hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    "Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar"

    Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar
    expand

    Kendimiz ve başkaları hakkında nasıl düşündüğümüzle ilgili incelemelerin genellikle gözden kaçırdığı bir nokta var: Yabancılar, tanrılar ve canavarlar gibi büyük muammalar insanın dünyaya bakışını nasıl şekillendiriyor? Metis Yayınları'ndan çıkan Richard Kearney'in "Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar" kitabı; yabancıların, tanrıların ve canavarların mit veya fantaziden ibaret olmadığını, bilakis kültürel bilinçdışımızın önemli bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koyuyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kuzey İrlanda barış antlaşmasının hazırlanmasına sunduğu katkılar ile de bilinen Boston College'ın felsefe kürsüsü profesörlerinden İrlandalı felsefeci Richard Kearney'in, "Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar" adlı kitabı, Türkçe okurla buluştu. Metis Yayınları'ndan çıkan kitap, kendimizi ötekilik bağlamında tanımlama pratiklerimizi yeniden sorgulamaya dönük bir çaba ve felsefi bir sorgulama niteliğinde.

    ***

    Antik Yunan için "barbar", emperyal Avrupa için "yaban" anlamına gelen yabancı figürünün, bilinmeyenin biz değil de Öteki olduğu fikri aracılığıyla, kendi kimliğimizi nasıl tanımladığımızı gösteriyor. Canavar imgesini derinlemesine inceleyen Kearney, antik minotauruslardan ortaçağ demonlarına, oradan günümüzün postmodern düşmanlarına kadar uzanan güçlü örneklerin de yardımıyla, insan benliğinin canavarca bir tarafı olduğunu ortaya koyuyor. Bazı tanrıların bugün bile hâlâ ayakta olmasının, insan psişesinin, sonluluğumuzun ve ölümün zincirlerinden kurtulmak için nasıl yanıp tutuştuğunu gösterdiğini ileri sürüyor.

    En basit korku ve arzularının dış dünyada nasıl tezahür ettiğini görmek ve bunlarla yaşamayı öğrenmek isteyenlere...
     
    Bu hikâyenin başkişileri yabancılar, tanrılar ve canavarlar. Gözde uğrakları ise haritaların göstermediği, gemilerin demirlemediği, pusulaların şaştığı o fantazmal sınırlar. Sahipsiz bir ülke. Dünyanın bittiği yer. Rivayete göre, "vahşi şeylerin yaşadığı" uzak bir diyar. Bu öteki figürleri aklın zayıfladığı, fantazilerin yeşerdiği sınır bölgesinin sakinleridir.

    Yabancılar, tanrılar ve canavarlar, bizleri uçurumun kıyısına kadar getiren aşırılık deneyimlerini simgeler. Yerleşik kategorilerimizi çökertip yeniden düşünmemiz için kışkırtırlar bizi. Malumu meçhulle tehdit ettikleri için, korku ve titremeyle, ayrılırlar çoğu zaman. Cehenneme veya cennete sürülürler ya da insan topluluğundan kovulup yabancıların ülkesine gönderilirler.

    "Yabancı" figürü —xenos gibi çok eski bir kavramdan çağdaş bir kategori olan yabancı istilacıya kadar— genellikle kendilerini başkaları üzerinden veya başkalarıyla karşıtlıklarına göre tanımlamaya çalışan insanlar için bir sınır deneyimi olarak iş görür. Yunanların "barbarları", Romalıların Etrüskleri, Avrupalıların denizaşırı egzotik diyarlarda "vahşiler"i olmuştur. Plymouth'tan yola çıkan bir hacının Massachusetts kıyılarında Pequot kabilesinden biri ile karşılaştığında "Bu yabancı da kim?" diye sorduğunu düşünün mesela — işte Batının sınır miti bunun tipik bir örneğidir. Bu hacı, Massachusetts'in yerlisi olan Pequot'nun da Plymouth'tan gelenleri görünce aynı soruyu soracağından bihaberdir elbette. Yabancılar birbirinin gözünde neredeyse daima ötekidir.

    "Canavarlar" da bizatihi egoya hiçbir zaman tümüyle hâkim durumda olmadığını hatırlatan, aşırı sınır deneyimlerini simgeler. Büyük mit ve masalların çoğu bunun delilidir: Oidipus ile Sfenks, Theseus ile Minotauros, Eyüp ile Leviathan, Aziz George ile Ejderha, Beowulf ile Grendel, Kaptan Ahab ile Moby Dick, Lucy ile Vampir, Ripley ile Yaratık. Canavar anlatılarının hepsi benliğin esas itibariyle asla güvencede olmadığını hatırlatır. Michel Foucault'nun belirttiği gibi, "pusuya yatmış bekleyen öyle canavarlar vardır ki bilginin tarihiyle birlikte bunların da biçimi değişir".(1) Zira kim olduğumuza ilişkin fikirlerimiz değiştikçe, bu kimliği neyin tehdit ettiğine ilişkin fikirlerimiz de değişir. Meçhulden gelen eşik yaratıkları süzülüp geçer, maske değiştirir. Bu dünyadan olduğumuzu, bu toprakların yerlisi olduğumuzu fısıldarlar kulağımıza. Kabil'in nişanı var bizde de; ilkel bir bilinçdışı, Akhilleus'un topuğu misali, en zayıf noktamız; topallatıyor bizi. Canavarlar, gözümüz göklerdeyse, kökenlerimizin de toprakta olduğunu gösteriyor bize. Meşru düzlemde düşünülüp dile getirilebilecek olanın sınırlarına dadanıyorlar. Tanım gereği teşhis edilemeyen bu yaratıklar, muteber teşhis normlarımıza meydan okuyor. Gayri-tabii, ihlalci, müstehcen, çelişkili, heterojen, deli: Canavarlar ne geceleri uyku yüzü gösterirler bize, ne de gündüzleri huzur. Sevimli Canavarlar/Monsters Inc. filminde iddia ettikleri gibi "sırf sevdikleri için korkutsalar da", neticede hâlâ korkuturlar.

    Peki ya Tanrılar? Çoğu mitoloji ve dinin, ilahi kudreti ve gizemi idrak sınırlarımızı aşan ve önünde diz çöküp dua etmemizi emreden varlıklara verdiği addır Tanrı. Tanrılar bazen müşfik, bazen de acımasız ve başına buyruktur. Ancak karakterleri nasıl olursa olsun, fanilerin dualarına indirgenmeyi reddederler. Zamanın ve mekânın yasalarını aşarak ölümsüz veya değişken bir hale bürünürler. Tanrıların dünyası bizim dünyamızdan farklıdır. Bizi büyüleyip şaşkına çevirirler. Niçin böyle olduğunu mantıklı bir şekilde açıklayamayız. Canavarlar altdünyalarda peyda olur, destursuz hayatımıza dalan yabancılar da artdünyalardan çıkagelirken, Tanrılar ötekidünyaların sakinleridir genellikle. İster Yehova ister Zeus ister Jüpiter olsun, tanrılar ulu irtifaları mesken tutar. Onlara hayranlıkla bakarız, kafamızı kaldırıp bakmaya cesaret edebilirsek tabii.

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow