İnternet sitesi değil, tiyatro oyunu: E-mülteci.com
"Artık iltica üzerine söylenebilecek çok da yeni bir şey kalmadı. Ben de dünyada devletlerin kalmadığı, her vatandaşın mülteciye dönüştüğü bir durum hayal ettim" diyor yönetmen Sedef Ecer. Üzerinde çok konuşulmuş, yazılmış, çizilmiş mülteci konusuyla ilgili yeni söz söyleme peşinde.
Ricamızı kırmıyor, o sözü, 20. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 9-10 Mayıs'ta Üsküdar Sahne'de söylemeden önce de Cnnturk.com okuyucularıyla paylaşıyor.
Adını, refah dolu hayat vaad ettiği insanlara eziyet dolu hayatlar sunan insan kaçakçılığı şirketi E-Mülteci.com 'dan alan oyununu anlatıyor.
Oyunun adı E-Mülteci.Com tanıtım yazısında da 'sanal kimliklerini kullanarak internette bıraktıkları ayak izlerinden takip ettiğimiz üç farklı kadının hikâyesi' olarak anlatılıyor. Öncelikle oyunu tanıyarak başlamak isterim. Sahne üzerinde kurulmuş bir beyazperde ve o perdeye yansıyan bilgilerle desteklenen bir tiyatro oyunu mu izleyeceğiz?
Ekran kullanıyoruz, evet. Ama neticede sinemada değiliz, tiyatrodayız. Yani arkadaki ekranlarda ne olursa olsun, asıl anlatmak istediğimiz hikayeyi sahnede, etten kemikten oyuncular anlatıyor.
Mülteci sorunu sadece siyasetin değil sanatın da başrolünde son zamanlarda. Çok katmanlı ve her katmanı birbirine bağlı bir mesele aslında. E-mülteciler. Com bu meseleyi neresinden yakalamaya çalışacak?
Ben iltica ve göç üzerine 2009 yılından beri 3 farklı oyun yazdım. Bunun boyutlarının ne kadar büyüyeceğini ve nasıl bir toplumsal fenomene dönüşeceğini hissediyordum o zamandan beri. Ama müneccim olduğum için değil, konuyla ilgili yıllardır çalışan sosyologlar, dernekler, sanatçılarla iletişim halinde olduğum için.
Daha önceki oyunlarımdan farklı olarak bunda bir adım öteye geçmem gerekiyordu çünkü artık iltica üzerine söylenebilecek çok da yeni bir şey kalmadı. Her şeyin en ekstrem noktasını bütün gün sosyal medyada görüyoruz zaten. Ben de dünyada devletlerin kalmadığı, sadece sınırların var olduğu, her vatandaşın bir mülteciye dönüştüğü, kimsenin evinin olmadığı bir durum hayal ettim. İklimsel ve siyasi koşullardan dolayı herkes mütemadiyen bir yerden bir yere göç ediyor ve yanlarına alabildikleri tek şey cep telefonu. Her akıllı telefon bir seyahatname ve her biri bir göçmen kadını anlatıyor.
Oyunda 3 mülteci kadının hikayesi anlatılıyor. Farklı tekniği de gözönüne alınırsa, izleyiciler salona büyük bir merak duygusuyla girecek gibi görünüyor. Peki salondan çıkarken bu kadınlara karşı seyircide uyandırılmak istenen his nedir? Hayranlık, acıma, beğeni, öfke? Ya da sadece empati mi?
Ben hiç bir zaman "şu hissi uyandırayım" diye yola çıkmıyorum çünkü her seyircinin duygusu farklı oluyor ve hiç umulmadık tepkiler doğuyor. En komik sahnede ağlayan oluyor, en trajik replikte de ağlayan. O yüzden inanın bilmiyorum. Ama kesin olan bir şey var ki, insan kaçakçısı karakterine kızacaklar.
Oyuncu kadrosunda Türkiye'de TV'den de tanıdığımız ünlü isimler var. Meltem Cumbul, Okan Bayülgen, Ahu Türkpençe... Bu isimlerle çalışmayı tercih etme nedenininiz nedir? Ve bu oyuna dahil olmaları süreci zorlu oldu mu sizin için?
Saydığınız isimlere ek olarak Tilbe Saran, Ece Dizdar, Fırat Tanış, Gizem Soysaldı'yı unutmayalım. Hepsi de sevdiğim, işlerini beğendiğim, onların da benle çalışma arzusunu bildiğim sanatçılar. O yüzden hiç zor olmadı. Mathilda May gibi uluslararası bir yıldız da dahil olmak üzere hepsi hemen OK verdi. Bu işler sanatsal güven meselesi. Bu arada Meltem'in yeri farklı tabii. Diğer oyuncular sadece ekranda görünecek oysa Meltem Cumbul baştan sona oyunu götürecek. Ama asla ünlü olduğu için seçmedim. Vasat bir oyuncuysa ünlü diye kimseyle çalışmam. Ben Meltem'in oyunculuğunu ve sahnede yarattığı hissi çok beğeniyorum. Bu arada Paris konservatuarı bitirme gösterisinde keşfedip bayıldığım Fehmi Karaarslan da sahnede olacak, o da önemli bir oyuncu. Bir de Fransız perküsyon üstadı oyuncumuz olacak.