Yordam Kitap'tan 8 Mart okumaları
Bugün 8 Mart, kadınların günü. Kadınlar için yaşamın her geçen gün daha da zorlaştığını işaret ederek "kadınların mücadelesine naçizane katkımız" diyerek kadın kitaplığına her geçen ay yeni bir eser ekleyen Yordam Kitap, 8 Mart okumaları derledi.
Kadınlar için yaşamın her geçen gün daha da zorlaştığını işaret ederek "kadınların mücadelesine naçizane katkımız" diyen Yordam Kitap, "kadın" kitaplığını genişletti. İşte Yordam Kitap'tan 8 Mart okumaları...
Kadınlar ve Sosyalizm
Sharon Smith
Çeviri: Etkin Bilen
Amerikalı sosyalist yazar Sharon Smith, Kadınlar ve Sosyalizm kitabında kadın sorununun sınıf, ideoloji ve dinle ilişkisini sade ve akıcı bir dille ele alıyor. Kürtaj hakkı, kadın ve erkeklere eşit ücret, ev içinde iş bölümü gibi kadın hareketlerinin ilk filizlendiği dönemlerden bu yana kadın hareketinin temel gündemini oluşturan konuları Marksist bir yaklaşımla inceliyor. Yanı sıra, kürtaj, türban, din ve kadın gibi konulara da eğiliyor. Kadın hareketinin gündemleri kadar kendisini de eleştirel bir şekilde ele alan yazar, feminizmin 1960'lardan itibaren nasıl sağa kaymaya başladığını, hem kuramsal üretimlerinden hem de kadın haklarıyla ilgili konularda sergiledikleri tutumlarından yola çıkarak ortaya koyuyor. ABD'nin kadın hakları konusundaki kirli siciline geniş bir yer ayıran kitap, bu kirli sicilin izlerini yalnızca ülke sınırlarında değil, demokrasi götürmek bahanesiyle işgal ettiği topraklarda da sürüyor. Yanı sıra, kürtaj, türban, İslamiyet ve kadın gibi konulara da eğiliyor. Kadınlar ve Sosyalizm, kadınların kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu tarihsel bir yaklaşımla ve güncel olgulardan yola çıkarak savunuyor.
Komün'ün Asi Kadınları
Gay L. Gullickson
Çeviri: İlke Bereketli Zafeirakopoulos
Gay L. Gullickson, canlı bir dille yazılmış ve resimlerle zenginleştirilmiş bu kitapta, Paris Komünü olarak bilinen başkaldırının bir parçası olan kadınların nasıl temsil edildiğini inceliyor. Bu isyanla ve onun Fransız ordusunca kanlı biçimde bastırılması ile ilgili hararetli tartışmalar bugün de modern tarihçiler arasında devam ediyor. Özellikle kadınların Paris Komünü'nde oynadığı rol hakkında birbirinden çok farklı yaklaşımlar sergilenmektedir.
Paris'i sarsan çalkantının tam ortasında basın, kadınları acımasızlıkları ve öfkeleriyle öne çıkarmıştı. Örneğin Paris-Journal adlı gazete şöyle ateş püskürüyordu: "Âdeta çıldırmışlardı. İnsan onları dağınık saçlarıyla, askerlerin üzerine kaynar yağ, öteberi, kaldırım taşı atarken görebilir." Gullickson; gazetecilerin, anı yazarlarının ve siyasi yorumcuların yarattığı ve çağdaş tarihçiler ile siyasi düşünürlerin ayrıntılandırdığı imgelerin anlamını araştırıyor. Kadınların kenti barbarca yaktığı yönündeki iddialardan doğan kötü şöhretli Pétroleuse efsanesinin yanında; yazın dünyası, kadın Komünarları başka biçimlerde de betimlemiştir: Masum kurban, rezil hatip, amazon savaşçısı, koruyucu melek ve daha niceleri...
Gullickson'a göre, kadınların rolünü karikatürize eden bu anlayışlar, Komün karşıtlarının Komün'ün ahlaki yönünü tartışmalı hâle getirmeye çalışarak onu mahkûm etme çabalarına bir dayanak oluşturmuştur. Daha da önemlisi, kadınların böylesi yapay siyasi özneler olarak tanımlanması, sınırlanması ve anlam yüklenmesi, 19. yüzyılın geri kalanında olduğu kadar, 20. yüzyıldaki toplumsal cinsiyet kavramsallaştırmalarını da ortaya çıkarmaktadır.
Kadının Görünmeyen Emeği
Maddeci Bir Feminizm Üzerine Denemeler
Gülnur Acar-Savran, Nesrin Tura Demiryontan
Kadınların ezilmesinin maddeci bir tahlilini geliştirmek, maddeci bir feminizmin temellerini araştırmak. Bunun için de kadınları tâbi kılan somut pratiği, kadınlarla erkekler arasındaki nesnel, maddi çıkar çatışkısını ortaya koymak; kadınların harcadıkları emeği görünmez olmaktan kurtarıp adını koymak. İşte 1970'lerde Batılı feministlerin uğraştıkları en temel sorunlardan biri buydu.
Elinizdeki derleme, maddeci bir feminizm sorunsalı çerçevesindeki tartışmalardan bazı örnekler sunuyor. Bu makalelerde, erkek egemenliğinin tarihsel kökenleri, özgül bir üretim tarzı olarak patriyarka, ev emeği, patriyarka ve kapitalizm ilişkisi ele alınıyor, Marksist bir feminizmin olanakları ve koşullarını da araştırılıyor.
Çizgilerle Madame Curie
Bir Bilim Kadınının Hikâyesi
Soner Tuna
20. yüzyılın ilk yarısında, bilimde ve siyasette, etkileri bugüne de uzanan büyük dönüşümler yaşandı. Bilim dünyasında, zorlu savaş koşullarında geliştirilen bu dönüşümlerin arkasında, özverili, disiplinli çalışmalar, bilime adanmış yaşamlar özel bir yer tuttu.
Bu kitap, özveri dolu bu örnek yaşantılardan birinin, Madame Curie'nin öyküsü. Farklı bir öykü. Zira bu kitapta, Curie'nin yaşamı, diğer biyografi kitaplarından ayrılarak çizgilerin diline dökülüyor. Soner Tuna, bir bilim insanının portresini, özgün çizgileri ve kolay okunan, rahat anlatımıyla sunuyor bizlere.
Varşova'dan Paris'e yola çıkan Marie Sklodowska'nın, Sorbonne Üniversitesi'ndeki günleri; Paris'te bir çatı katında zorlu yaşam koşullarında kendini derslerine ve bilime adaması; mezuniyeti, Pierre Curie'yle tanışması ve aşkları; Curie'lerin, yoksul laboratuvarlarında birlikte geliştirdikleri çalışmaları ve büyük buluşları; ilk Nobel ödülleri, Pierre Curie'nin geçirdiği talihsiz kaza ve ölümü; Marie'nin çalışmaları sürdürme iradesi, ikinci Nobel ödülü, savaş yılları ve daha fazlası... Bir solukta, çizgilerin diliyle karşınızda...
Çizgilerle Rosa
Soner Tuna
Marksist düşünce ve eylemin anıt isimlerinden Rosa Luxemburg, şimdi çizgilerin diliyle yeniden hayat buluyor.
Soner Tuna, bir yandan Rosa'nın hayatını kendine has çizim tarzıyla resimlerken, bir yandan da onun yaşamından kesitleri ve düşüncelerinin yıllar içerisindeki gelişimini, akıcı bir dille özetliyor.
Gençliği, aşkları, mücadeleleri, dönemin devrimci liderleriyle girdiği polemikler, hapishane günleri, I. Dünya Savaşı'nda yaşananlar ve barış siyaseti, Bolşevik Devrimi, Spartaküs Grubu'nun çıkışı ve Karl Liebknecht'le birlikte katledilmesi gibi Rosa Luxemburg'un hayatının bütün kritik dönemeçleri anlatılıyor.
Çizgilerle Rosa'da, yine Yordam Kitap tarafından yayınlanan ve Luxemburg hakkında yazılmış en kapsamlı biyografilerden biri olarak öne çıkan Annelise Laschitza'nın Rosa Luxemburg: Her Şeye Rağmen Tutkuyla Yaşamak adlı kitabı esas alındı.
Çizgilerle Rosa, günümüz devrimci mücadelesinde izleri ve etkileri devam eden bir yaşamın ana çizgilerini özellikle genç okurlarla buluşturuyor.
Behice Boran
Öğretim Üyesi, Siyasetçi, Kuramcı
Gökhan Atılgan
Bu kitap, yirminci yüzyıl Türkiye'sinin en önemli Marksist aydınlarından birisi olan Behice Boran'ın siyasal ve entelektüel portresini çiziyor.
Behice Boran, sosyalist harekette, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal örgütlenme biçimlerini bilimsel yöntemlerle inceleyen ve böylece Türkiye'ye özgü sosyalizm yönteminin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunan bir öğretim üyesi olarak yer almak istemişti.
Fakat siyasal bir kararla üniversiteden koparılınca aktif siyaset alanına girdi. Siyasal ve toplumsal çözümlemelerinde tarihsel materyalist yöntemi yetkin bir şekilde kullanmasıyla dikkat çekti. Onunki, ülkesinin kendine özgünlüklerini kavramak ile bunları tarihin maddeci yasalarının dilinde tartışmak arasındaki gerilimin azabını yüklenen, neredeyse yarım yüzyıl boyunca sosyalist mücadelenin çilelerine dirençle göğüs geren bir aydının hikâyesiydi.
Siyasal cesareti bilimsel bir yaratıcılıkla birleştiren Behice Boran'ın yaşamı ve eseri, bu kitapta, belirli bir dönemleştirme yapılarak incelenmiştir. Dönemleştirme, Boran'ın yaşamını anlamlandıran temel izleklere göre yapılmıştır.
Genç bir yurtsever, bir sosyolog, Türkiye'nin ABD güdümüne sokulmasına karşı çıkan bir eylemci, sosyalist bir siyasetçi, siyasal bir lider, bir milletvekili ve bir siyasal kuramcı olarak Boran'ın siyasal ve entelektüel oluşumu, her bir dönemin siyasal ve ideolojik ortamlarıyla ilişkilendirilerek ele alınmıştır.
Rosa Luxemburg
Her Şeye Rağmen Tutkuyla Yaşamak
Annelies Laschitza
Çeviri: Levent Bakaç
Bu kitap, henüz lisedeyken yazdığı bir şiirde "bütün dertleri tokların vicdanına yüklemek istiyorum" diyen bir devrimcinin, doktor unvanlı bir iktisatçının, bir botanik ve edebiyat düşkününün, bir yazar ve militanın yaşamöyküsüdür.
Polonyalı bir Yahudi ailesinden gelen Rosa Luxemburg, Birinci Dünya Savaşı ertesi Almanya'yı sarsan devrimci ayaklanmanın önde gelen figürlerinden biri oldu. Polonya sosyal demokrasisindeki ulusalcı eğilimlere, Almanya sosyal demokrasisi içindeki sosyal reformizme karşı tavizsiz mücadelesiyle öne çıktı. Birinci Dünya Savaşı'ndaki II. Enternasyonal ihanetine ve "vatan savunması" yalanlarına karşı, işçi sınıfını emperyalist savaşa karşı örgütlemeye çalıştı. Bolşevik devrimini büyük bir coşkuyla karşıladı; parti-kitle ilişkisi, sosyalist demokrasi gibi konularda Bolşevikleri eleştirdi. Ardında yüzlerce makale, onlarca kitap ve broşür, iktisat teorisinden ulusların kendi kaderini tayin hakkı sorununa kadar pek çok önemli teorik/politik tartışma ve zaman zaman karşıtlarını çileden çıkartan sert polemikler bıraktı.
Rosa Luxemburg'un toplu eserlerini ve mektuplarını yayına hazırlamasıyla tanınan, aynı zamanda Margaret von Trotta'nın "Rosa Luxemburg" filmlerine de danışmanlık yapmış olan Prof. Annelies Laschitza'nın kaleme aldığı bu biyografi, yeni arşiv belgeleriyle zenginleşen en kapsamlı Rosa Luxemburg biyografisidir. Yazar kitabında, dünya ve devrim tarihinin bu gelgitli dönemine Rosa'nın penceresinden tanıklık ederken, okuyucuyu onun edebiyata, botaniğe, resme, müziğe derin ilgisi ve yeteneğiyle de tanıştırıyor. Kısacası, "hayat piyanosunda bütün parmaklarını kullanmak" isteyen bir devrimciyi anlatıyor.
Salka Valka
Halldor Laxness
Çeviri: Mehtap Gün Ayral
Salka Valka, İzlanda edebiyatında yeni bir sayfa açan canlı, destansı edebî yaratıcılığından ötürü, 1955 yılında Nobel Edebiyat ödülüne değer görülen Halldor Laxness'in başyapıtıdır. Laxness, bu romanında okuru, İzlanda'nın dondurucu soğuğunda titreyen küçük bir balıkçı kasabasında, ahlâk anlayışları çökmüş, ama dinî duygularla şişirilmiş balıkçıların acı dolu hayatlarıyla yüz yüze getirir, güçlü bir kadının zorlu hayat şartlarını ve mücadelesini gözler önüne serer. Çocukluğunu yaşayamadan büyümek zorunda kalan Salka adlı genç kızın merkezinde yer aldığı romanda, yoksulluk, sömürü ve çaresizlik çok çarpıcı bir tarzda tasvir edilir. Salka, annesi Sigurlina'yla birlikte, kuzeydeki evlerini terk edip, İzlanda'nın güneyine, daha iyi bir hayat özlemiyle yola çıkar. Ama Oseyri adındaki küçük bir köyde mola vermek zorunda kalırlar ve bir daha da oradan ayrılamazlar. Sigurlina ne kadar iradesiz biriyse, kızı da o kadar güçlüdür. Güçlü iradesi, yoksulluğa karşı başkaldırının ön saflarına taşır Salka'yı.
Salka Valka, yalnızlığın, umutsuzluğun, umut olarak sosyalizme sarılışın hikâyesidir.