Viyana’yı dansla fethetti
Hayatı film gibi: Bingöl Kiğı’da bir çobandı, Avusturya Opera Balosu’da baş koreografı oldu. Avusturyalı komşusunun dans kursuna yöneltmesiyle değişti dünyası… İsmet Özdek şu an Avusturya’nın en iyi dans okullarından birinin sahibi ve yaşadığı ülkede hayranlıkla anılan bir isim. İşte bu, onun hikâyesi...
Dans için dünyanın tek ortak dili ve kültürü derler. Öncelikle uyum vardır içinde, emek, ter, gözyaşı ve elbette mutluluk da. İsmet Özdek’in hayatı tam da bu işte. Ayrıca bu 4 harfli kelime, onun dünya vatandaşlığının pasaportu. O, Bingöl Kiğı’da bir çobandı, Avusturya Opera Balosu’da baş koreografı oldu. Böyle bir hayat çoğu insan için hayalden bile öte. Ama bazen bir el uzanır, hayaller gerçek oluverir.
6 yaşında Bingöl’de çobanlık yapıyordunuz, bugün Viyana’da çok başarılı bir koreograf, dans öğretmeni, dans okulu sahibi, elektrik teknisyeni ve gönüllü ambulans şoförüsünüz. Bu macera nasıl başladı?
- Bingöl Kiğı’da doğmuşum, 4 kardeşiz. Türkiye’deyken ailem çobanlık yapıyordu. Et, peynir, süt, hayvancılıkla uğraşıyorduk. Sabah akşam aynı yemek, seçecek bir şey yok. Yazın bahçemizde bir şeyler olunca onları yiyorduk. 1986’da babam, çocukları iyi bir okula gitsin, herkes okuyabilsin diye bizi Bursa’ya götürdü. Köyde çobanlık yapıyorduk, iyiydi hayatımız ama şehirde hayvanlarımız yok, paramız yok. Babam yeni bir hayat kurmak istedi, yurt dışına çıkmak istiyordu. Onun için bizden 6 sene önce yurtdışına gitti. 4 sene sonra Viyana’yı seçti, oraya yerleşti. 2 sene sonra hepimizi Viyana’ya getirdi.
Fark neydi?
- Bursa bizim için değişik oldu. Köyde elektrik olmadığı için çoğu eşyayı tanımıyorduk. Mesela buzdolabını bilmiyorduk. Televizyonu ilk defa Bursa’da gördük, cereyana takıyorsun resim geliyor. Hayret ediyorduk, tutularak bakıyorduk. Komşumuzun televizyonu vardı, fırsat bulunca oraya gidiyorduk. Babam ‘Siz okursunuz, büyük insan olursunuz’ diyordu, onu denemek istiyordu. Ama şehirde bizim için yaşam standardı değişmedi. Aileme katkı için simit satıyordum, ayakkabı boyacılığı yapıyordum, kömür taşıyordum. Babam yurt dışındaydı, annem de 4 çocuğa baktığı için parası yoktu. Ayakkabı boyacılığı, elektrik, inşaat ne bulursam onu yaptım. Hayatım hep çalışmayla geçti.
80’lerin başında dil bilmeden, aileni de alıp hiç bilmediğin bir ülkeye gitmek çok cesaret isteyen bir şey. Bu karar nasıl alındı?
-Babam çocukları okula gitsin isterdi. Annem okuma-yazma bilmiyor, babam ilkokul bitirmiş, yazması okuması o kadar iyi değil. Çocukları açılsınlar, ellerine bir meslek alsınlar istedi. Bursa’yla Bingöl arasında pek bir şey fark etmeyince, yurt dışı için karar verdi. Akrabalardan biliyorduk, “Sizin için iyi olur” diyorlardı. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk, buraya geldik. Bir anda her şey değişti. Türkiye’de 6 yaşında bile çalışırken, burada “Çalışmak istiyorsan 16 yaşında olmalısın” dediler. Viyana’da bambaşka bir hayat var. İlk başta şoke olduk. Dilini de bilmiyoruz, yavaş yavaş açıldık.
Kardeşlerinizin aksine çekingen bir çocukmuşsunuz. Üzerine bir de dil bilmiyorsunuz. Uyum süreci nasıl geçti?
- Onlar daha dışa dönüktü, mesela arkadaşlarıyla gezmeyi severlerdi. Ama ben hep sakindim, bebekken de öyleymişim. Annem ne yapıyorsa onu yapıyordum. Annem pencereleri siliyorsa, pencereleri siliyordum. Annem ‘Alışveriş yapmamız gerekiyor’ diyordu, oraya gidiyordum. Annesinin oğluydum yani, eteğini bırakmıyordum. Viyana’ya geldiğimizde de aynı durumdaydım. Burada insanlar genelde evinin içindedir, Türkiye gibi kimse sokakta oturmaz. Sokakta konuşalım, kahve içelim, çay içelim diye bir şey yok. Biz de alışmıştık Türkiye’den, hayatımız sokaktaydı. Mesela hayvanların arasında top oynardık ama burada böyle bir şey yasak. Biz yine de sokakta top oynadık. Bir komşumuz vardı, yan dairede oturuyordu. Bir gün “Siz yeni geldiniz. Herhalde Türkiye’de böyle şeyler yapabiliyorsunuz ama burada olmaz. Park var, orada oynayabilirsiniz, sokakta olmaz” dedi. Sonrasında da Almanca bilmediğimiz için bize yardım etti. Bir şeyler öğrenmek istiyorsan, Almanların arasına girmen gerekiyor. Türklerin arasında kalırsan, hiçbir şey öğrenemezsin, aynı kalırsın. Buraya nasıl geldiysen öyle kalırsın.
Sizin “İyi ki varsın” dediğiniz insanlar komşularınız herhalde. O evinden çıkmayan İsmet’i aldılar, zorla dans okuluna yazdırdılar. Sizi dünyaya onlar çıkarttı diyebilir miyiz?
- Evet, “İyi ki varsın” dediğim kişi komşumdur, hayatımı o döndürdü aslında. İlk önce “Dans okuluna gidince Almanca konuşmana gerek yok, dil lazım değil. Sadece dans etmen gerekiyor” dedi. Ama yine de zorluk çektim. ‘Dans okuluna gittim, hayatım değişti’ gibi bir şey olmadı. Ben bizim düğünlerde bile dans etmezdim, hep köşede otururdum. Şimdi geldik buraya, komşumuz ‘Dans et’ dedi. İstemiyorum, “Bizim dansları bile bilmiyorum, sizin dansları niye öğreneyim ki” dedim. O da “Dans önemli değil. Sen oraya git, Almanca öğrenirsin. Yanında dans da öğrenirsin” dedi.
Maddi olarak da destek çıkıp kurs ücretini ödemişler...
- Onun yaptığının ne olduğunu o zaman ben de bilmiyordum. Yani düşünsem buralara geleceğimi... Kabul ettim. Dansa bir kere gideyim, komşuma “Tamam ben gittim, artık bırakıyorum” derim diye düşünüyordum. Sussun diye bir kere gidecektim.
Aileniz dans kursuna nasıl yaklaştı, desteklediler mi?
- İlk önce biraz çekindiler, “Akrabalara ne diyeceğiz” diye. Anneme ayıp gibi geldi. Erkeksin, dans edilir mi falan. Ben de bilmiyorum ne yapacağımı ama bir gideyim dedim, güzel bir şey. Normal insanlar var orada da. Avusturya’ya geldiğimizde annem “Artık Türkçe’yi bırakın, Almanca öğrenmeniz gerekiyor” demişti. Ben de “Almanca öğreniyorum” bahanesiyle dans kursuna devam ettim.
Kursu bitirdikten sonra dans okulu açmaya nasıl karar verdiniz ?
- Ben 2002 yılındadans öğretmenliği okulunu bitirdim. Viyana’nın her türlü tarafında özel dans kursları verdim. En son da 2007 yılında kendi dans okulumu açma kararını aldım. İsmi uluslararası olsun istedim. Herkes bana ‘İsi’ diye hitap ediyordu, onun için Isı-Dance dedim. Dans okulumuzu kurduk 2007 yılında... İlk önce bir sene açık tutarım, öğrencilerim olmasa kaparım diye düşündüm. Yavaş yavaş öğrenciler geldi. 600 kişiye kadar öğrencilerimiz oluyor. Çoğunlukla Alman... Çünkü çift olarak dans etmeyi çok seviyorlar.
2012’de Viyana Opera Balosu’nun baş koreografı olarak görev aldınız. O güne gidersek, nasıl kabul edildiniz?
- Açılış gecesi için dans okullarına mektup geldi. Bir yarışma düzenliyorlar ve baş koreografı o yarışmayla seçiyorlar. Her sene yeni bir koreograf seçiliyor. 2011 yılında başvurdum yarışmaya. Finale kalan 13 dans okulundan biri oldum. Ardından son 3 arasına girdim. Sonunda nasıl bir koreografi yapmak istediğimi sordular. Geleneksel bir şey düşünmüştüm. Kadınlarla erkekler, bir bütün gibi beraber dans etsin istedim. İki ay sonra cevap verdiler, ‘Siz kazandınız’ dediler.
İki ay uykusuz beklediniz, sonra mutlu haberi aldınız. Haberi ilk kimle paylaştınız?
- Telefon geldiğinde hanımla evdeydik. Daha konuşurken anladı. Kapatınca ‘O balo bizim elimizde’ dedim. O anda ikimizin de gözleri doldu. En sonunda hanım ‘Artık işler şimdi başlayacak’ dedi.
Komşunuzu arayıp haber verdiniz mi?
- Evet, o da çok sevindi. Onun için daha farklı tabii. Çünkü komşumuz 1995’te ‘Dans okuluna git, bir kur yapar bırakırsın’ diyordu. Sonra öğretmen oldum ona sevindi, ardından operanın koreografisini yaptım, ona daha da sevindi. İşlerin bu hale geleceğini kimse hayal edemezdi.
Hep iletişim halinde miydiniz, tüm başarılarınıza şahit oldu mu?
-Evet hepsine şahit oldu. Geçen yıl vefat etti. Hastanede yatarken yanındaydım, sonuna kadar. Onun için de bir hayal gerçek oldu. Sokakta birbirimizi gördük ve hayatımız değişti.
KÖYDEKİ HAYATIMI UNUTUYORUM
Sizi bir Türk olarak Viyana Opera Balosu’nda nasıl karşıladılar?
- Gazetelerde ilk haberler çıktığında, Türk olduğum için ‘Böyle şey olur mu’ diyenler oldu. “Viyana’yı alamadılar şimdi yine geliyorlar” diye yazdılar. Tartışma konusu oldu. “Opera Balo’da şinitzel değil döner yapılacak” diye dalga geçenler oldu. Cevap olarak, “Korkacak bir şey yok” dedim. “Bir Türk buraya gelip nasıl kısa zamanda öğretmen olur” dediler. Ama sonunda buradaki Türkler için de yeni bir sayfa açıldı, daha pozitif bir bakış geldi. Ben Türkiye’den geldiğimi hep söyledim. Unutmak istemiyorum oradaki hayatımı. Köyde doğdum, hayvanlara baktım. Hiçbir şeyim yoktu, bir ayakkabıyı bütün yıl giyerdik, şimdi ceketle kravatla oturuyorum.