Yordam'dan Şefik Hüsnü kitabı: 'Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm'
Türkiye'de komünist hareketin kurucularından Şefik Hüsnü'nün, Türkiye tarihinin en kritik evrelerinden biri olan 1 Haziran 1921 ile Şubat 1925 arasında Aydınlık dergisinde yazdığı yazıların derlemesinden oluşan "Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm", Gökhan Atılgan'ın derlemesiyle Yordam Kitap'tan çıktı.
Yordam Kitap ve Yordam Edebiyat 5 yeni kitabı okurlarıyla buluşturdu. Yayınevi, Türkiye'de Sosyalist Düşüncenin Klasikleri dizisinden Şefik Hüsnü'nün "Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm" adlı kitabını yayınladı. Yayınevi ayrıca Samir Amin'in "Barbar kapitalist/emperyalist sürüklenmeye karşı" nasıl insancıl bir alternatif oluşturulabileceği üzerine düşüncelerini kaleme aldığı "Kapitalizmden Uygarlığa" kitabını Yağmur Dönmez ve Naim Atabağsoy'un çevirisiyle; yazar Carlos Reyes ve çizer Rodrigo Elgueta'nın "Çizgilerle Şili'de Allende'li Yıllar" adlı kitabını Barış Yıldırım'ın çevirisiyle okura sundu. Bernhard Kellermann'ın "Tünel"i Sevinç Altınçekiç'in çevirisiyle, Dostoyevski'nin "Delikanlı"sı ise Leyla Soykut'un çevirisiyle Yordam Edebiyat'tan çıktı.
Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm
Türkiye'de Sosyalist Düşüncenin Klasikleri dizisinin ikinci kitabı olan Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm, Türkiye'de komünist hareketin kurucularından Şefik Hüsnü'nün, Türkiye'de Marksist düşüncenin temellerini atan Aydınlık dergisindeki yazılarının tematik bir derlemesidir.
Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm'de yer alan ilk yazının tarihi 1 Haziran 1921, son yazının tarihi ise Şubat 1925'tir. İlk yazı yayımlandığında İstanbul işgal altındadır. Son yazı yayımlandığında ise Takrir-i Sükûn Kanunu çıkmak üzeredir. Bu zaman aralığı Türkiye tarihinin en kritik evrelerinden birine işaret eder.
Kitap, Türkiye'de sosyalist düşüncenin kurucularından birisinin Türkiye'nin şekillenişine ilişkin görüşlerini, eleştirilerini, önerilerini, öngörülerini ve gözlemlerini yansıtması bakımından son derece önemli, değerli ve ilginçtir. Kitaptaki yazılarda yer alan gözlem, saptama ve çözümlemeler Türkiye devrimini toplumsal sınıfların mücadelesi ekseninde, Türkiye'yi içinde şekillendiği tarihsel dönemin ve bölgenin özellikleri içinde ve bunu da dünya kapitalizminin genel bağlamının geleceğe yönelik eğilimleri yönünde kavrar.
Yazılara yansıyan gözlemlerde dünyadan Türkiye'yi ve Türkiye'den dünyayı görebilmenin bakışımlı acıları, Türkiye toplumunu her yöresinden ve kesiminden insanları aracılığıyla tanımanın sıra dışı zenginliği ve düşünceye sürekli derinlik kazandıran ender bir aklın açılımları hissedilir.
Kapitalizmden Uygarlığa
Kapitalizm mümkün olan tek ufuk mudur, yoksa "sosyalist perspektif" hâlâ gündemde midir? İnsan uygarlığının bugün karşı karşıya kaldığı mücadele başlıklarını nasıl tanımlayıp çözümleyebiliriz? Barbar kapitalist/emperyalist sürüklenmeye karşı insancıl bir alternatifi nasıl oluşturabiliriz? 21. yüzyıl sosyalizmi "gerçekçi", mümkün bir hedef midir yoksa saf ve basit bir ütopya, bir imkânsızlık mıdır?
Sosyalist Perspektifin Yeniden İnşası alt başlığını taşıyan kitabında Samir Amin, bu ve benzeri soruların arasına cesurca dalıyor, önümüzdeki yüzyılı kazanabilmek, dünyayı barbarca bir çöküş ve çürümeden kurtarabilmek için yapılması gerekenleri tartışıyor.
Önce mevcut sistem: "Çağdaş kapitalizm, artık yalnızca bir sömürü ve emeğin bastırılması rejimi değildir, insanlığın düşmanı hâline gelmiş durumdadır, yani bundan böyle gününü doldurmuş olduğu kabul edilmelidir. Daha da ötesi bu bir zorunluluktur." Sonra gelecek: "Bu kitap, 21. yüzyıldaki sosyalizme dair güvenilir bir kavrayışın ve kendi başarıları yönünde ilerleme sağlamaya muktedir bir mücadele stratejisinin olgunlaşması açısından bana temel önemde görünen konuları ele almaktadır."
Kapitalizmden Uygarlığa, bugünkü sömürü sisteminden geleceğin eşitlikçi ve özgürlükçü arayışlarına uzanırken, Kuzey/Güney çatışmalarını, toplumsal emeğin üretkenliği ve teknolojinin gelişimini, "pazar ekonomisi" denen şeyin oligopol karakterini, "demokrasi" söylemlerinin kofluğunu ve Dünya Sosyal Forumu gibi çağdaş toplumsal hareketlerin gücünü de değerlendiriyor.
Çizgilerle Şili'de Allende'li Yıllar
Şili'de Allende önderliğindeki Halk Birliği (Unidad Popular) sosyalizme yasal ve barışçıl yoldan geçince, o güne dek siyasal iktidarı daha "çatışmalı" süreçlerle ele geçirebilen devrimciler, teoriye ve pratiğe dair yeni tartışmalara başladı. Barışçıl yolla iktidara gelen Allende'nin, bir süre sonra "kanlı" yollarla ve emperyalist müdahalelerle iktidardan düşürülmesi ise bu tartışmaları daha da alevlendirdi.
Bugün, kamucu ve toplumcu söylemler geliştiren bazı siyasi hareketlerin dünyanın farklı köşelerindeki seçim başarıları devam ederken, "parlamento yolu"nun hangi noktaya kadar sürdürülebileceği, bir "devrim"le taçlanıp taçlanmayacağı, sosyalizme uzanıp uzanmayacağı da yine tartışma gündeminde. Şili ve Allende deneyimi bu eksende güncelliğini hep koruyor.
Yazar Carlos Reyes ve çizer Rodrigo Elgueta'nın titiz bir araştırmaya dayanan belgesel çizgi romanı, Şili deneyiminin yeryüzündeki en özgün sosyalist dönüşüm girişimlerinden biri olduğunu anlatıyor. Belki daha başından öngörülebilecek trajik başarısızlığı bile, bu girişimin önemini gölgeleyemiyor.
Reyes ve Elgueta, Şili hakkında sıkça yapılan bir hataya düşmüyor ve yalnızca Allende ve Sosyalist Parti'ye değil, Halk Birliği'ni oluşturan yahut onu dışarıdan destekleyen devrimci hareketlerin tümüne odaklanıyor. Kitabın sayfaları arasında dolaşırken, tarihten bugüne uzanmak, Türkiye'den Venezuela'ya hâlâ güncelliğini koruyan darbe girişimleri ve emperyalist müdahaleler üzerine düşünmek de mümkün.
Gerçek ve yalan, ilerici ve gerici ideolojiler arasındaki silinmeye çalışılan ama tarihin her dönemecinde kendini yeniden dayatan ayrımları anlatan Çizgilerle Şili'de Allende'li Yıllar, aynı zamanda son nefeslerine dek çatışan Allende ve yoldaşları önünde bir saygı duruşu…
Tünel
"Ben de bir işçiyim, tünel adamları!" diye bağırdı Allan. "Sizin gibi bir işçi. Korkaklardan nefret ederim! Defolun, korkaklar! Ama cesurlar kalsın! İş, sadece karnını doyurma aracı değildir! İş bir idealdir. İş, çağımızın dinidir!
Bernhard Kellermann, yirminci yüzyıl başında büyük yankı uyandıran bu romanında, "çağımızın dini"nin peşinden gidenleri, Kıta Avrupa'sı ile Kuzey Amerika arasında bir tünel inşa etme hayali çerçevesinde anlatırken, kapitalizmin yapma ve yıkma potansiyellerini de derinden sorguluyor.
Devasa bir tünel inşaatının okyanusu aşmaya çalışan dehlizleri arasından, dönemin acımasız toplumsal gerçekliği, işçilerin ölümcül çalışma koşulları ve halkın üç kuruşuna göz diken sermayenin durdurulamaz kâr güdüsü de bütün çıplaklığıyla resmediliyor.
Alman yazar Kellermann'ın 1913'te kaleme aldığı Tünel, kısa sürede 25 dile çevrilmiş, milyonlarca okura ulaşmıştır. Kimi eleştirmenlerin bilim kurgu ve fantastik edebiyata dâhil ettiği, kimilerinin zorlu çalışma koşullarını ve kapitalizm eleştirisini öne çıkardığı için toplumcu gerçekçi boyutuyla değerlendirdiği Tünel'e, "teknik-ütopyacı roman" diyenler de olmuştur. Tam dört kez sinemaya uyarlanan roman, yirminci yüzyılın ilk yarısının en başarılı kitaplarından biri olarak kabul edilmiştir.
Tünel… "Ter ve kandan inşa edilmiş, yaklaşık dokuz bin insanı yutmuş, dünyaya tarif edilemez bir felaket getirmiş olsa da şimdi oradaydı işte!"
Delikanlı
Jüpiter'in silahı yıldırımlardır, ama öyleyken o ne yapıyor, rahat duruyor. Gök gürültüsünü uğuldattığı sık sık işitilmez; öyle ki aptal biri Jüpiter'in uykuda olduğunu sanır. Oysa Jüpiter'in yerine bir edebiyatçıyı ya da bir köylü kadınını oturtun, bakın gök nasıl gürlüyor!
Delikanlı, diğer Dostoyevski eserleriyle benzer izleklerin peşine düşen, Dostoyevski anlatısının temel motiflerini içeren tipik bir Dostoyevski romanı olmanın yanı sıra, derdi ve sözü başka, özgün bir anlatı olma özelliğindedir.
Gençliği ve saflığıyla Budala'nın Prens Mişkin'ini hatırlatan, kolaylıkla Yeraltından Notlar'ın kırklı yaşlarındaki kahramanıyla bağı kurulabilecek Arkadiy Dolgorukiy'i, onlarla benzer düşünce ve çelişkiler arasında, yakından tanıma olanağı buluyoruz. Artık bir çocuk değil belki ama henüz bir yetişkin de olmayan Arkadiy Dolgorukiy'in, irin gibi taşıdığı çocukluk öfkesi ve delikanlılık heyecanıyla attığı adımları izlerken, bir Dostoyevski anlatısından beklemediğimiz şekilde, şefkat duygusuna kapılıyoruz. Belki başka hiçbir eserinde kahramanı için bu denli yoğun bir şefkat talebi olmayan Dostoyevski, bir açıdan, Arkadiy Dolgorukiy karakteri nezdinde geçmiş tüm roman kahramanlarını anlamamızı sağlamaya çalışıyor gibidir.
Dostoyevski, Arkadiy üzerinden, karmaşanın hüküm sürdüğü, ahlaki temelleri sarsılmış, iyi ile kötü arasındaki sınırı belirsizleşen Rus toplumsal yaşantısına açık bir eleştiri yapmaktadır. Arkadiy bir yandan geleneğin simgesi Makar Dolgorukiy'e hayranlık duyar, diğer yandan bir entelektüel olan Versilov'a öykünürken; Rusya için iki gelecek timsali çiziliyor gibidir önümüzde. Ama Dostoyevski, Arkadiy'e yaşattıklarıyla, Rusya'nın geleceğini bambaşka bir şeyin şekillendireceğini gördüğünü söyleyecektir.
Unutulmaz Versilov karakteri ve çerçevesi çizilen baba-oğul ilişkisi ile Delikanlı, Karamazov Kardeşler'in de müjdecisi gibidir...
Klasik edebiyat tutkunları için, Leyla Soykut Türkçesiyle…