B Planı’ndan yeni bir hikaye "Tac’ın Nöbetçileri"
B Planı’nın yeni oyunu “Tac’ın Nöbetçileri”, TV ve sinemadan aşina olduğunuz iki farklı oyuncuyu bir araya getiriyor: Kaya Akkaya ve Murat Eken. Klasik sahnelenmeden de farklı bir deneyim sunup bu oyunla buluşmayı sağlayansa Sami Berat Marçalı. Üçlü ile bir araya geldik; Babür ve Hümayun’un hikayesini konuştuk.
“Masallar çocuklar içindir. İmparatorluk nöbetçileri için değil! Bana her şeyden uzaklaşıp, ormanda yaşamak istemeyeceğini söyle o zaman…” Fransız-Alman kökenli Amerikalı bir anne ile ABD’ye göçmen olarak gelmiş Hintli bir babanın oğlu olan (1974) Rajiv Joseph’in yazdığı “Tac’ın Nöbetçileri”nden Babür, çocukluk dostu, nöbet arkadaşı Hümayun’a böyle soruyor. 2006’dan bu yana, özellikle ırkçılık konusunda, insan doğasının gücünü ve tehlikelerini sorgulayan oyunlar yazan Joesph, bu oyunla Obie ve Lucille Lortel gibi iki prestijli ödülün de sahibi oldu. Masallar çocuklar için midir, yoksa artık büyüdük ve masalların sonunun düşündüğümüz gibi mutlu sonla bitmediğini mi öğrendik bilinmez ama bu defa ki masal; "aradığınız neyse, size onun ipucunu verecek" diyor “Tac’ın Nöbetçileri”nin yaratıcıları Sami Berat Marçalı, Murat Eken ve Kaya Akkaya… B Planı bu defa; dünyanın yedi harikasından biri olan, 83’te Unesco Dünya Mirası listesindeki yerini alan, Babür İmparatorluğu’nun altıncı hükümdarı Şah Cihan’ın, doğum yaparken hayatını kaybeden eşi Mümtaz Mahal adına inşa ettirdiği, destansı olduğu kadar aynı zamanda (yapımındaki 20 bin işçinin ellerinin kestirilmesiyle de) hazinli olan Tac Mahal’in kapısında görevlendirilen iki nöbet askerinin diyaloguna şahit ediyor bizleri. Yönetmen ve çevirmen S. B. Marçalı, yönetmen yardımcısı Seda Türkmen, dramaturg Dilek Tora, oyuncular (tiyatro sahnesinde ilk kez dikize yatacağımız) M. Eken ve K. Akkaya, minimalist dekor ve kostüm tasarımıyla dikkat çeken Marta Montevecchi, ışık tasarım Alev Topal…
“Krala ölüm yaşasın güzellik”
Bir yönetmen olarak bu metinde dikkatinizi çeken neydi? Oyun sizde neyi düşünmenizi sağladı?
Sami Berat Marçalı: Metinin gıdıklayan bir tarafı var ve ilerledikçe de o komedinin üzerime çöktüğü bir ağırlık oldu. Bilmediğimiz bir şey söylemiyor ama o bir şeyi vurucu bir yerden söylüyor. Etkilendiğim de buydu. 1648’de geçen bir metin, zaten başlı başına absürt. Olmak istediğim tarafım Babür, diğer tarafım Hümayun ve aslında sürekli bunun gel - gitlerini yaşıyorum. Bende olduğu gibi seyircide de "ben hangisiyim", "hangisi gibi görünüyorum?" sorgulamasını yaptıracak bir metin. "Krala ölüm, yaşasın güzellik" bu metnin söylemi. Oyun da "‘her güzel bir şey yapıldığında güzellik ölüyor"un altı çiziliyor. Bu bağlamda da bugüne kadar "güzellik" tanımını hiç bu kadar net düşünmemiştim.
Metinle hemhal süreciniz nasıl oldu ve kafanızda nasıl bir fotoğraf belirdi? Sahneye dönüşüm yolculuğunda sizdeki fon müziği neydi?
Murat Eken: Metini okurken ve sonrasında kafamda dönen "hür irade" oldu. Fon olarak da hadi, Antonio Vivaldi’nin "Dört Mevsim"i üzerinden konuşalım. Bu oyun da hakikaten o mevsimlerin geçişini hissettim. Hikaye çok da özgürce eğlenebilen, umarsız ve absürt bir yerden başlarken, sonrasında nasıl bir yaprak dökümüne, kışa ve hadese - ölüme geçişin olduğunun tasviri gibiydi. Çünkü oyunun içinde çok fazla kreşendo ve çok fazla vurduğu yer var.
Kaya Akkaya: Yıllardır tiyatro yapmaya hevesliydim ve içime sinen bir tekst’ti belki de beklediğim. Tekst’i okumaya başladım ve bir çırpıda bitti. Kendimi eğlenirken buldum, sürükleyiciydi. Sonraki okumalarımda ise hikayenin kademelerini ve derinliğini gördüm. Metin bu bakımdan da beni cezbetti.
“Bu oyun kara komedi bile değil bir dram”
Metin gerçekliği bakımından da aslında çok ince bir noktada duruyor; çok ağlak ya da tam tersi bir kadraja da düşebilirmiş, bunu reji ve oyuncular olarak nasıl kırdınız?
Sami B. Marçalı: Oyunun yurt dışındaki prodüksiyonlarında gördüğüm salt komedi üzerineydi. Evet, ABD’den çıkma bir tekst ama yanlış anlamışlar mevzuyu, nasıl böyle yaparlar diyorsun. Çünkü, ben salt komedi anlamadım. O noktada da oyunculara da sürekli bunu söyledim; bu oyun, kara komedi bile değil, bir dram. Ve bir dramı iyi yapansa içindeki komik anları bulabilmektir. Oyunda da buna dikkat ettik.
Murat Eken: Açıkçası oyundaki dram ve komedi ayağına her gün ayar çekmeye çalışıyoruz. Bizim sektörde bir rol ile tanındığın zaman, hep o tip üzerinden gelir teklifler. Bize okulda öğretilenlerden bir tanesi de sanatçının tanımıydı: sanatçı dediğin, içinde yaşadığı zamanla ilgili bir derdi olup, bu derdi anlatmaya çalışandır. Sami’nin yaptığı işlerin de bir derdi var, bu bakımdan da kıymetli. Metin geldiğinde, Sami iki hafta boyunca ekstradan doğaçlamadan gelen yanlarımı temizlemeye çalıştı. Şimdiye değin ‘büyük salonlara’ oynamış ve ilk defa ‘küçük salonlarda’ oynuyor olmanın deneyimsizliğimden de kaynaklanan bir şey olabilir bu.
Kaya Akkaya: Burada en büyük iş Sami’de. Ben ona emanet ettim kendimi. Didiştiğimiz de oldu ama genel anlamda o dramaturjik yapıyı kuran Sami oldu. Ben olabildiğince, onun kafasında yarattığı karaktere uymaya çalıştım. Ne kadar oldu bilmiyorum ama hissettiğim; okurken komik gelen tekst, oynarken komik değildi.
Bir oyuncunun kendini yönetmene teslim etmesi, hele de yaptığınız işler göz önüne alınırsa; TV ve sinema sektöründe popüler isimlersiniz, bu kadar rahat bir yerden, aynayı kendinize de doğrultup söylemeniz, açıkçası beni şaşırttı. Yönetmen olarak ne söylemek istersin?
Sami B. Marçalı: Bu yönettiğim 14. oyun ve ilk defa başıma böyle bir şey geliyor. İkisi de inanılmazlar… Yönetmen nasıl isterse, o şekilde ve sadece yetenekleriyle var oluyorlar. Sorguluyorlar ama bu kadar teslimiyetli bir yerden bağ kurmaları… Bunu da karşılıklı derdi anlama ve güvene bağlıyorum. Ben, B Planı’nı kurarken, kendime bir söz verdim: Hiçbir koşulda, sanatsal anlamda yalan söylemeyeceğim diye! Bunca zaman, işin iyi gitmesi için pek çok oyuncuya iyi olduğunu yalanını söyledim. Artık daha dürüstüm.
“Kaya ve Murat’ın uyumsuzluğu hoşuma gitti”
Şöyle bir bakınca iki alakasız oyuncu performansı gibi duruyor. Bu ikiliyi bir araya getirmek nasıl aklınıza geldi?
Sami B. Marçalı: TV’de tiyatro budur diye pazarlanan yapımlar var ve seyirciyi tiyatroya gitmekten uzaklaştırdığını düşünüyorum... Murat’ı da burada görmeme rağmen, oyunculuğuna inandığım birisiydi. Yaptığı oyunculuğun çok daha ötesini görebiliyorsun. Bu ‘iyi oyunculuğa’ rağmen tuzaklara düşüğünü de görüyorum. Seda (Türkmen), önerisiyle Murat’la bir araya geldik. Kaya ile ise hiç tanışmıyoruz ama bu rol için geldiğinde, Seda ile ‘işte budur’ olduk. Öncelikle iyi oyuncu olmasından evvel, iyi insan olması gerekiyor. Kaya öyle bir enerji verdi ve tek istediği ise; "Kötü oynuyorsam söyleyin"di. Neticede Murat ve Kaya’nın uyumsuzluğu hoşuma gitti. Ne kişilikleri ne de oyunculukları benzemiyor ve benim de aradığım tam böyle bir şeydi. İki ucu bulmam lazım ki yakınlaştırmaya ya da uzaklaştırmaya çalışayım.
Oyunun yazarı ve sizlerin oynadığı karakterler, şimdi bu masada olsaydı, onlara ne söylemek isterdiniz?
Sami B. Marçalı: “Bunu yazmış olman kıymetli bir şey fakat senden gelecek başka bir şeye ihtiyaç duymuyorum. Metni aldım ve kendim yazmışçasına, bakmaya çalışıyorum. Benim için senin görevin bitti” derdim. Röportajlarından anladığım, yazar kaleme aldığı hikayenin farkında değil bence; yazdığı şey, yazdığını düşündüğü yerden çok daha fazla. Bu sebeple de “büyük bir oyun olduğunun farkında mısın?” derdim.
Murat Eken: Yılmaz Erdoğan’ın “Bana Bir Şeyhler Oluyor’da geçiyor: “Yaşamak dedi, tek marifetiniz, biraz özen gösteriniz.” Babür de hakikaten özen gösteriyor, dolu dolu yaşıyor. Babür’e; ‘bence yaşamışsın’ derdim.
Kaya Akkaya: Hümayun’e pek inanmıyorum ama ‘inşallah dersinizi almışsınızdır’ derdim.
“Kimsenin ses çıkarmayışı Hümayun’luğumuzdan geliyor”
Oyunda Şah Cihan’ın iki asker Babür ve Hümayun’a verdiği emir-görevi düşünürsek son noktada kime sadığızdır?
Sami B. Marçalı: Kendi iç sesimize. Bu söylediğim de kendime dair. Genel tabii ki Hümayun. Dünyadaki yaşanan bazı mevzulara kimsenin ses çıkarmayışı "Hümayun"luğumuzdan geliyor.
Kaya Akkaya: Maalesef bize öğretilene sadığız. Herhangi başka bir toplumda, başka bir coğrafyada yaşıyor olsaydık, bambaşka şeyler öğretiliyor olacaktı. Bu da tabii ki cesaretle. Ama benim oynadığım Hümayun, o kadar cesur bir karakter değil. İnsanlar da genelde o kadar cesur değiller.
Oyundan yola çıkarsak; sizce kurallar ve emirlerin sınırları nerede biter?
Murat Eken: Emri veren tarafsan, kendi yapamayacağın mevzunun emrini veriyorsan o noktada biter.
Kaya Akkaya: Vicdanda biter.
Sami B. Marçalı: Empati kuramadığın noktada biter.
Yüzyılın yalanı herkes empati kurduğunu söylüyor, fakat ortaya toplayınca çıkan fotoğraf hiç de öyle görünmüyor…
Kaya Akkaya: Empatiyi kurabilen o kadar az insan var ki! Bize öğretilenler üzerinden kurduğumuz sistem ve algılarla yaşıyoruz. İnsanın vicdanı bunları yapmasına izin vermez ama vicdan neyle oluşuyor, işte bu da büyük soru! Ben, bugün bir sineği öldürürken hiç vicdan azabı çekmiyorum ama bir kediyi öldürmeye kalksam, vicdan azabı çekerim. Berlin Duvarı yıkılmadan iki ay evvel, orada son ölen kişi duvarı geçmek istiyor, geçmek isterken vurularak öldürülüyor. İki ay sonra duvarın yıkılması kararı veriliyor ve o sınır kalkıyor, herkes geçebiliyor. O askerin orada bunu yapmamak gibi bir seçimi olabilir mi yoksa olamaz mı?
Murat Eken: İnsanların algısal olarak ablukaya alındığını düşünüyorum. Bireysel özgürlüklerin yanında, evrensel doneler var bir de, orada gri alan yok. Biz galiba doğru tek olduğu zamanlarda, harekete geçmeye zorlanıyoruz.
Sami B. Marçalı: Yaşam bana biraz da doğrunun tek olmadığını öğretti. Doğru diye tanımlayıp, kabul ettirdiğin noktada bence kaybetmeye başlıyorsun.
“Herkesin doğrusu yanlışı karışmış durumda”
Oyun boyunca fonum L. Cohen’in; "Herkes biliyor zarların hileli olduğunu, iyilerin kaybettiğini ve kaptanın yalan söylediğini" diyen şarkısı oldu. Sizce herkes biliyor mu?
Murat Eken: Aslında Hümayun cevabı veriyor: “Tac Mahal’e bakıp, bu muhteşem yapının 20 bin sıradan insan tarafından nasıl yapıldığını hayal ettiğini düşün ve bu insanların kendi hayatlarını değiştirmeye çalıştığını hayal et. Ne olurdu? Sınır dediğimiz şey ortadan kalmaz mıydı, merkeze doğru ittirilmez miydi?” Şah Cihan, Tac Mahal’in yapımında çalışan 20 bin kişinin ellerinin kesilmesini emrediyor. Yok mu bu adama; "efendim, kafayı yediniz?" diyen. Yaşamsal kaygıların bizi otomatik pilota aldığını hissediyorum, hayat içinde o otomatik pilotu arada bir kapatmanın iyi olduğunu düşünüyorum.
Kaya Akkaya: Yaşamın kendi bir dengesi var, o yüzden de doğru diye bir şey yok! Herkes mantıklıyız diyor ama en önce gelen mantık değil, yaşama güdüsü. O zaman doğru ne? Benim bir fikrim yok! Kaptan değilim, o kafada ne yaşıyor bilmiyorum, açıkçası bu konuda girdabın içinde kaybolan bir adamım. Doğa ve evren bizden daha güçlü. Çok da düşünmemize gerek yok akışına bırakmak lazım; su akar yolunu bulur.
Sami B. Marçalı: Her sistem çöker. İlk insanlığın doğuşundan bu yana bakarsak da sistemler değişiyor ama yine bir sistem kuruluyor. Kavram olarak da çökmek üzerine kurulmuş bir şey. O noktada fazla da ciddiye almamak lazım, hepimiz bir vakit sonra öleceğiz.
Son olarak masada ne tür projeler var?
Sami B. Marçalı: B Planı ekibi olarak “İstila”, “Tac’ın Nöbetçileri” ve benim yazıp-yönettiğim, festivalde de oynayan “Yuva” ile üç oyun sahneliyoruz. İki dilli bir iş olan “Yuva”yı yurt dışında sahneleyeceğiz. Şartları ayarlayabilirsek de oyunlarla turneye çıkmaya devam edeceğiz.
Murat Eken: Uğraş Güneş’in yazdığı, benim yönettiğim ve Bülent Emin Parlak’ın oynadığı “Bülent Bey’in Hikayesi” adlı bir tiyatro oyunu var. İki perdelik komedi ve benim ilk yönetmenlik deneyimim. Oyun Ocak’ta sahnelenecek. Sürpriz pek çok isim de olacak Bülent’e eşlik eden. Bu ara hepimizin gülmeye ihtiyacı var. Tiyatronun yüzlerce insanı bir araya getirme zenginliğini seviyorum. Bir arada gülmeyi sağlamak barışmanın ve umudun da başlangıcı olabilir. Beraber gülebilirsek geri kalan her şey kolay.
Program için: www.b-plani.org
Video için: