Kucağında gitarıyla dünyayı dolaştı
Aktif müzik hayatına 2003'te başlayan İdil Meşe, kucağında gitarıyla, İrlanda ve İskoçya'yı otostop çekerek dolaşan, müziği için dünyayı gezen genç sanatçılardan... İrlanda, Türkiye, Amerika ve Tuva halk şarkılarından esinlendiği bir repertuvara sahip olan Meşe, 30 Eylül -1 Ekim tarihleri arasında Zorlu PSM sezonunun açılışının yapılacağı MIX Festival'de RedBull.com projesi Warm Up'a katılan diğer sanatçılarla birlikte sahnede olacak.
Amfi sahnede sevenleriyle buluşacak genç sanatçıyla, festival öncesinde bir araya gelerek, isminin verildiği günden müzik hayatına başladığı ana kadar her şeyi konuştuk.
Sizi ilk defa dinleyecek olanlar için; kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul doğumlu bir şarkı, şarkısözü yazarıyım. Müzikle yakından alakalı bir ailede doğdum. Babam ses mühendisi, kardeşim ve kuzenim de müzisyen. The Beatles plakları dinleyerek büyüdüm. Evde caz müzik hiç eksik olmadı. Ailemle sık sık klasik müzik konserlerine giderdik. İdil ismimi de İdil Biret'e olan hayranlıklarından dolayı koymuşlar.
Müziği size ilk öğreten kim oldu peki?
Temel gitar bilgisini babamdan öğrendim. Kendi şarkılarımı yazmaya ise gitar çalmaya başlamam ile gerçekleşti. İlk bestemi anneannemin vefatının ardından yazdım. O günden beri melodiler sözleriyle birlikte bilincime akıyor ve gitarımla çalıp, vokalimle onlara hayat veriyorum.
Ahmet Ertegün ile lise yıllarında bir tanışma, buluşma olmuş, hayatınızdaki yeri ve hissiyatı nedir?
Lisedeyken bir noktada şarkılarımın sayısı 100'ü bulmuştu. Ben de babamla evde basit bir şekilde kaydetmeye karar verdim. 7-8 tane şarkımı bir CD'ye kaydettim. İçinde şarkı sözlerimin, fotoğrafımın, CD'imin olduğu bir dosya yapıp Ahmet Ertegün'ün Bodrum'daki evine postaladım. Uzunca bir süre sonra, bir gün evde otururken telefon çaldı ve açtığımda ahizenin diğer ucunda Ahmet Ertegün vardı. Önce bir telefon şakası olmalı diye düşündüm ve sonra gerçekliğinin farkına vardım. Kısaca eline CD'inin geçtiğinden bahsetti ve fotoğraftakinin sahiden ben olup olmadığımı sordu. Motivasyon artırıcı bir sohbet geçti aramızda. Bir sene sonra da, bir zamanlar Ortaköy'de bulunan Istanbul Jazz Center'a geldiğinde, gitarımı kapıp görüşmeye gittim.
Neler yaşandı o görüşmede?
Çok yaşlanmıştı, iki kolunda iki yardımcısı vardı ve etrafında bir sürü insan vardı, gitarımı çalamadım ama aramızda kısa bir sohbet geçti. Beni hatırladı, şarkılarım hakkında öğütler verdi ve ben hala o öğütlere uymaya çalışıyorum. Bu yüzden kendi başımayken yaptığım folk müziğin dışında farklı müzisyenlerle farklı müzik türlerinde projeler çıkarıyorum. Bu Ahmet Ertegün'ün verdiği tavsiyeydi.
"Ruhani şarkılar hayat görüşümle bütünleşiyor"
İrlanda, Amerika, Tuva ve Türkiye şarkılarından etkilendiğinizi söylemişsiniz, bunu biraz açar mısınız, neden başka ülkeler değil de onlar? Ayrıca bu dillerin melodileri size ne ifade ediyor?
Halk müzikleri dinlemeyi seviyorum. İrlanda halk müziğinin karanlık ve romantik hikayelerinin, neşeli ezgilerle buluşmasını seviyorum. Erasmus sayesinde İrlanda'da okurken ve seyahat ederken, çaldığım yerlerde tanıştığım müzisyenler büyük bir sevecenlikle benimle kendi ezgilerini paylaştılar. İrlanda'da her sınıf ve meslek grubundan insan müzik yapıyor ve birlikte müzik yapmak için pub'larda buluşuyorlar. Müzisyen olmak sıradışı bir durum değil. Herkes içten bir şekilde ne çalabiliyorsa iyi kötü çalıyor. Bu açıdan İrlanda kültürünü çok kucaklayıcı buldum. Benim şarkılarımı yadsımadan üstüne kendi müziklerinden tınılar çaldılar. Büyük bir açık görüşlülükle dinlediler. Amerika folk şarkılarını da çocukluğumdan beri dinliyorum. Bob Dylan'ın hayatımda önemli bir yeri var. Müziğimde doğrudan duymasanız da Türkiye halk şarkılarını severim, zaten kökenim ve melodik yapı olarak beni duygusal olarak en etkileyen halk müziği. Tuva müziğini ise son senelerde keşfettim ve belki de gizli kökenim budur. Doğa içerisinde kazadan beladan korunmak, nehri, ormanı memnun etmek için yapılan bu ruhani şarkılar adeta benim hayat görüşüm ile bütünleşiyor. Ve şarkılarımın melodik yapıları gizemli bir şekilde bu halkın müziklerine yakın.
Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz?
Yaptığım müzik anlaşılmak için büyük bir dürüstlükle çağrı yapan, ortak duyguları paylaşan insanlara yalnız değilsiniz diyen bir müzik. Sonuçta biz müzisyenler en çok anlaşılmak için müzik yapıyoruz. Ve bazen yazarak, çizerek, konuşarak anlatamadığımız duyguları müzikle dışa vuruyoruz. Gitgide yalnızlaşan dünyada umarım dost olabilecek bir müzik yapıyorumdur.
Sizin türünüzde müzik yapan ve sizin takip ettiğiniz isimler kim?
Kendi kendime gitarımla şarkılarımı çalıp söylerken, Da Poet ile tanıştım ve o, işe sağlam temelli karanlık ve duygusal beatleriyle girince, ben de müziğimdeki duygusal yoğunluğu daha iyi ifade edebilecek bir tür bulmuş oldum. Müziğimize, 90'lar anlamında olmasa bile, trip hop diyebiliriz. Artık teknoloji ve sesler başkalaştı, çeşitlendi, kullandığımız sesler bazen futuristik, bazen nostaljik. Ve her zaman dokunaklı.
Başka hangi tarzda müzikler dinlemeyi seviyorsunuz?
Müziğim dışında caz, rock, funk ve folk müzik dinliyorum. Bu müzik türlerini beni en merkezimde hissettiren müzik olduğu için tercih ediyorum. Ancak noise, free caz dinleyerek de merkezimden uzaklaştığım ve bariyerleri kırdığım da oluyor. Da Poet sayesinde bu aralar çok sık hip hop ve rap de dinliyorum. Ayrı müzikal birimlerden geldiğimiz için birbirimizin müzik zevkini keşfetmek çok heyecan verici.
Günümüze bakınca kendi jenerasyonunuzdaki müzisyenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
70'lerde genç olmayı tercih ederdim ama kendi jenerasyonumdan da müzikal olarak gayet memnunum. Özellikle Türkiye'den müthiş gruplar ve müzisyenler çıkıyor ve büyük bir zevkle takip ediyorum. Son zamanlarda Türkiye'den Ponza, In Hoodies, Subgreen, Nilipek, Kamufle gibi müzisyenler çıktı ve heyecanla, büyük merakla takip ediyorum. Elektronik müzik açısından da çok umut verici bir yerdeyiz.
"Bağımsız müzik yapmanın zorluklarını hepimiz çekiyoruz"
Gelecek projelerinizi anlatır mısınız?
Yakın gelecekteki planlarım, öncellikle Noiseist'ten EP'imizin çıkması. Çağan Tunalı prodüktörlüğünde dinleyicilerimize harika bir ses deneyimi yaşatacak bir EP çıkacağına inanıyorum. Bu sene Fulbright bursunu kazandım ve herşey yolunda giderse gelecek sene müzik endüstrisi üzerine master yapmak için Amerika'da olacağım. Bu master sayesinde global müzik endüstrisinin dinamiklerini daha yakından anlamayı hedefliyorum.
Trip-hop/ yeni folk müziği deyince pek çok kişiden adınızı duyuyoruz, bu gelişim ya da daha da duyulma hali sizi ve müziğinizi nasıl etkiler ya da etkiliyor?
Tabii ki de motivasyonum çok artıyor ve müziğe daha büyük bir şevkle asılıyorum. Ülkemizde bağımsız müzik yapmanın zorluklarını birçok müzisyen biliyordur. Müzik dinleyicileri de tahmin edebiliyordur. Buna rağmen müziğimin kitlesine ulaşması çok sevindirici.
Bir vakitler Türkçe sözlü müzik de yapmak ister misiniz?
Az da olsa Türkçe sözlü şarkılarım var ancak henüz olgun değiller. Umarım gelecekte onları da değerlendirebilirim.
Dünyada yapılan müziği nasıl görüyorsunuz, müzik piyasasının içinde bulunduğu şartları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müzik piyasasının şartları dünyanın her yerinde artık çok daha ağır... Dijitalin müziğe katkısı yadsınamaz ancak bunun müzisyenin hayatını döndürecek kadar bir gelire dönüşmesi artık çok daha zor. Dünyada bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar ana label kaldı ve streaming zaten boğazına bıçak dayanmış pazarın hareket alanını daralttı. Eski anlamda hatrı sayılır şöhrete sahip bir müzisyenseniz bile artık çok daha az para kazanıyorsunuz. Müzisyenleri koruyan sistemler zayıflıyor ve kendimizi çok çetin bir dijital savaşları içinde buluyoruz. Ancak bu bir geçiş zamanı, tüm dinamikler çok hızlı değişiyor. Bob Dylan'ın dediği gibi "Times they are changing". Kendimizi güncel tutarak bu mücadelenin kazanan tarafında olabileceğimize inanıyorum çünkü artık müzik daha büyük bir ağa ulaşıyor.