12 yıldan sonra Vega ‘Delinin Yıldızı’yla döndü
Türkiye müzik tarihinde yerini alan isimlerden biri olan Vega, 10 şarkıdan oluşan yeni albümü “Delinin Yıldızı”nı GRGDN Müzik etiketiyle yayınladı. 12 yıllık aradan sonra dinleyenleriyle buluşan Vega ile albüm kadrajında bir röportaj gerçekleştirdik…
Her şeye rağmen güzel ‘şeyler’ de olmuyor değil, dediğimiz haberlerden bir tanesiydi verdikleri albüm müjdesi. Eskilerden kim kalıyordu ve dağılmıyordu ki! Albüm ertesi verdikleri konser ise görülmeye değerdi - tanıklarından biri olarak- tevellüdü benim gibi 30’larının sonunda olan bir kitle heyecanla sahneyi dikize yatıyordu. İtinayla kulaklara zuhur edilen şarkıları, öncesinde ezber edenler vardı, düşünün özlemi, o derece! Ki (grubun) sahnedekilerin de bu heyecandan nasiplendiğine şahit olduk. Dile kolay, dinleyenleri onları 12 yıl kadar beklemişti... Her ne kadar ‘Biz hiçbir zaman tam anlamıyla rock müziği yapmadık, rock bir duygudur ve şarkılarımızda bu his var. Ama biz rock, pop ve elektronik karışımı yapıyoruz’ dese de çıkış yaptıkları tarih düşününce, bu tanım çok da abes olmaz kanaatindeyim; “Türkiye’de rock müziğin, son 20 yılının en önemli (kült) gruplarından” olan Vega’dan bahsediyoruz. 12 yıl aradan sonra yeni albümleri ‘Delinin Yıldızı’ ile dönen Deniz Özbey ve Tuğrul Akyüz’den oluşan Vega, 1999’da yayınladıkları ilk albümleri ‘Tamam Sustum’la müzikal minvalde belli kalıpları aralamış, sonrasında 2002’de ‘Tatlı Sert’ ve 2005’te ‘Hafif Müzik’ ile de bir- iki konser dışında sessizliğe geçiş yapmışlardı. Ya da ortam öyle sesliydi ki biz onları duyamamıştık! Ne derseniz deyin, ama bu dördüncü albüm, pek çok müzikseverin dillendirdiği üzere; ‘yıllardır görmediğimiz eski bir dosta kavuşmuş’ hissiyatıyla kucakladı herkesi! Adını mavi ışık yayan Vega yıldızından alan grup, ilk olarak Mert Koral, Tuğrul Akyüz ve Deniz Özbey tarafından kurulsa da 2003’ten itibaren yoluna Özbey ve Akyüz olarak devam etti. Ve biz de; “Bu albüm kendi gücüyle ayakta durmaya çalışan kız çocuklarına ve onlara bunun için yol gösterenlere adanmıştır” diyen, hem iş hem de hayat arkadaşlığı devam eden Vega ile ‘Delinin Yıldızı’ fonunda bir röportaj yaptık.
“Ya pop’çu ya rock’çısın saçmalığı yok artık!”
- “Müzik olmadan, hayat hata olurdu...” diyor Nietzsche, Vega için ne ifade ediyor?
Tuğrul da ben de çift gölgeli gibi yaşamışız. Gölgelerimizin biri müzik ve ‘tın- tın- tın’ peşimizde doğuştan. Hiçbir şey müzikten daha çok ilgimizi çekmemiş ama bastırmışız bir şekilde rutin gelişim içerisinde. Tuğrul bence mühendis değil, orkestra şefi olmalıydı. Çok daha mutlu olurdu…
- Albüm çıkınca pek çok müziksever: “Yıllardır görmediğim eski bir arkadaşa kavuşmuş gibi sevindim’ dedi. “Yırtarak geçiyor kalbimizden / hayatı da törpüleyen zaman” diyor ya Arkadaş Zekai Özger, sizde zaman nasıl işledi?
12 yıl boyunca; “Vega, neden, nasıl durdu, inzivaya çekildi, bekledi veya “bu durma haline iten neydi?” Aslında her şey sıralı gitti ama aralar uzundu. “Hafif Müzik” konserleri, (kızım) Ceylin’in doğumu, büyümesi, tekrar çalışmaya başlamamız. Ben pek çalışmadım ama Tuğrul’un müzikal çalışmaları hep sürdü. Tabii olayların araları o kadar açılınca ve sonunda “Delilerin Albümü” oldu (gülüyor)...
- 12 yıl önce ve bugünkü hemhalde; müzikal ortamı nasıl görüyorsunuz? Dün ve bugün arasındaki farklarda neler var?
Yıllarca dayatılan formüllerin dışına çıkma cesareti gösterenlerin sayısı arttı. Ya ‘pop’çusun ya ‘rock’çı saçmalığı yok artık! Popçular yine popçu ve kendi hallerinden memnun hayatlarına devam ediyorlar, tamam. Asıl önemli ve güzel olan “Türk rock”a zorlananların rahatlayıp, daha kendilerine özel alt bölümlere ayrılmış olmaları. Ana akımı hedeflemeden, kendi dinleyicilerini kendileri seçiyorlar. Kendi mekanlarında doğup, büyüyüp, gelişiyorlar. Ana akıma karşı “iyi ki bizi takmıyorsunuz, bu iyi yolda olduğumuzu gösteriyor” tavrı içerisindeler. Bize gelirsek; bizde meydana gelen değişiklikleri anlamamız için daha çok ürün vermemiz gerekiyor. “Delinin Yıldızı” yılların bir ortalaması, geçen yıllar adına verilmiş bir hesap. Bundan sonrasına bakmak lazım! Artık sıkıldığın şeyler var. “Bir daha asla, yeter ya” diyeceğin şeyler var. Kurtulamadığın, senin bıktığın ama dinleyicine şart gelen şeyler var. Yapmak isteyip, fırsat bulamadığın ya da yapamadığın şeyler var. Ayırabildiğin, kaliteli, yani kendinden geçmeli zaman ve çalışma ortamı bile bir sürü değişik yola sokabilir müziği. Şu anda yine albüm sonrası konserler dönemindeyiz. Üretime vakit kalmıyor. Çalışma dönemini iple çekiyorum, çünkü nelerin değişeceğini, ne çıkacağını ben de merak ediyorum.
“Albümün bizi rahat bırakması gerekiyordu”
- 1996’dan 2017’ye müzikal hikayenizde ve sizde- kişisel bağlamda neler evrildi? Aklınızda ilk beliren fotoğraf nedir? O günün şartları, nasıl renk ya da boyut değiştirdi?
Geçilecek bazı manevi sıkıntıları, aşamaları bilsem belki ilk adımı atmazdım. İlk adım diye bir şey yoktu gerçi. Yaşımız küçük değildi ama aşırı ‘saf’tık piyasa konusunda. Tanıdıkça uzaklaştık zaten. Sonrasında sevdiklerini acele ile eve kaçıran ayıcıklar gibi davrandık. İlk fotoğraf yukarıdan çekilmiş olurdu. Yüzüne yukarıdan tutulan ışıktan aptallaşmış iki kişi. Son fotoğraf küçük bir odaya doluşmuş üç- beş daha mutlu kişi, nispeten rahat ifadeler…
- Oscar Wilde; ‘Müzik, hissin uğultusudur’ diyor, 12 yılın ardından bu albümü yaratırken sizin uğultunuz neydi?
Hakikaten bir uğultu var. Sessizlikte bile uğultu var. Bileklerinden bacaklarına bağlanmış uzun zincirleri peşin sıra sürüklüyorsun. Gürültüsü kafanı şişirmesin diye melodiye dönüştürüyorsun, ‘dırdırı’ sinirini bozmasın diye, söze çeviriyorsun sürüklediklerini. Dışarıdan geldiğini sandığın seslerin, zihninden geldiğini kabul ettiğin anda müziğe dönüştürme şansın oluşuyor. İstersen tabii. Kısaca; 2006’sı 2017’si yok yani!
- Albümden bahseder misiniz, içerikte neler var ve sound’ları oluştururken şiarınız neydi?
Albümün artık çıkıp, bizi rahat bırakması gerekiyordu. Eski üstüne yeni, yeni üstüne, başka daha yeni bir sürü parçacıktan oluşuyor. Sözler de öyle. Ne, ne zaman, niçin, ilki neydi, sonra ne eklendi… Hepsi birbirine karıştı. Nasıl tutarlı gözüken bir sonuç çıktı şaşırıyorum (gülüyor). Başka başka yazılarımdan sözlerin bir araya gelip, şu anı anlatan hikayeler çıkarması, beni hep hayrete düşürür. Yine öyle oldu.
“Çoğu zaman Vega’yı unutarak aylar geçirdim”
- Albümü yaratım aşamasından sonra konserde dinleyicilerle buluştuğunuz o ilk akşamki duygularınızı öğrenebilir miyiz?
‘Ya bu şarkıları kendimize yapmıştık’ gibi utanmadan kaynaklanan saçma sapan bir hisle çıktık ilk konsere. Tutukluğumuzu seyirci açtı resmen... Şarkılar bir haftada ezberlenmişti. Çok acayip bir his bu. Sürreal...
- “Başka başka şeyler bekliyoruz yollardan / Unutulmuş şehirler var / Yollarda unutulmuş isimler…” Şarkınız ‘İsim Şehir’de böyle söylüyorsunuz; bu süreç içinde unutulur muyuz kısmında neler yaşandı? İlk konser mesela; unutulmaktan veya anlaşılamamaktan dolayı çekinceleriniz oldu mu?
Biraz unutulmuşuzdur düşüncesindeydik. Çok normal bu kadar yıl sonra. Ben bile çoğu zaman Vega’yı unutarak aylar geçirdim. Bekleyen bir kesim olduğunu biliyorduk ama bu kadar olağanüstü, hep bir ağızdan şahane bir ‘hoş geldiniz’ beklemiyorduk açıkçası. Üç gün falan oturduğum yerden kalkamadım. Tuğrul ile (Serkan) Hökenek ile öyle sessizce birbirimize baktık ilk günlerde ‘bu nedir’ diye! Harika bir albüm çıkışı oldu. Bu fırsatla herkese tekrar teşekkür ederiz.
- Albüm için; “Kendi gücüyle ayakta durmaya çalışan kız çocuklarına, onlara bunun için yol gösterenlere ve güzeller güzeli anne Güler Özbey’e adanan” diyorsunuz, bu hemhal paralelinde ne söylemek istersiniz?
Anne olunca anneleri anlama hali mi, yoksa anne olunca yaşadığımız coğrafyanın gerçeklerinin daha da yüzeye çıktığını fark etme hali mi? Anne olmakla alakalı değil! Ben anne gibi hissedemedim kendimi zaten. Anne olma tavırları hareketleri bana hiç yapışamadı. Sakar bir abla gibiyim daha çok. Sahiplenmekten de hiç hoşlanmıyorum. Kızım olsa bile. Albümdeki o paragraf imkansızlıklarına rağmen, kendi gücüyle ayakta kalıp, çevresine bile destek olmaya gücü yetmiş kadınlara hayranlığımı anlatıyor.
- Yaşadığımız dünyada ‘sanata’, ‘müziğe’, ‘umuda’ ve ‘insana’ dair bir cümle alalım desek?
Şöyle diyeyim; modalara uyulmasın, sahte söz duyulmasın, çocuk kalbi burulmasın…
- Son olarak; “Bir insan 40’ına gelip de insanlardan soğumamışsa, insanları hiçbir zaman sevmemiş demektir” diyor, André Gide ‘Kadınlar Okulu’ kitabında. 12 yıl sonra yeniden müziğe nefes verme halinizi nasıl yorumlayalım?
Ben eksi sen, göz artı yaş, aşk bölü harp, çarp kalbim çarp… diyebiliriz (gülüyor).
Şarkıları buradan dinleyebilirsiniz.