efthymis Filippou'ya Cannes'da En İyi Senaryo ödülünü de kazandıran film, gerilim dozu bakımından Köpek Dişi’nin pabucunu dama atacak gibi görünüyor.
Yönetmen: Yorgos Lanthimos
Oyuncular: Colin Farrel, Nicole Kidman, Barry Keoghan, Raffey Cassidy, Sunny Suljic
Süre: 121’
IMDB Puanı: 7,8