Zabel Yesayan'ın üçüncü kitabı Türkçede: Sürgün Ruhum
Yaşadığı dönemin en önemli Ermeni yazarlarından biri olan Zabel Yesayan'ın "Hokis Aksoryal" yani "Sürgün Ruhum" kitabı yaklaşık bir asır sonra eser sahibinin doğduğu şehirde yayımlandı. Mehmet Fatih Uslu tarafından Türkçeye kazandırılan kitap Aras Yayıncılık tarafından basıldı.
5 Şubat 1878'de İstanbul'un Üsküdar semtinde doğan, Sorbonne'da ders alarak üniversiteye ilk giden Ermeni kadın olan Zabel Yesayan'ın (doğduğu zamanki adıyla Zabel Hovhannesyan) ismi her geçen gün Türkiye'de daha fazla anılır/bilinir oluyor. Bunun tek nedeni onun Ermeni Soykırımı'nın başlangıcı sayılan 24 Nisan 1915'te tutuklanması istenen entelektüellerden biri olması değil. O listede yer alan tek kadın olan Yesayan'ın kitaplarının Türkçe yayımlanmasının da önemli bir yeri var.
Aras Yayıncılık Yesayan'ı ilk olarak Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal'in hazırladığı "Bir Adalet Feryadı: Osmanlı'dan Türkiye'ye Beş Ermeni Feminist Yazar" kitabı ile Türkçe okura tanıttı. Ardındansa kitaplarını birer birer Türkçeye kazandırmaya başladı. Önce Kayuş Gavrilof Çalıkman çevirisi ile 1909 yılında Adana ve çevresindeki Ermeni katliamlarını anlatan "Averagneru Meç", "Yıkıntılar Arasında" adıyla yayımlandı. Ardındansa Mehmet Fatih Uslu çevirileri ile diğer kitaplar birbirini takip etti. İlki "Meliha Nuri Hanım" oldu. Kitap, Türkiye'de son üç yıldır -belki de hiç olmadığı kadar- popüler olan bir konuyla ilgiliydi: Çanakkale Savaşı... Gelibolu Hastanesi'nde gönüllü olarak hemşirelik yapan seçkin bir ailenin kızının kaleminden dökülenlerden oluşuyordu. İkinci kitap ise ilk kez Viyana'da 1922 yılında basılan "Hokis Aksoryal". Ya da Türkçe çevirisi ile "Sürgün Ruhum"...
Osmanlı'nın son günlerinde yaşayanların, sanat, toplum ve anavatan ile ilişkileri üzerine hararetli bir tartışma yürüten "Sürgün Ruhum" uzun yıllar yurtdışında yaşamış İstanbullu Ermeni ressam Emma'nın memleketine dönüşü ile başlıyor. İç hesaplaşmaları ve yaşadığı güçlükler kendisini takip ediyor.
"Bir halden diğerine geçişte ara devirler yok"
Kitap daha başında bu toprakların nasıl da yaklaşık 100 yıldır değişmediğini ortaya koyan bir cümleyi sunuyor okurlarına: "Bu memleket insanı şaşkına çevirecek derecede beklenmedik hallerin memleketi ve sanki bir halden diğerine geçişte ara devirler yok. Her şey ya çok iyi, ya çok fena."
Emma resimlerine bakanın "genç bir kadını, onun fiziki şahsiyetini değil, ruhunu daima sarmış olan o ıstırabı ve sıla özlemini fark etmelerini" istese de bunun için ümitvar olup olamayacağını sorgular. Çünkü insanlar sanattan çok siyaset konuşmaktadır. Hatta her şey siyaset tarafından belirlenmektedir. İhtilal muhalifi hareket, Kilikya katliamları ve yeni bir Türk-Ermeni anlaşması gündemdedir.
Emma çevresi tarafından "Burada resmi yapılmaya değer güzel bir tabiat ve başka pek çok şey var. Cemiyetimizin taze kuvvetlere ihtiyacı var" diye karşılanır ancak bu beklenti ile sarsılır... "Adeta asırlardan beri tahakküm ve esaret altında inleyen halkın kurtuluş çığlıklarından birini atmakla yükümlü" olduğunu hisseder.
Doğduğu ülkeye fiziken dönse de hayranı olduğu Tanielyan Hanımefendi'nin sözlerindeki gibi sürgünde kalmaya mahkumdur aslında. Pek çok kişinin bugün de hissettiği gibi...
"Biliyorsunuz değil mi, böyledir... diye devam etti, sanki yabancı ve uzak bir memleketteki sürgünleriz. Biz doğduğumuz ülkede sürgünüz, zira halkımızın müşterek hayatının etrafımızda yaratacağı o atmosferden mahrumuz... Yalnız narin ve ince iplerle bağlıyız öz yurdumuza."