hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Erol Günaydın ile 'Uzun Donlu Kişot'

    Erol Günaydın ile Uzun Donlu Kişot
    expand

    Güner Özkul / CNN TÜRK

    En son 'Uzun Donlu Kişot' adlı oyunda sahneye çıkan Erol Günaydın, CNN TÜRK'te yayınlanan Afiş programına konuştu.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    1955'te tiyatroya başlayan Erol Günaydın, bu yıl tam profesyonel olarak 50'inci yılını kutluyor.
     
    Günaydın, tiyatronun sıkıntılarını, Türk sinemasında son dönem yapılan filmleri, kavuk devir teslimini ve hastalığını anlattı.
     
    Belki tatsız bir konu buna değinmek hoş değil ama siz o kadar iyimser yaklaşıyorsunuz ki, ben de cesaret ederek biraz, hastalığınız nasıl ortaya çıktı, o süreç nasıl gelişti onu öğrenmek istiyorum.
     
    Erol Günaydın: "Önce benim karım kanser oldu. Akciğer kanseri oldu. Doktora gittik işte tomografiler alındı. Baktık kanser. Ne yapalım hemen Coşkun Tecimer, doktor, var ona gittik. 'Korkma, korkulacak bir şey değil 'dedi. "
     
    "Biz de evvela bir yadırgadık. Sonra o kemoterapilere başladı. Ben de her dakika yanında oturuyorum. O kadar çok kanserli var ki, ben bunu bilmiyordum. O kemateropi şeylerinde böyle küçük kabine  herkes oturmuş orada kemoterapi oluyor. Ben de refakat durduğum için herkesle dertleşiyorum."
     
    "Dertleşe dertleşe neredeyse kanser uzmanı oldum yani. Sonra benim hemoroitlerim var. Yani kanama var. Ben aldırmıyorum hemoroit diye. Ama o kadar çoğaldı ki karım 'bunları bir gösterelim' dedi. Doktora gittim. Sonra doktor karımı dışarı çıkarıyor gizli gizli konuşacak. Yok dedim. Gizli bir şey yok. Açıkça söyleyin bana.  'Kansersin' dedi. 'E güzel kanserim, ne yapacağız?'. Ameliyat, peki. İşte o şekilde ben zavallı 'Uzun Don'lu Kişot' tan ayrıldım."
     
    "Ama seyirci de yok yani. Ne seyirci Don Kişot'u merak edip geliyor, ne donuna bakıyor, ne bize bakıyor. Beyoğlu'nda bir sürü insanlar akıyor, iki-üç tanesi de o delikten, Ses Tiyatrosu'ndan içeri girip de merak etmiyor. Burada da nasıl bir tiyatro var acaba diye bakan yok. Böyle bir ahali oldu. "
     
    "Sonra ben hastaneye yattım. Ameliyat edildim. Fakat karım hâlâ devam ediyor. Mücadele veriyoruz. O da çok moralli. Çünkü kanser artık bugün grip gibi bir şey. Ben onun için buradan kanserlilere söylüyorum, kanser olunca hiç korkmasınlar. Yani nezle gibi, nezle olduk desinler. Bademciklerimiz şişti desinler. Çünkü tedavisi var ve tedavi ediliyor."
     
    Biraz iyileşmişsiniz. Biz sizi çok iyi görüyoruz. Setlere de dönmüşsünüz...
     
    Erol Günaydın:
    "Evet Günerciğim, bu sene benim 50'inci yılım tam profesyonel olarak. 1955'te başlamıştım tiyatroya 60 TL maaşla. Ondan sonra aradan 50 sene geçti, 2005."
     
    "Geçenlerde Müşfik Kenter'e gittim. Onun oyununu seyrettim. Müşfik de çok güzel oynuyor. Müthiş bir dev. Ama onda da malesef seyirci çok az. Ondan dertleştik. Onun da 50'inci yılı. Şimdi ikimiz birlikte 50'inci yılımızı kutlayacağız inşallah Müşfik ile. Bu nisan ayı içinde olacak."
     
    Bu yıl 50'inci yıl kutlamasının ardından başka projeler var mı?

    Erol Günaydın: "Başka projeler, tiyatro. Tiyatroda devam etmek istiyorum. Yani gözlerimiz kapanana kadar. Tiyatro hayatımız çünkü. Çok seviyorum. Çok da özledim tiyatroyu. Biz eskiden öğrenci matineleri yapardık. Şimdi öğrenci matineleri yok."
     
    "Halk matineleri vardı, ucuz matineler. Onlar da kalktı. Bu adetler aslında çok iyi. Çünkü tiyatroya davetiye çıkaran işlerdi bunlar. Ama şimdi tek bir fiyat koyuyorlar. Halka biraz da pahalı gelebilir. Ama o sokaktaki insanlar bu paraları tiyatroya değil de biraya, gıdaya, yahut da bir pavyona girip dans etmeye veriyorlar. Yahut da kaynanaları seyrediyorlar. Yani böyle birşeyler oldu. Toplum bozuldu."
     
    Son zamanlarda yapılan filmleri filan da sıklıkla izliyorsunuz. Ne düşünüyorsunuz eski filmlerle yeni filmleri kıyasladığımız zaman...
     
    Erol Günaydın: "Şimdi açtırma kutuyu, söyletme kötüyü. Şekerim eskiden biz, 300 bin liraya , 30 bin liraya, senetlerle, bonolarla filmler yapardık. Dağ bayır dolaşırdık. Ama çok içten, çok samimiydik. Şimdi o kadar çok paralar dökülüyor ki, trilyonlar konuşuyor filmlerde. "
     
    "Teknoloji müthiş, içinde birşey yok. Mesela 'Anlat İstanbul'. 'Anlat İstanbul' deyince ben birdenbire ismini o kadar sevdim ki, İstanbul neler anlatır? Sait Faik'i anlatır, Orhan Veli'yi anlatır. Birdenbire baktım, Sindirella, Külkedisi. İstanbul, koskoca İstanbul bunları mı anlatır? Mahfoldum yani bunu duyunca. Görmek istemiyorum, ismini bile duymak istemiyorum. "
     
    Sizin sanırım bu kavuk devir teslimiyle de ilgili söyleyecek bazı şeyleriniz var...
     
    Erol Günaydın:
    "Gelelim kavuğa. Bugünlerde birtanesi birşey attı ortalığa. Kavuk ona verilsin kavuk buna verilsin. En komik Cem Yılmaz, Cem Yılmaz'a verilsin diyorlar. Yahu Cem Yılmaz komik, tamam. Buna kimsenin itirazı yok ama Cem Yılmaz'ın kafasına o kavuk olmaz. Çünkü kavuk ciddi bir baş arıyor. "
     
    "Babana İsmail Dümbüllü vermiş. Baban da düşünmüş, taşınmış Ferhan Şensoy'la çalışırken. Bu çocuk ne yapıyor? Orta Oyuncular Tiyatrosu'nu kurmuş, öğrencileri var. Geleneksel tiyatronun bütün öğelerini kullanarak oyunlar yazıyor, oynuyor. Biz de onunla birlikte çalışırken baban en münasip odur diye onun kafasına giydirdi. " 
     
    "Şimdi onun hakkı. İleride o da öğrencilerinden birine giydirir bunu. Bunlar dedelerimizden, büyüklerimizden kalma bir kavuk. Bununla dalga geçilmez. Bunlara saygı duymamız lazım. Kavuğu öpmemiz lazım yani. Bununla alay edilir mi? Onun için, çok üzülüyorum böyle kavukla dalga geçenlere. Çok fena yaparım ona göre bilsinler. Söyledim bütün kırgınlıklarımı. Halka kırgınım niye tiyatroya gelmiyorlar diye. "
     
    "Gelsinler ne güzel insanlarımız var. Biraz aktörleri seyretsinler. O televizyondaki gürültü patırtı, kavgaları izleyeceklerine. Neyse Müşfik ile 50'inci yılı kutlarken belki o seyirciler yine gelirler, kavuşuruz."

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow