Filmekimi'nde izleyebileceğiniz 51 film
Filmekimi 29 Eylül'den 29 Ekim'e kadar ödüllü filmleri izleyiciyle buluşturmaya hazırlanıyor. Macaristan'dan Kanada'ya kadar dünya sinemasından seçkiler sunacak etkinlik boyunca izleyebileceğiniz filmleri bir araya getirdik.
Haberin Devamı
Anne! (Mother!)
/

Dünya prömiyerini Eylül’de Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali’nde yapan anne! daha ilk gösteriminde hem eleştirmenleri hem sinemaseverleri ikiye böldü, hem yuhalamalar hem alkışlarla karşılandı. Filmde Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı, kocasıyla sakin bir hayat sürdüren bir kadının huzuru, yanlarına yerleşen bir çiftin gelişiyle bozuluyor. Film ekibinin “cesur, benzersiz, eklektik”, eleştirmenlerin “müthiş, ürkütücü, muhteşem” diye tanımladığı, anne!, Darren Aronofksy’nin bugüne kadar yönettiği en şaşırtıcı, en sürprizli film. Black Swan / Siyah Kuğu ile psikolojik gerilim türünde ustalığını kanıtlayan Aronofksy, anne! ile gerilim türüne yeni bir klasik kazandıracak gibi görünüyor. Filmin müzikleri ise 2012 Salon İKSV’de konser veren Jóhann Jóhannsson’a emanet.
Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok (Blind in Love)
/

Salim, 30 yaşlarında bir cinayet masası dedektifidir. İçine kapanıktır. Ayrılmış olduğu karısından, çok da ilgilenmediği 3 yaşlarında bir kızı vardır. Salim, yeni bir cinayet davası üzerine çalışırken, bir süredir devam etmekte olduğu göz tedavisinin sonuç vermediğini ve zamanla tamamen kör olacağını öğrenir. Bu gerçekle baş etmeye çalışırken ilgilendiği davada öldürülen kişinin karısı Handan Hanım’ın da kör bir piyanist olması, Salim’in durumunu daha da ilginç kılar. Dava süreci ilerledikçe Handan Hanım’a fena halde gönlünü kaptıran Salim, ondan yüz bulamayınca ilgisini cinayetin bir numaralı katil zanlısının kör karısı Leyla’ya yöneltir. Ama şüphesiz en tuhafı, Salim’in canından çok sevdiği annesinin yaşlı ve kör bir fahişe olmasıdır. Olaylar geliştikçe Salim daha da körleşir. Ya da Salim körleştikçe olaylar gelişir.
Haberin Devamı
Aşkın Gücü (The Shape of Water)
/

Farklı evrenlerden çılgın yaratıklarla dolu, yüreğimizi dağlayan masallarla beyaz perdeyi dolduran usta öykücü Guillermo del Toro, ilk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan bir filmle geri dönüyor. Soğuk Savaş’ın en kızıştığı, 1963 yılında Amerika’da gizli bir devlet laboratuvarındayız. Burada temizlikçi olarak çalışan Elisa, laboratuvarda yürütülen çok gizli bir deneyin varlığını keşfeder ve suda hapsedilen insansı bir yaratığı acımasız deneyden kurtarmaya karar verir. Şiirselliğini ve duygu yoğunluğunu hiç kaybetmeyen Aşkın Gücü, Guillermo del Toro’nun sempatik canavarlar galerisine ve görsel tasarım şaheserlerine yenilerini ekliyor.
Beni Adınla Çağır (Call Me by Your Name)
/

Yıl 1983, yer Kuzey İtalya... Tatilini ailesiyle birlikte geçiren 17 yaşında bir erkek çocuğu, güneş, yaz ve yazlık havası... Bu tatlı yaz kasabasında her yarın, bir düne benzemektedir. Ta ki ailenin arasına her şeyi değiştirecek bir yabancı karışıncaya kadar. İnsan ruhuna hem büyük bir yara hem de şifalı bir merhem olan ilk aşkın tohumları bu yabancının bohçasındadır. İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, James Ivory ile birlikte Andre Aciman’ın çok sevilen romanını beyaz perdeye uyarlarken bütün maharetlerini benzersiz bir sinema duygusuyla bir araya getiriyor. Beni Adınla Çağır, her saniyesi üstün bir sinema aşkıyla örülmüş, temas ettiği tüm hisleri izleyiciye geçirmeyi başaran muazzam bir film. Şüphesiz yılın en iyilerinden.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Borg/McEnroe
/

Spor dünyasının gelmiş geçmiş en büyük, en şiddetli rekabetlerinden biri beyaz perdede: asabi, fevri, heyecanlı John McEnroe; duygudan arınmış zen sükunetiyle dikkat çeken İsveçli Bjorn Borg’a karşı. Toronto Film Festivali’nin açılış filmi Borg/McEnroe, “buz ile ateş” olarak adlandırılan tenis efsaneleri Borg ile McEnroe’nun 1980 Wimbledon’daki 20 dakika süren meşhur tie-break’li unutulmaz final maçına odaklanıyor. Ezeli rakiplerden McEnroe’yu Shia LaBeouf, Borg’u ise Sverrir Gudnason canlandırıyor. Borg/McEnroe, Armadillo adlı belgeseliyle 2010’da Cannes’da ödül kazanan Danimarkalı Januz Metz’in yönettiği ilk uzun metrajlı kurmaca film.
Çavdar Tarlasındaki Asi (Rebel in the Rye)
/

Amerikan edebiyatının en yetkin, edebiyat dünyasının en gizemli isimlerinden J.D. Salinger yıllarca gözlerden uzak durdu; okurlarının, hayranlarının ve öğrencilerinin ulaşamayacağı bir şekilde kendini dış dünyadan soyutladı. Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan Çavdar Tarlasındaki Asi, hem Salinger’ın kariyerinin hem de dünya edebiyatının başyapıtlarından Çavdar Tarlasındaki Çocuklar romanını yazışı ekseninde yazarın gençlik yıllarını ve pek de fazla bilinmeyen, ancak kendisine ağır bir travma kazandıran 2. Dünya Savaşı sırasında cephede geçirdiği günleri anlatıyor. Buffy’den Gilmore Girls’e birçok dizi ve filmde rol alan Danny Strong’un yönettiği bu ilk filmde yazarı Mad Max:Fury Road’dan A Single Man / Tek Başına Bir Adam’a rol aldığı filmlerde parlayan Nicholas Hoult canlandırıyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Deniz Kıyısındaki Ev (The Hpuse by the Sea)
/

Marsilya yakınlarında, denize nazır bir villa. Villanın sahibi yaşlı adam, ölüm döşeğindedir. Üç yetişkin çocuğu, son günlerinde adama eşlik etmek için villadadır: Angela, Joseph ve Armand, hayatta aldıkları farklı kararlar ve seçtikleri yolları babalarıyla birlikte değerlendirirlerken kıyıya yanaşan bir tekneden bir grup insan çıkar ve huzurlarını bozar. Yönetmen, senarist, yapımcı Robert Guédiguian’ın son filminde yine değişmez oyuncuları eşi Ariane Ascaride, Jean-Pierre Darroussin, Gérard Meylan, Robinson Stévenin de rol alıyor.
Derin Sular (Submergence)
/

Büyük Alman sinemacı Wim Wenders’in merakla beklenen son filmi, Somali’de kum çöllerinden Normandiya kumsallarına, derin denizin nefes kesen görüntüleri ile müthiş kadrosundan aldığı güçle çarpıcı bir seyirlik sunuyor. San Sebastian Film Festivali’nin açılış filmi olan Derin Sular, Normandiya’da birbirine âşık olup tehlikeli görevler peşinde ülkeden ülkeye seyahat etmek zorunda kalan, ancak kader ve şartlar yüzünden bir türlü kavuşamayan bir hidrolik mühendisiyle bir biyo-matematikçinin romantik hikâyesini anlatıyor. Film, savaş muhabiri J.M. Ledgard’ın romanından beyaz perdeye uyarlandı.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Djam
/

Çingene dünyasını müzik yoluyla en iyi yansıtan yönetmen Tony Gatlif bu kez rembetikonun içli tınıları öncülüğünde İstanbul’dan Yunanistan’a uzanan müzikal bir yolculuğu anlatıyor. Filme adını veren Djam, yedek parça satın almak için Yunanistan’dan İstanbul’a gelen genç bir kadındır. Djam, insani yardım gönüllüsü olarak çalışan, parasız ve kimsesiz 18 yaşındaki Avril’i kanatlarının altına alır ve birlikte İstanbul’dan Midilli adasına doğru umut ve müzikle dolu bir yolculuğa çıkarlar. Djam’in müzikleri için Cümbüş Cemaat’ten Cem Köklükaya, Baba Zula’dan Melike Şahin, Dalganabak’tan Ozan Tura, Ozan Çoban, Onur Yusufoğlu, Burhan Hasdemir ile Yunan müzisyenler işbirliği yaptı. 8 Ekim Pazar akşamı Djam'in İstanbul'daki son gösteriminden sonra, Salon İKSV'de Cümbüş Cemaat'in rembetiko konserini kaçırmayın!
Ertesi Gün (The Day After, Geu-hu)
/

Ertesi Gün, neredeyse her filminde kadın-erkek ilişkisini farklı bir düzlemde inceleyen Hong Sang-soo’nun “erkeklik mefhumuyla” yeni yüzleşme filmi. Karısını genç bir kadınla aldatan ve içten içe bunun acısını yaşayan bir adamın başka bir genç kadınla tanışma hikâyesini anlatan Ertesi Gün, bir yandan vicdan üzerine akıl yürütürken diğer yandan kadınların toplumsal rolüne dair derinlikli bir karakter incelemesi sunuyor. İçki masaları, duygu patlamaları, erkekliğin nabza göre şerbet hali, aşkın yüceliği ve bütün bunlara eşlik eden uzun diyaloglu sabit plan sekanslar... Ertesi Gün’de, iyi bir Hong Sang-soo filminden beklenen her şey var.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Ezeli Rekabet (Battle of the Sexes)
/

Tenis dünyasının en çok konuşulan tenis rekabetlerinden biri, 1973’te televizyonda en çok seyredilen spor olayı, hafızalara (ve kayıtlara) “cinsiyetler savaşı” olarak geçen efsanevi maç, Ezeli Rekabet’in tam merkezinde yer alıyor, üstelik Oscar’lı Emma Stone ve usta komedyen Steve Carrell, Little Miss Sunshine ve Ruby Sparks’ın yönetmenlerinin çektiği filmin başrollerini paylaşıyorlar. Eski şampiyon Bobby Riggs, tüm kibri ve cinsiyetçiliğiyle dünya kadınlar seribaşı Billie Jean King’e meydan okumuş, söz konusu maç yalnızca tenis kortunda değil dönemin ruhuna uygun şekilde cinsiyetçilik ve feminist mücadelenin de gündeme gelmesiyle tüm dünyada yankı bulmuştu. Ezeli Rekabet, Riggs ve King’in karşı karşıya gelişlerinin hikâyesini mizahi bir yolla ele alan harika bir komedi-dram.
Fortunata
/

Adının anlamı “şanslı” belki ama yıkıcı evliliğinin enkazından sağ kurtulmaya çabalayan bir kadın Fortunata. Bir kuaför açmak için olanca gücüyle çalışıyor, bu esnada da sadece küçük kızı elinden tutuyor. Tek bir amacı var; yoluna taş koymaya bir hayli hevesli erkeklerle dolu bu büyük şehirde kendini özgür kılıp, hayata karşı dimdik durmak... Bugün değilse bile yarın, kendi varlığı dışında hiç kimseyi umursamadan mutlu olmak... Sergio Castellitto’nun Fortunata'sı Roma’nın arka sokaklarında güçlü bir kadının fırtınasından doğan, delişmenliğiyle Fellini tonlarına çalan bazen eğlenceli bazen de can yakıcı bir film.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Foxtrot
/

İsrailli yönetmen Samuel Maoz’un 2009 yapımı savaş karşıtı Lebanon / Lübnan’dan bu yana çektiği ilk film olan Foxtrot, dünya prömiyerini henüz tamamlanan Venedik ve ardından Toronto film festivallerinde yaptı. Film, askerdeki oğlunun ölüm haberini alan bir babanın yas sürecinde akrabalar ve ordu yetkililerinden bunalarak bir öfke nöbetine tutulması ile başlıyor ve sürprizlerle ilerliyor. Yazgı kavramını farklı yönlerden sorgulayan filmin başrolündeki Lior Ashkenazi, 2016’da İstanbul Film Festivali Altın Lale jürisinde yer almıştı. Foxtrot, İsrail'in Oscar adayı oldu.
Gemini
/

Başından sonuna kadar gerilimle gizemi bir arada ve yüksekte tutan Gemini, Los Angeles’ta sinema endüstrisinin tam ortasında geçen bir cinayet filmi, muzip bakışını hiç kaybetmeyen bir kara film. Dünya prömiyerini SXSW film festivalinde yapan Gemini, asistanlığını yaptığı genç Hollywood yıldızı öldürülünce baş şüpheli sayılan Jill’i izliyor. Jill, bir yandan kendini temize çıkarmak için katili bulmaya çalışırken bir yandan da sinema dünyasını saran kirli ilişkilere denk geliyor. Her anında önemli bir ayrıntı ve komplo gizli Gemini, hem eğlenceli hem heyecanlı bir seyirlik.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Günübirlik Sevgili (L'Amant D'un Jour)
/

Fransız sinemasının en saygın isimlerinden Philippe Garrel yine aşkın ve âşıkların gizemli girdabına dalarak karmaşık ilişkileri ele alıyor; siyah-beyaz romantik filmin odak noktasında Garrel’in kızı Esther’in canlandırdığı, sevgilisinden ayrılan genç öğrenci Jeanne yer alıyor. Aşk acısı çeken Jeanne, üniversitede felsefe hocası olan babasının yanına taşınır. Evde ilk karşılaştığı, babasının yeni kız arkadaşı Ariane’dır. Ariane, Jeanne’la yaşıt, üstelik babasının öğrencisidir. Aynı evde farklı aile dinamikleriyle aşk ilişkisi çakışınca ortaya yönetmen Garrel’in alametifarikası, bir yanıyla komik bir yanıyla trajik insani durumlar ortaya çıkar.
Hakaret (L'insulte)
/

Sıradan bir hakaret milli bir krize nasıl dönüşür? İlk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan ve burada başrolündeki Kamel El Basha’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandıran Hakaret, Lübnan’da siyasetten yargı sistemine uzanan ve derin bir toplumsal eleştiri getiren bir dram. Filmde Lübnanlı Hıristiyan Tony ile Filistinli inşaat ustası Yaser (El Basha) bir tamirat yüzünden kavgaya tutuşuyor. Tony, Yaser’e hakaret edince Yaser bir yumrukla karşılık veriyor; mesele mahkemeye düşünce bütün ülke ayağa kalkıyor. Hakaret, Lübnan’ın Oscar adayı olarak seçildi.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Housewife
/

Cehennemin basamaklarını 2015’te ilk uzun metrajlı filmi Baskın ile inen Can Evrenol, yeni filmi Housewife’ın Türkiye prömiyerini yine Filmekimi’nde yapıyor ve korku merdivenini derinlere indirmeyi sürdürüyor. Evrenol’un sözleriyle “cinsellik, aile, toplumsal sıkışmışlık ve kâbus temalarını bu kez kadın bakış açısıyla” ele alan Housewife’ın başkarakteri, kız kardeşi ve babası, annesi tarafından öldürülen Holly. Olaydan 20 yıl sonra, kâbuslarıyla gerçekler arasındaki bağını gitgide yitirmeye başlayan Holly, bir yandan annesini bu feci eyleme iten nedenleri araştırırken bir yandan da kendi hayatının anlamını çözmeye çalışacaktır.
İçimdeki Güneş (Un Beau Soleil Intérieur)
/

Juliette Binoche’a uzun zamandır oynadığı en güzel rolü veren Claire Denis’nin son filmi, boşanmış, tek çocuklu bir kadının “gerçek” aşk arayışını ironik bir dille anlatıyor. Binoche’un canlandırdığı Isabelle, 50’li yaşlarını süren, duygularının hayatını yönlendirmesine izin veren, mutsuz ve kararsız bir sanatçıdır. Tanıştığı birkaç erkekle ilişki kurmayı dener, ancak bu adamların uyumsuzlukları, iletişim kazaları, tuhaf ve hatta komik durumlar onu yıldırır. Günümüz dünyası ve ilişkilerinin zorluğuna mizahi bir yolla eğilen film, Cannes’da Yönetmenlerin 15 Günü bölümünden büyük ödülle döndü.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
İngiltere Benim (England Is Mine)
/

Müzik dünyasının en özgün, en karizmatik, en gizemli isimlerinden Morrissey’in 1970’lerde Manchester’daki ilk gençliğinden The Smiths’i kurduğu günlere, kapsamlı bir portresi İngiltere Benim’de çiziliyor. Duygu yüklü şarkı sözleriyle, benzersiz ses tonuyla, The Smiths ile başlayıp solo kariyeriyle İngiliz ve hatta dünya müziğini hâlâ etkilemeyi sürdüren idol müzik adamı Morrissey’i filmde Christopher Nolan’ın son filmi Dunkirk’te de rol alan, yükselişteki genç oyuncu Jack Lowden canlandırıyor. Dünya prömiyerini temmuz ayında Edinburgh Film Festivali’nin kapanışında yapan İngiltere Benim, adını The Smiths şarkısı “Still Ill”den alıyor.
Jeanette (Jeannette, l'enfance de Jeanne d'Arc)
/

Günümüz Fransız sinemasının en büyük dehalarından Bruno Dumont, kendinden başka hiçbir yönetmenin eline yakışmayacak tuhaf mı tuhaf bir müzikalle geri dönüyor. Jeannette, Fransa tarihinin en önemli kahramanlarından Jeanne d’Arc’ın çocukluk ve gençlik dönemini anlatıyor; ancak pek de alışık olmadığımız metotlarla. Bruno Dumont’un ilk gösterimini Cannes’da yapan son filminin müzikleri ise 2 Ekim'de Salon İKSV'de bir konser verecek olan Fransız breakcore dehası Igorrr’a ait. Rahibelerin “headbang” yaptığı, hiç alışık olmadığınız bir evrende geçen Dumont muzipliklerine doyamayacaksınız.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Jüpiter'in Uydusu (Jupiter holdja)
/

Köpeklerin isyanını nefes kesici Beyaz Tanrı’da sinemaya aktaran Macar yönetmen Kornél Mundruczó, göçmen hikâyelerine yeni bir çerçeve kazandırdığı cesur filmi Jüpiter'in Uydusu ile karşımızda. Ormanda ırkçı polislerden kaçarken vurulan, ancak ölmeyip süper güçler kazanan bir göçmenin ahlaksız bir doktorla birlikte atıldıkları maceraları anlatan bu film, daha önce benzerini hiç izlemediğiniz bir süper kahraman hikâyesi... Dahası, Mundruczó deli işi öyküsünün hemen paraleline deli işi bir anlatıyı da yerleştirerek hem Hollywood’a göz kırpıyor hem de izleyenlerin bütün duyularını kaşıyor. Jüpiter'in Uydusu, bu yıl izleyeceğiniz en sürprizli filmlerden biri şüphesiz.
Kalp Atışı Dakikada 120 (120 Battements par Minute)
/

Bir zamanlar bizzat Act-Up Paris’te görev almış olan yönetmen Robin Campillo, Cannes’da izleyiciler kadar eleştirmenlerden de övgü alan yeni filminde, 1990’ların başında AIDS’e karşı farkındalık yaratmaya çabalayan bu aktivist örgütün hikâyesini anlatıyor. Doğulu Çocuklar filmini festivalde izlediğimiz Campillo’nun bu filmi anlatısal olarak çok keskin manevralara sahip, sürprizlerle dolu bir dram. Cannes ana yarışma jürisinin başındaki Pedro Almodovar’ın en çok etkilendiği ve hatta basın toplantısı sırasında gözyaşlarını tutamadığı Kalp Atışı Dakikada 120, duygusal yoğunluğu oldukça yüksek, yaralayıcı ve zihinlere kazanan sinemasal anlar yaratıyor. Kalp Atışı Dakikada 120, Fransa'nın Oscar adayı olarak seçildi.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Kardaki İzler (Wind River)
/

İnsan ya da hayvan, her şeyin av, herkesin tedirgin olduğu sert, tavizsiz bir dünyada geçen çağdaş bir western başyapıtı Kardaki İzler. Sicario ve Hell or High Water / İki Eli Kanda filmlerinin senaryo yazarı Taylor Sheridan’ın yönettiği Kardaki İzler, Wyoming’de karlarla kaplı Rüzgârlı Irmak Kızılderili Koruma Bölgesi’nde geçiyor. Jeremy Renner’ın orman korucusu rolünde dikkat çektiği film, ücra bir alanda, karlar altında bir ceset bulunması ve cinayetin araştırılmasını anlatıyor. Cory, FBI’dan yollanan deneyimsiz ajan Jane Banner ile birlikte, bölgenin makûs talihini de belirleyecek bir soruşturmaya girişiyor. Nick Cave ve Warren Ellis’in huzursuzluk yayan müzikleriyle Kardaki İzler, doğanın kanunlarının bazen insan kanunlarından üstün olduğunu bize hatırlatıyor.
Kare (The Square)
/

Yönetmen Ruben Östlund, izleyeni güldürdüğü kadar rahatsız da eden özgün filmleriyle olay yaratmaya devam ediyor. Cannes’dan Altın Palmiye’yle dönen Kare, Stockholm’deki bir sanat merkezini mesken tutuyor. Bu sanat merkezinin artistik direktörlüğünü yapan Christian, “mükemmel” bir erkek. Sanat sevdalısı, nazik, yakışıklı, kültürlü, donanımlı... İçinde yaşadığı toplum da öyle; refahla yoğrulmuş, capcanlı, zengin ve dost canlısı... Östlund, imajın kâğıt üstündekiliğine, refahın gizliden gizliye yarattığı yozlaşmışlığa ve beslediği riyakârlığa yönelik sivri dilli, yenilikçi ve tartışmaya açık fikirlerle dolu bir filmle karşımızda.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Kutsal Geyiğin Ölümü (The Killing of a Sacred Deer)
/

Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un The Lobster’dan sonra İngilizce çektiği ikinci filmi, izleyicisini her zamanki gibi tekinsiz, oyunbaz ve özenle tasarlanmış yeni bir lanetli Lanthimos evrenine davet ediyor. Kutsal Geyiğin Ölümü başarılı bir cerrah ve babasının boşluğunu onunla doldurmaya çabalayan bir ergen etrafında dönüyor. Tuhaf ikili, aileleriyle tanıştığında işler daha da tuhaflaşıyor ve muzip bir tür Alacakaranlık Kuşağı hikâyesi ortaya çıkıyor. Lanthimos bedensel şiddetten doğan mizahı da her daim olduğu gibi filmine tatminkar miktarda eklemeye devam ediyor. Aileye, suçluluk duygusuna ve sınıfa dair, etkisinden kurtulması çok zor bir soğuk duş bu film.
Lucky
/

Paris, Texas’tan Inland Empire’a 200’e yakın filmde rol alan ve bu yıl 90. yaş gününü kutlayan benzersiz karakter oyuncusu Harry Dean Stanton’ın başrolü üstlendiği bu bağımsız Amerikan filminin kahramanı çölde bir kasabada yaşayan Lucky. Sabahları güne yoga ve kahvaltıyla başlayan, ilerleyen yaşına rağmen ne sağlık ne de genel olarak hayata dair herhangi bir sorunla karşılaşmayan Lucky, bir ateisttir. Derken bir gün, bu “talihli günlerinin” de sona erebileceği aklına takılır ve Lucky’nin “aydınlanma” yolculuğu başlar. Dünya prömiyerini South by Southwest Film Festivali’nde yapan Lucky, David Lynch’in de dahil olduğu güçlü oyuncu kadrosu ile dikkat çekiyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Mekânlar ve Yüzler (Visages Villages)
/

Cannes Film Festivali’nde özel bir gösterimde dünya prömiyerini yapan Mekânlar ve Yüzler, son derece özel bir karşılaşmanın ve benzersiz bir işbirliğinin filmi: Fransız sinemasının en önemli isimlerinden, Yeni Dalga’nın “büyükannesi” Agnès Varda ile Fransız sokak sanatçısı ve fotoğrafçı JR’ın ortak proje-filmi. 60 yılı aşkın bir süredir sinemadan fotoğrafa, video yerleştirmeden heykele yapıtlar üreten 88 yaşındaki efsane Varda, İstanbul’da da “Şehrin Kırışıklıkları” projesiyle duvarlara yapıtlar bırakan genç JR ile birlikte Fransa’nın köylerini gezdi. İkili bir yandan halkla sohbet etti, fotoğraflar çekti, çektikleri fotoğrafları sergiledi, bir yandan da dost olup birbirlerini daha iyi tanımaya çalıştı. Mekânlar ve Yüzler, iki çok özel sanatçının sanat, yaş almak, paylaşmak ve gezmek hakkında yarattıkları son derece özel bir günce-gezi filmi.
Muhteşem Kadın (Una Mujer Fantástica)
/

Filmekimi’nde gösterilen önceki filmi Gloria ile uluslararası alanda büyük başarı elde eden Sebastian Lelio, merakla beklenen yeni filmiyle karşımızda! Muhteşem Kadın’ın odağında kendinden yaşça büyük sevgilisini kaybeden trans kadın Marina var. Marina’nın sırtında ise veda edilen büyük aşkın yüzleşmesi güç tortusu, geride ve yalnız kalmışlığın ağırlığı ve kendisini dışlayan, hırpalayan bir toplumun karanlık yüzü... Yönetmen Lelio, başrolünde trans oyuncu Daniela Vega'nın harikalar yarattığı yeni filminde Şili’de bir trans birey olarak dünyaya var gücüyle göğüs germenin duygu dolu öyküsünü, bitmiş bir aşkı ve mutluluk hayallerini fon alarak anlatıyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Mutlu Son (Happy End)
/

Günümüz sinemasının en önemli yönetmenlerinden Michael Haneke, Amour / Aşk’tan bu yana büyük bir heyecanla beklenen yeni filmiyle geri döndü. Usta yönetmen, Mutlu Son’da işlevsiz aile, burjuva gerilimi, intikam, suçluluk ve bastırılmış duygular gibi her zamanki ilgi alanlarının yanına yenilerini de ekliyor. Odakta yine burjuva konformizmini her yönüyle yaşamaya çabalayan, dünyada olan bitene duyarsız bir aile var. Gelgelelim Avrupa eski Avrupa değil, şehirler onların soyut duvarlarla uzak tutmaya çalıştıkları “işgalci” göçmenlerle dolu. Haneke, Avusturya'nın Oscar adayı olan yeni filminde karanlık, rahatsız edici, öte yandan tuhaf bir mizah anlayışına da sahip bir sinema dili tutturuyor.
Nico, 1988
/

Andy Warhol’un süperstarı, Velvet Underground’un solisti, nevi şahsına münhasır Nico bir dönem müzik dünyasının en ünlü, en ulaşılmaz yıldızlarındandı. Zirveden uzaklaştığı ve 50’ye merdiven dayadığı 1987 yılının Nico’su, yönetmen Susanna Nicchiarelli’nin son filminde vücut buluyor. “Nico’dan sonra Nico’nun hikâyesini” anlatan, Venedik Film Festivali’nin Ufuklar Bölümü'nün açılış filmi Nico, 1988, yıllar sonra oğlunu da yanına alıp yeniden turneye çıkan, özel hayatı kadar kariyeri de sıkıntılarla dolu Nico’yu Paris, Prag, Nüremberg, Manchester, Polonya ve Roma’da izliyor. Nico’yu, Komün filminden hatırlayacağımız Trine Dyrholm muhteşem bir perfromansla şarkıları da kendi seslendirerek canlandırıyor. Nico, 1988, cesur ve dirayetli bir müzisyen, bir ikon sanatçı, kadın ve anne olarak Nico’nun yeniden doğuşunun hikâyesini anlatıyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Paramparça (Aus dem Nichts)
/

Katja, Türkiyeli bir Kürt olan kocasıyla çocuğunu Hamburg’daki bir terörist saldırıda kaybeden bir kadın. Hakkını aradığı mahkeme, zanlılardan yana tavır koyunca bütün gücüyle sarıldığı yası yavaş yavaş öfkeye dönüşmeye başlar. Hayatına dair her şeyi yaşadığı kayıpla birlikte arkasında bırakan Katja, kendi adaletini sağlamak adına yollara düşer. Paramparça, Fatih Akın’ın güçlü sinema dilinden amansız bir intikam öyküsü, düzene karşı bir başkaldırı... Almanya’daki ırkçı cinayetlerin yarattığı karanlıktan hareketle senaryosunu yazan Akın, kurbanlara adadığı filminde başkarakterini bir an bile yargılamayarak etraflı bir karakter portresi sunuyor.
Patti Cake$
/

“Şişman beyaz kızlar rap yapamaz” denilerek hem cinsiyetçilikten hem ayrımcılıktan mustarip kalan Patricia "Dumbo" Dombrowski, hip hop yıldızı “Patti Cake$”e mi dönüşecek yoksa Jersey’deki karanlık mahallesinde bir anlığına parlayıp sönecek mi? Sundance Film Festivali’nde çokça konuşulduktan sonra Cannes’da özellikle Avustralyalı başrol oyuncusu Danielle Macdonald’ın performansıyla büyük övgü toplayan Patti Cake$, 23 yaşında, bir yandan ön yargıları ve küçük şehir yazgısını kırmaya çalışırken bir yandan da annesinin aşk acıları ve heyheyleriyle mücadele eden, yetenekli, azimli ve kilolu bir kadının ilham verici hikâyesini anlatıyor. Filmin müziklerini de besteleyen yönetmen Geremy Jasper, sıkışmış, kendini ifade etmekte zorlanan dışlanmış Patti’nin hikâyesinin kendi 23 yaşındaki halinden esinlendiğini söylüyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Redoubtable (Le Redoutable)
/

Artist’in yönetmeni Michel Hazanavicius’un son filmi, hem sinemasal bir aşk hikâyesi, hem de efsane yönetmen Jean-Luc Godard’a ithaf edilmiş bir saygı duruşu. Stacy Martin’in Anne, Louis Garrel’in Godard rolünü üstlendiği, Artist’in yıldızı Bérénice Béjo’nun da rol aldığı Redoubtable, Redoubtable’ın gerçek hayatta hem yıldızı hem de eşi olan Anne Wiazemsky’nin anılarından beyazperdeye uyarlandı. Paris, 1967. Dönemin en çok konuşulan yönetmeni Jean-Luc Godard Çinli Kız filmini çekmektedir. Filmin başrolünde, sevdiği kadın olan, kendinden 20 yaş küçük Anne yer almaktadır. Mutlu çift evlenir, ama filmin gördüğü ilgi, ardından gelen 1968 olayları, Jean-Luc’ün kendini sorgulamasına neden olur.
Rodin
/

Gelmiş geçmiş en büyük heykel sanatçılarından Rodin, ölümünün yüzüncü yıld önümünde yapıtlarının yanı sıra aşklarını da ele alan büyük bütçeli, göz alıcı bir filmle de gündemde. Dünya prömiyerini Cannes’da yapan Rodin, “Düşünen Adam” ve “Öpücük” gibi şaheserlerinin temeli olan “Cehennemin Kapıları”nı Paris’te henüz tamamlayan usta sanatçı Auguste Rodin’i sanatı ve çalkantılı özel hayatı prizmasından bakarak gözlemliyor. Rodin, bu benzersiz ustayı hayatını paylaştığı eşi Rose, yetenekli öğrencisi ve sonradan metresi Camille Claudel’e duyduğu tutku ve bugün, çağdaş heykel sanatının dönüm noktası olarak değerlendirilen yapıtlarıyla ele alıyor. Filmde Rodin’i İnsanın Değeri ile tanıdığımız Vincent Lindon, muhteşem bir performansla canlandırıyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Sadakat (Le Fidèle)
/

Belçika’nın Oscar adayı olarak seçilen Sadakat, başrolünde Matthias Schoenaerts’in parladığı, sevgilisi rolünde ise Mavi En Sıcak Renktir’den tanıdığımız Adèle Exarchopoulos’un yer aldığı hareketli bir romantik dram. Filmde mafya mensubu gangster Gino, zengin olduğu kadar başına buyruk yarış pilotu Bénédicte’e âşık olur. Her şeyi göze alarak birlikteliklerini sürdüren Gino ile Bénédicte yazgılarını yenebilecekler midir? Tom Hardy’li The Drop / Kirli Para ve yine Schoeneaerts’li Bullhead / Taş Kafa’nın yönetmeni Michaël R. Roskam’ın son filmi, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı.
Sevgisiz (Nelyubov)
/

Birbirlerine karşı nefretle dolu bir kadınla bir erkek ve arka odada, korku içinde gözyaşlarına boğulmuş çocukları... Sevgisiz, bu çocuğun ansızın ortadan kaybolması üzerine onu aramaya başlayan, boşanma arifesindeki bir karı-kocanın bezginlik ve pişmanlıkla yaralı çabalarının hikâyesini anlatıyor. Günümüz Rus sinemasının büyük ustası Andrey Zvyagintsev, şiddetle, kavgayla ve sevgisizlikle yoğrulmuş, hayalleri kırılınca ağlamayı bile unutmuş bir toplumun portresini post-modern bilgi çağı filtresinden çiziyor. Yozlaşmış, çürümüş, hayati değere sahip kurumları ardı ardına işlevsiz hale gelmiş Rus toplumu, yönetmenin otopsi masasında.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Son Cinayet (Sandome No Satsujin)
/

İnsancıl dramlarıyla tanıdığımız yönetmen Kore-eda, bu kez bir cinayeti araştıran bir ceza avukatının peşinde adalet, gerçek ve yasa kavramlarını sorguluyor. Venedik’te Altın Aslan için yarışan Son Cinayet’ın başrolünde şarkıcı ve oyuncu Fukuyama Masaharu yer alıyor. Filmde Shigemori adında bir avukat, 30 yıl önce işlenen bir cinayet vakasının zanlısını savunmaktadır. İdam cezası istemiyle yargılanan adam suçu üstlenmiş olsa da Shigemori’nin araştırmaları, onu zanlının suçsuz olduğuna inandırır.
Son Katil (The Leisure Seeker)
/

Filmekimi’nde önceki yıllarda Human Capital / İnsan Sermayesi ve Like Crazy / Deli Dolu ile yüreklerimizi ısıtan İtalyan yönetmen Paolo Virzi, bu kez yaşlı bir çiftin peşinde yollara düşüyor, dünyadan ve hayattan zevk almak için aslında ne kadar azla yetinebileceğimizi anlatıyor. Doktorların tükenmez telkinlerinden ve çocuklarının dinmeyen ilgisinden bunalan Ella ile John, karavanlarına atlayıp evden uzaklaşmaya karar verirler. Dikkatini kolayca kaybeden John Alzheimer hastasıdır, Ella ise kanser. Yine de, “Dinlence Peşinde” adını verdikleri karavanla Boston’dan Key West’e doğru yola düşerler; geçtikleri yerlerde hayata ve birbirlerine olan tutkularını yeniden keşfederler. Virzi’nin tabiriyle “bir şarkı kadar sade, komik ve hüzünlü, biraz çatlak ama mutluluk veren bir özgürlük filmi” Kanadalı efsane oyuncu Donald Sutherland ile Oscar’lı efsane Helen Mirren’a yeniden hayran kalmak için birebir.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Soygun (Good Time)
/

Sinema coşkusu ve gerçeklik duygusuyla yoğrulmuş zıpkın gibi tecrübe sunan Safdie Kardeşler, alabildiğine ilginç bir suç filmiyle karşımızdalar. Filmin odağında bir ağabey ile kardeşi var. Sonu kötü biten bir soygun girişimi sonrasında zihinsel engelli kardeşi tutuklanan Connie, onu kurtarabilmek için zamana karşı yarışacağı bir gecelik bir yolculuğa çıkıyor. Safdie Kardeşler, bir saat gibi işleyen filmlerinde izleyiciyi sürüklemek için şablonlara ihtiyaç olmadığını kanıtlıyorlar. Soygun kurgusuyla, performansıyla kendini aşan Robert Pattinson’ıyla, Oneohtrix Point Never’ın müzikleriyle ve sonsuz yan karakter geçidiyle sarhoş eden bir film.
Tehran Taboo
/

Yönetmen Ali Soozandeh’nin kendi özgün senaryosundan beyaz perdeye aktardığı Tehran Taboo, Tahran’da gençlerin kısıtlamalar ve kurallarla, yasaklara rağmen yaşama nasıl tutkuyla sarıldıklarını animasyonla gözler önüne seriyor. İlk gösterimini Cannes’da Eleştirmenler Haftası’nda gerçekleştiren filmin baş kahramanları, bu ağır yasaklar ve kuralların etrafından dolanmayı bir yaşam tarzına dönüştüren, üç genç kadın ve müzisyen bir adam. Tehran Taboo, sistemin ikiyüzlülüğünü ve çelişkilerini mizahı elden bırakmadan, insancıl bir yaklaşımla ele alıyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
The Beguiled
/

Amerika İç Savaşı sırasında Kuzeyli Onbaşı McBurney yaralanınca, erkeklerini savaşa uğurlamış bir grup kadının ikâmet ettiği bir okula sığınır. Onbaşı, yardıma muhtaç halde düşmandan merhamet beklemekte, iyileşip güvenli bölgeye kavuşmanın hayallerini kurmaktadır. Bir korku öznesi olarak bulunduğu evde bir arzu nesnesine dönüşmesi ve evdeki dengeleri büsbütün bozması uzun sürmeyecektir. Amerikan bağımsız sinemasının en heyecan verici yönetmenlerinden Sofia Coppola, 1971’de Don Siegel’ın Clint Eastwood’la beraber oldukça “erkeksi” bir yerden sinemaya aktardığı hikâyesine sil baştan bir kadın bakış açısı kazandırıyor. Hem gerilimli hem komik The Beguiled, cinsiyetler gerilimi üzerinden yol alan, alabildiğine yaramaz, zımba gibi bir dönem filmi.
The Party
/

Muazzam bir oyuncu kadrosuyla yola çıkan Sally Potter, izleyicilerini az sonra patlayacak bir bombanın geri sayımıyla diken üstünde tutan bir vodville karşımızda. Janet, İngiltere’nin gölge kabinesinde bir bakan olarak atanarak politik kariyerinin zirvesine ulaşmıştır. Kocası Bill’le birlikte yakın arkadaşlarını çağıracakları bir kutlama hazırlığı yapmışlardır. Konuklar yavaş yavaş davete icabet ederlerken, bu partinin az sonra Bill’in yapacağı şok açıklamalarla başka bir boyut kazanacağının farkında değildirler. The Party, İngiltere’deki politik tufanı bir kahkaha tufanına dönüştürürken sivri dilini kullanmaktan bir an olsun geri durmuyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Thelma
/

Norveç’in en önemli sinemacılarından Joachim Trier bu kez gerçeklikten bir nebze uzaklaşıyor ve âşık olunca doğaüstü güçlere kavuşan bir genç kızın hikâyesini beyaz perdeye aktarıyor. 1980’lerin Japon animeleri, Stephen King romanları ve synthesizer müziklerinden ilham alan filme adını veren Thelma, kasabadaki hayatını ve dindar ailesini geride bırakarak Oslo’ya, üniversitede biyoloji okumaya giden çekingen bir kızdır. Burada, güzel sınıf arkadaşı Anja’ya âşık olur, ancak bu durum Thelma’ya fazla ağır gelir. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale kazanan Reprise / Tekrar ve Oslo, 31 Ağustos filmleriyle tanıdığımız Joachim Trier’in özel efektlerden destek alan ve Norveç'in Oscar adayı seçilen filmi Thelma, uluslararası prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptı.
Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri)
/

Amerikan bağımsız sinemasının en güçlü kalemlerinden, klasikleşen In Bruges’ün yönetmeni Martin McDonagh, Seven Psychopaths’ten sonra uzun zamandır beklenen yeni filmiyle geri dönüyor. McDonagh’ın ilk gösterimini Eylül’de Venedik, ardından Toronto film festivallerinde yapan filmi, kızı bir süre önce evlerine yakın bir yerde tecavüz edilerek katledilen bir anneyi gözlemliyor. Acılı anne Milfred, yetkililerin dikkatini çekebilmek için, karayolundaki üç ilan panosunu kiralıyor ve herkese meydan okuyor. Milfred rolündeki Frances McDormand’ın muazzam performansı, son derece güçlü oyuncu kadrosuyla, kalıpların dışına çıkıp kendi savaşını kendi yöntemleriyle veren güçlü kadınlara adanmış bir ağıt.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Uysal Bir Ruh (Krotkaya)
/

Adını bile bilmediğimiz bir kadın... Tek amacı hapisteki kocasına bir koli ulaştırmak... Paket iade edilince teslimatı bizzat yapabilmek için yollara düşer ancak vardığı hapishanede de kocasının izini bulamaz. Sanki bütün yollar birileri tarafından kapatılmış gibidir. Bu eziyetin bir sonu var mıdır? Dostoyevski’den esinlenen Sergei Loznitsa, yeni filminde oldukça sert, tavizsiz, rahatsız edici bir Doğu Avrupa portresi çiziyor. Müthiş sanat yönetimiyle büyük Rus sinema geleneğini izleyen Uysal Bir Ruh, elbirliği etmişçesine, insanlığını yitirmiş ülkesinin yarattığı kâbusun içinde geziniyor.
Velayet (Jusqu'à La Garde)
/

Venedik ve Toronto film festivallerinde yarışan, Xavier Legrand’ın ilk uzun metrajlı filmi Velayet, annesiyle babası henüz boşanmış olan bir çocuğu gözlemliyor. Ortak vesayet altındaki Julien, annesinin şiddete meyilli olarak yansıttığı babasıyla aşırı korumacı annesi arasında kalınca durumu kontrol altına almaya karar verir. Gerçekçilik, toplumsal dram, gerilim ve aile dramı gibi farklı türlere göndermelerle izleyicinin ilgisini hep yüksek tutan Velayet, ilk gösterimini henüz tamamlanan Venedik Film Festivali’nde yaptı.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Victoria ve Abdul (Victoria & Abdul)
/

İngiltere Kraliçesi Victoria rolünde, şimdiden efsaneleşen Judi Dench’i izleyeceğimiz Victoria ve Abdul, alışılmadık bir dostluk hikâyesi anlatıyor. İlk gösterimini henüz Venedik Film Festivali’nde yapan filmde, Hindistan hâlâ Birleşik Krallık sömürgesiyken, daha 24 yaşındaki bir memur olan Abdül Kerim, Kraliçe Victoria’ya hizmet etmek üzere bu ülkeden Londra’ya gelir. Zaman geçtikçe Abdül Kerim kraliçenin güvenini kazanmakla kalmaz, saray ahalisinin itirazlarına ve engellemelerine rağmen onun en yakın sırdaşı da olur. Geçen yıl Florence ile Filmekimi’ne konuk olan yönetmen Stephen Frears, hikâyesini gerçek olaylardan alan Victoria ve Abdul’un senaryosunu Billy Elliot’ın da senaryo yazarı Lee Hall’a teslim ediyor.
Yalnız Kalpler (La Novia del Desierto)
/

Gloria filmiyle kalbimize kazınan Paulina García, Yalnız Kalpler’de yine kaderini kendi ellerine alan güçlü bir kadın portresi çiziyor. Yalnız Kalpler’, Buenos Aires’te, kendini ve hayatını adadığı ailenin yanındaki işini kaybedince hayatı alt üst olan ve iş uğruna çölü boydan boya geçmek zorunda kalan 54 yaşındaki Cecilia’nın hikâyesini anlatıyor. Saygın sinemacılar Pablo Trapero, Juan Campanella, Christopher Hampton’ın izini süren yönetmenler Cecilia Atán ve Valeria Pivato, ilk kurmaca filmleriyle Arjantin sinemasına yeni bir soluk getiriyorlar. Kadınlar için günümüz dünyasında ve belirli bir yaştan sonra kendini yeniden keşfetmenin zorluğunu ele alan Yalnız Kalpler, ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde yaptı.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
You Were Never Really Here
/

Lynne Ramsay’in yeni filmi, tek başına, sinemanın asla ölmeyeceğinin kanıtı gibi. Sosyopat bir savaş gazisi, kötü insanların eline düşmüş bir kız çocuğu, nüfuzlu birtakım devlet adamlarını da içine alan girift bir suç ağı... Tanıdık motifler olsa da bu filmde kan gövdeyi bambaşka yollardan götürüyor, hikâyeler bilinmezliğe doğru ilerliyor. Kevin Hakkında Konuşmalıyız ile ustalığını ortaya koyan yönetmen Lynne Ramsay, Joaquin Phoenix’in ödüllü performansından güç alan filminde, polisiye kurgusu ile hikâye anlatımında devrim yapıyor. You Were Never Really Here, hiçbir beklentiye prim vermeyen, kafa karıştırıcı, zihin bükücü, her sekansı can alıcı bir film.
Zama
/

Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel’in yapımcılığını Pedro Almodovar’ın üstlendiği ve uzun süredir beklenen son filmi, dünya prömiyerini henüz tamamlanan Venedik Film Festivali’nde yaptı. Arjantin’in en önemli edebi yapıtlarından kabul edilen, Antonio di Benedetto’nun 1956 tarihli aynı adlı varoluşçu romanından beyaz perdeye uyarlanan film, İspanya’nın sömürgesi olduğu 18. yüzyılda Paraguay’da geçiyor. Sömürge yetkilisi Diego de Zama, memleketinden ve ailesinden uzak, bir şekilde terfi etmeyi beklediği bu uzak diyarda bir sonuç almadan beklemekten, şiddete bulanmış adaletten, hayalini kurduğu kahramanlığa hiç ulaşamamaktan bunalıyor. Köpek Günleri ve Başsız Kadın ile tanıdığımız Lucrecia Martel, Diego de Zama’nın günümüz çağdaş toplumunda yaşanan sorunlara yakın bulduğu bunalımını olağanüstü güzellikteki Güney Amerika manzaraları fonunda sorgulayarak bize sunuyor.
Haberin Devamı
Haberin Devamı
Zirve (La Cordillera)
/

And Dağları zirvesinde psikolojik gerilimle siyasi gerilimi harmanlayan Zirve, başrolündeki Arjantin’in en önemli oyuncularından Ricardo Darin'in güçlü performansıyla izleyiciyi etkisi altına alıyor. Filme adını veren Latin Amerika devletleri zirvesinde gündem petrol ve küresel güç iken Arjantin devlet başkanı Hernán Blanco’nun aklı bambaşka şeylerle meşguldür. Damadı, Hernán’a şantaj yapmaktadır. Hernán, zirveye kızı Marina’yı da çağırmıştır. Hernán ile Marina geçmişlerini deşip sırları ortaya çıkardıkça aralarındaki huzursuzluk artacaktır. Zirve, ilk gösterimini Cannes’da Belirli Bir Bakış Bölümü’nde yaptı.Filmekimi'yle ilgili daha detaylı bilgi için tıklayınız.