"Aşk Yozgat'ta yaşanıyor güzelim"
"Kaçma Birader" sevgilisiyle Yozgat'tan İstanbul'a kaçan küçük çocuklarını bulmak için Taksim'e gelen Kolçak ailesinin başından geçenleri izleyiciye komik bir dille anlatıyor.
Emrah Kaman, Zafer Algöz ve Algı Eke filmi CNN TÜRK'e anlattı.
Senaryoyu nasıl oluşturdunuz? Yaratım süreci nasıl geçti?
Emrah Kaman: Senaryoyu Murat Kaman’la birlikte yazdık. Yaklaşık beş senedir kafamızda olan bir hikayeydi. “Kardeş Payı” bitince arkadaşlarımız, Ahmet Kural, Murat Cemcir, Selçuk Aydemir “Düğün Dernek 2”yi yapmaya başladılar. Biz de “Kaçma Birader”i yazmaya başladık. Yazım süreci yaklaşık üç buçuk ay sürdü, çok özendik. Çünkü biz şuna inanıyoruz; sinemada yaptığınız şey, televizyonda izlettiğiniz şeyden çok daha iyi olmalı ki insanlar buna teveccüh göstersin. Umarım izleyiciler filmimizi beğenirler.
Diğer işlerinizin neredeyse hepsinde aileler Sivaslıydı. İstanbul’un Sivaslılar tarafından işgal edilmesi üzerine çok espri dönüyordu. “Kaçma Birader” filmindeyse aile Yozgatlı. Yozgat’ı tercih etmenizin sebebi ne?
E.K.: Ben Ankaralıyım. Ankara’da çok fazla Yozgatlı arkadaşım vardı. Hatta ben İstanbul’a gelene kadar Sivaslı tanımıyordum. İstanbul’a geldiğimdeyse çok fazla Sivaslı tanıdım. Çocukluğumda iyiki Sivaslı görmedim yoksa Sivas’ı ülke zannedebilirdim. Aslında senaryoyu yazmaya başladığımızda ailenin Yozgatlı olup olmamasına karar vermemiştik. Yozgat’ta Hasan diye bir arkadaşımız var. Hasan’a Yozgat’ta yaşamak nasıl bir his diye sorduğumda; “ Burada hava durumunu bile hiçbir televizyon göstermez” dedi. Bu yalnızlık hissi de bize çok güzeldi. O yüzden Yozgat’ı tercih ettik.
Filmde laf cambazlıkları çok fazla. Bu espri anlayışı bir süre sonra izleyiciyi sıkabilecekken filmde hiç sıkılmıyoruz. Senaryo aşamasında bu esprinin dozunu nasıl ayarlıyorsunuz?
E.K.: Açıkçası biz bunu sette anlıyoruz. Mesela yaptığınız bir espri, sette bir karşılık bulmuyorsa o espride bir sıkıntı olduğunu anlıyorsunuz. Yazma durumuysa bambaşka çünkü yazma eylemi çok şehvetli, aklınıza gelen her şeyi yazmak istiyorsunuz ama bu olamaz, mümkün de değil. İnsanları doksan dakika boyunca durmadan güldüremezsiniz. Fiziksel olarak mümkün değil. Bir süre sonra katılırlar, Allah korusun katil olacağız.
Sosyal Medya’da çok fazla dönen hatta yavaş yavaş insanların ağzına dolanmaya başlayan “Aşk Yozgat’ta yaşanıyor güzelim” şarkısı nasıl ortaya çıktı.
E.K.: Şarkı aslında, “Aşk Bodrum’da yaşanıyor güzelim” diye bir şarkı. Ben Bodrum’a gittiğimde bu şarkıyı duymuştum. Bunu, aşk Yozgat’ta yaşanıyor güzelim diye mırıldanmaya başladım. Garip bir mizahı oldu. Hem aşk Yozgat’ta yaşanıyor hem de hayat güzel devam ediyor. Bulunduğu yeri özümsemiş, orayı seviyor ve bununla da çok mutlu. Bu, çok özel ve güzel bir durum. Bunu özellikle Yozgat’a uyarlamak bence büyük bir fikirdi. Yapımcılarımız da sağ olsunlar çok arkamızda durdular. Şarkıyı aldık, klibini çektik ve insanların da diline dolaşmaya başladı sanırım yavaş yavaş.
“Kaçma Birader” filmindeki karakterinizi nasıl oluşturdunuz? Nasıl bir gözlem süreci geçirdiniz?
Zafer Algöz: Hikayede benim için en cazip olanı, karakterimin otobüs şoförünün olmasıydı. Rahmetli dayım, ağır vasıta şoförüydü. Bir de erkek çocukları genelde makinist olmak, pilot olmak, otobüs şoförü olmak isterler, böyle şeylere çok meraklıdırlar.
Benim de çocukluktan gençlik yıllarıma kadar şehirlerarası yolculuklarda şoförler üzerinde bir gözlemim vardı. Genelde de ön koltuklardan yer bulmaya çalışırdım, daha rahat gözlem yapabilmek için. Aslında ilk eğitimimi izleyici olarak almıştım. Daha sonra senaryonun eğlenceli olması, iyi bir ekip olması beni cezbetti ve projenin içinde yer aldım.
Algı Eke: Benim bu filmde oynadığım karakter, bütün gün evde televizyon izlediği için kendince Türkçesinin çok iyi olduğunu düşünen ve bütün aile bireylerine de Türkçe öğretmeye çalışan ama çok kötü Türkçe konuşan bir kadın. O yüzden benim için bu karakteri çıkartmak rahat oldu.
Film, Yeşilçam sinemasının sıcaklığını, naifliğini barındırıyor. Bu komedi anlayışına, Yeşilçam komedisinin gelişmiş hali diyebilir miyiz?
E.K.: Bize genelde şunu söylüyorlar; sizin yaptığınız yeni mizah, mizahı değiştiriyorsunuz gibi şeyler söylüyorlar. Ben çok böyle düşünmüyorum. Ben biraz senin dediğin gibi düşünüyorum. Biz Yeşilçam’ın bir benzerini yapıyoruz. Bizim şansımız, çok daha iyi teknik imkanlarla çalışmamız. O zamanki ustalarımız çok zor durumlarda çalışmışlar. Biz bu yeni teknik imkanlarla birlikte, o mizahı biraz daha estetik bir hale getirmeye çalışıyoruz.
Z.A.: Yeşilçam’ın modernleşmiş hali diye düşünmektense genelde aile komedilerine karşı bir ilgi var. İnsanlar, bizim ülkemizde sinemaya daha çok eğlence gözüyle baktıkları için, sinema filmlerinde hep komedi filmlerini tercih ediyorlar. O yüzden, yurt dışında festivallerde ödül almış, insanlar tarafından beğenilmiş filmler, vizyonda nedense çok fazla izleyici bulamıyor.
88. Oscar ödülleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Tahminleriniz tuttu mu?
E.K.: Leonardo abarttı işi, gerçekten bu kadarı da ayıp. Oscar için dilenmek bana biraz ayıp geliyor. Hayatımda hiç Oscar almadım, almayacağım, istemiyorum da ama böyle vereceklerse de vermesinler. Inarritu’yu çok beğenirim. Ona helal olsun ama Leonardo’ya olmasın. Hiçbir projemde Leonardo’yu oynatmayacağım. İnşallah bir daha da alamaz :)
A.E.: 10 tahminde 8’ini tutturdum. Spotlight’ı beklemiyordum, Mad Max alır diye düşünüyordum. Inarritu’ya bu sene de ödül verirler mi diye düşünüyordum. En iyi yönetmen ödülünü almış, hakkıdır. Müthiş bir yönetmen umarım daha çok film yapar.
Seyirci sinemadan nasıl duygularla ayrılacak?
Z.A.: Seyirci çok eğlenecek. Ben bir de şunu söylerim; bir sinema filminin tanıtımı istenildiği kadar basın yoluyla, afişle ya da sosyal medya yolu kullanılarak çok büyük bir tanıtımda yapsanız film iyi değilse, insanlar birbirine tavsiye etmiyorsa hiçbir şey yapamaz. Fısıltı gazetesinin yarattığı etkiyi başka hiçbir şey yaratmıyor. İnsanlar da bu filmi izledikten sonra beğenecekler, eğlenecekler ve eğlendikten sonra bir başkasına tavsiye edeceklerse zaten filmin izleyicisi de o zaman geliyor.
A.E.: Sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Burada bir komedi filmi yaptık diye bu gerçeklikten kaçacak değiliz. Benim ümidim, sanatın zirve yapması. Tarihe baktığımız zaman, bu kadar sıkıntılı zamanlardan sonra sanat yükselir, insanlar daha çok üretirler, öyle seslerini çıkartırlar. Umarım bu filmde bir şekilde birilerinin iki saatini mutlu geçirmesine vesile olur.
E.K.: Giden bir insana sorsunlar. Eğer o filmi tavsiye eder, mutlaka git derse gitsinler. Yok ben gülmedim derlerse gerçekten gitmesinler.