"Ve Günler Yürümeye başladı"
Sel Yayıncılık'ın Kasım ayı kitapları kitapseverler ile buluşuyor.
Galeano’dan her güne bir masal değil, her güne bir gerçek: "Ve Günler Yürümeye başladı"Bir takvim formatında yazılan Ve Günler Yürümeye Başladı, 1 Ocak’tan 31 Aralık’a her gün için yakın tarihte ya da eski çağlarda o gün yaşanan özel bir hikâye anlatıyor. Eduardo Galeano, Aynalar’da olduğu gibi kadın, erkek, iktidar, yerliler, ırkçılık, emperyalizm, kültürler, daldan dala atlayarak; değinilmedik konu, ulaşılmadık coğrafya, çoğaltılmadık ses bırakmıyor.
Sürekli daha ileriye taşımaya çalıştığı minimalist stili ise zirvede. Fazladan tek bir sözcük bile kullanmak istemiyor, her şeyin özüne inmeye çalışıyor: konunun, insanın, sözcüğün, tarihin... Söylemek istediğini mümkün olan en kısa biçimde aktarmak; herhalde Galeano edebiyatının en güzel özeti budur.
Hüzünlü sayfaların ağırlığı kaçınılmaz olsa da geleceğe yönelik umudu her satırda hissettirerek “dünyanın vicdanı” yakıştırmasını Eduardo Galeano’nun ne kadar hak ettiğini, bu kitap bir kez daha teyit ediyor.
Eduardo Galeano kimdir?
Montevideo, Uruguay'da, orta sınıf Katolik bir ailede doğmuştur.
Çocukluğunda futbol oyuncusu olmak istemiş, gençliğinde birçok farklı işte çalışmıştır. 14 yaşında ilk politik çizgi romanını, Sosyalist Parti'nin haftalık yayın organı El Sol'a satmıştır.
Gazetecilik kariyerine 1960'larda, Marcha'da editör olarak başlamıştır. 1973'teki askeri darbe sonucunda hapse atılmış, daha sonra da sürgüne yollanmıştır. Arjantin'e yerleşmiş ve bir kültür dergisi olan, Crisis'i çıkarmaya başlamıştır.
1976'da Arjantin'de Videla rejimi, askeri bir darbe ile iktidara gelince ülkeden İspanya'ya kaçmak zorunda kalmıştır. Burada ünlü üçlemesi, Memoria del Fuego "Ateş Anıları"nı kaleme aldı.
“İnsanların, özellikle de Latin Amerika halkının mustarip olduğu unutkanlıkla savaşmak için” yazdığını belirten Eduardo Galeano, Chavez, Obama'ya Latin Amerika'nın Kesik Damarları kitabını hediye etmeden önce de çok tanınan, çok okunan bir yazardı.
Ama bu olay, onun tüm dünyada çok satanlar listelerine girmesine yol açtı.
Türkçede yayımlanan kitapları; Tepetaklak, Kucaklaşmanın Kitabı, Ateş Anıları, Latin Amerika'nın Kesik Damarları, Biz Hayır Diyoruz, Zamanın Ağızları, Gölgede ve Güneşte Futbol, Aynalar, Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sevilen Galeano, 1985 yılında geri dönebildiği Montevideo'da yaşamaktadır.
Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar – Seçme Öyküler
Edebiyatın son yıllarda öne çıkan isimlerinden Will Self’in yazını Laurence Sterne, Flann O’Brien, Roald Dahl, Anthony Burgess ve William S. Burroughs gibi yazarlarla karşılaştırıyor, kimi edebiyat eleştirmenleri ise “James Joyce’un izinden” gittiği söylüyor.
Bu kitapta derlenen öyküleri, yazarın dikkatleri çekmesini sağlayan dil zenginliğinin, düş gücünün, keskin gözlem yeteneğinin, yaratıcı ve sıradışı betimlemelerinin örneklerini okuyucuya sunuyor. Self, farklı çevrelerden tiplemeleri, karakterleri ve bu çevrelerdeki yaşamı kendine has bir kıvraklıkla yansıtıyor.
Will Self’de okuyucusunu şaşkınlığa uğratan, ona zihin eksersizleri yaptıran yalnızca sergilediği bu edebi yetenekleri değil. Self’in kara mizahı, liberal hümanizmin ve modern hayatın “kutsal inekleri” konusunda çok acımasız.
Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar, crack kokain ticaretinden, çağdaş psikolojinin bayağılıklarından, kendilerini, bir davette yakalanmak istemeyeceğiniz kişiler olarak niteleyen bir yerli kabileden, bir babanın çocuklarına bakmak için talihsiz girişimlerden, öldükten sonra Kuzey Londra’da yaşamaya devam eden bir anneden, bir koğuştan ya da bir evdeki böceklerden söz ederken, tartışılmaz inançlarınız ya da gizli önyargılarınız ne olursa olsun, sizi telaşa düşürecek, hayran bırakacak, kahkahayla güldürecek bir kitap.
Will Self kimdir?
26 Eylül 1961 tarihinde Londra’da doğdu.
Oxford’da felsefe ve siyaset okumasına rağmen, yazarlık kariyerinden önce uzun süre temizlik işçiliğinden telefonla satışa çok farklı işlerde çalıştı. Self, roman ve öykülerinin yanı sıra çeşitli gazetelerde eleştiri ve köşe yazarlığı, televizyon programlarında yorumculuk da yapıyor.
Kuzey Londra’da yetişmesine rağmen annesi Amerikalı olan ve yaşamının bir bölümünü Amerika’da geçiren yazar, kitaplarında hem Londra hem de Amerika sokaklarından farklı karakterleri anlatma becerisi, keskin bir gözlem yeteneği, betimleme zenginliği ve geniş hayalgücünüyle birlikte, farklı çevrelerin argosuna yansıtması ve dile hakimiyetiyle de dikkat çekiyor.
Bu kitapta bir araya getirilen öyküleri çeşitli ödüllere layık görülen ve şimdiden edebiyatın sıradışı yazarları arasında sayılan Will Self’in 2012 yılında Man Booker Ödülü finalisti olan Umbrella isimli romanı da yayın programımızdadır.
Şiir ve Cinayet
Salâh Birsel, üslubu, özgün dili ve anlatımıyla öne çıkan araştırmacı bir düşün ve yazın adamıdır. Denemelerinde, var olanla yetinmeyip sözcük üreticisi de olan Birsel, bizlere ince elenip sık dokunmuş ilginç bilgiler sunar.
Betimlemelerinde o kadar başarılıdır ki, anlattığı kişi ya da dönemi hafızanızda tam olarak canlandırırsınız.
Türkçenin büyük ustası “Denemelerimin kahve söyleşileri gibi daldan dala konmasını ve başladığı yerde değil başlamadığı yerde bitmesini severim. Bunu her zaman başardım da diyemem,” sözleriyle ne kadar yücegönüllü olduğunu da gösterir.
Salah Birsel kimdir?
1919'da Balıkesir'de doğdu. İlk şiiri 1937'de Gündüz dergisinde çıktı.
Günlüklerini 1950'de Beş Sanat dergisinde yayımlamaya başladı. Türk şiirinde özgün bir yer edinen Birsel daha çok aklın ve zekânın egemenliğini ön planda tutan, şairanelikten uzak, yergici şiirlere ağırlık verdi.
Asıl ününü 1970'den sonra yayımladığı 1001 Gece Denemeleri ve Salâh Bey Tarihi olarak adlandırdığı dizi kitapları ve günlükleriyle elde etti. Şair ve deneme yazarı Salâh Birsel 1999'da vefat etmiştir.
Kahveler Kitabı, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Boğaziçi Şıngır Mıngır, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi ile İstanbul-Paris isimli kitaplardan oluşan Salâh Bey Tarihi'nin tüm kitapları, 1001 Gece Denemeleri'nin ilk kitabı olarak Kurutulmuş Felsefe Bahçesi ile Rüştü Onur kitabının ardından tek romanı Dört Köşeli Üçgen de yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.
666
“Gövden mi var, derdin var. Etin markası olmaz. İnsanların öldürülmesi hoş bir şeydir. IQ’lar eşit olmadıkça, insanlar eşit değildir. Botobur bir ulusa faşizm ne güzel de yaraşır. Dar gelsin sana aşk. Emir alma, emir verme. Sat hatıralarını, antika seni ilgilendirmiyor bugün. Asla taklit etme. Yerinde kullanılan şiddeti savun. Kimseyle uyumlu olmak zorunda değilsin. Cesur, özgür ve güçlüysen yenersin. Yalnızsan başarırsın. Aksi halde defol! İnkâr et tüm sana öğretilenleri. Şık ol. Bütün katiller iyi giyinirler çünkü.”
Akla gelen her kötü düşünceyi zararlı sanmamalı; bazen kötü düşünmek hayat kurtarır, ilişki kurtarır, ülke kurtarır, gezegen kurtarır.
Şeytanın dürttüğü yer bir yol ayrımıdır. O noktada gülümsemeli ve silah, kalp, öç son kez kontrol edilmeli.
Tek ortak ana dil, ruhtur. Küçük İskender’den vahşet, şehvet, romantizm, alay, aşağılama, cezaya teşvik, suç arşivi içeren 666isimli pis bir kitap daha…
Küçük İskender kimdir?
Küçük İskender mahlasıyla tanınan Derman İskender Över, 1964 yılında İstanbul'da dünyaya geldi.
‘Marjinal şair’ olarak tanınmaya başlaması 1985 yılıdır.
Günümüze değin bunca yıllık süreye onlarca şiir ve özgür metin, bir günlük, üç roman, iki özel derleme, bir inceleme, bir antoloji olmak üzere birçok kitap sığdırdı.
Bir dönem seslendirme, senaristlik, radyo programcılığı, şiir matineleri de yapan küçük İskender, içlerinde 'Ağır Roman' ve ‘O Şimdi Asker’in de bulunduğu beş filmde de oyuncu olarak rol aldı.
Halen çeşitli dergilerde yazmaya ve kitaplaşmış eserlerini yayımlamaya devam etmektedir.
Demokrasinin Ötesinde
Bugün muhafazakârın, cumhuriyetçinin, milliyetçinin ve dahi sosyalistin “demokrat” olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Bu dünyada “eylemek” değil “seçim yapmak” kutsanıyor. Her tür eleştiriden muaf olan demokrasi, kendini kusuruyla, yani hiçbir zaman tamamlanmamış olması ile geçerli kılıyor. Totaliter rejimlerin günahlarının totaliter olmalarından kaynaklandığı söylenirken, demokrasilerin kusuru ise “yeterince” demokrat olmamasında bulunuyor.
Tarih sadece demokratikleşme ekseninden okunurken, siyaset de totaliterlik-demokratlık tartışmasına indirgeniyor.
“Demokratikleşme” ya da “totaliterleşme” tek siyasal gündem olunca, muhalefet kadar iktidarlar da eylemlerini kendinden menkul bir “demokrasi ilkesi” ile açıklıyorlar.
Gilles Dauvé ve Karl Nesic ise, demokrasinin yöneten-yönetilen ayrımına ya da tahakküm ilişkilerine karşı çıkmakla, özgürleşmeyle aynı şey olmadığını, dahası siyasal özgürlüğün bu şekilde kutsanmasının, hayrı ve şerri bütünüyle siyasetten bilmenin, aslında insanı yurttaş ve birey olarak ikiye bölen kapitalizmle uzlaşmak ve siyasal iktidarı mutlaklaştırmak olduğunu sergiliyorlar.
Böylece, toplumu mevcut haliyle kabullenen solun demokrasi kavramına dört elle sarılmasının ve “demokrat” kimliğinin açmazlarını ortaya koyuyorlar.
Siyasi serbestliğe değil insani ve toplumsal özgürlüğe yoğunlaşıyor, seçmek değil eylemek ve gerçekleştirmek üzerine kurulu bir özgürlüğün nasıl kazanılabileceğine kafa yoruyorlar.
Gilles Dauvé kimdir?
1947 doğumlu Fransız siyaset kuramcısı.
Sol Komünizmin Avrupa’daki önemli isimleri arasında yer alan Dauvé, sınıf mücadelelerinden politik ekonomiye, sosyalizm tartışmalarından sol hareket tarihine pek çok konuda çalışması vardır.
Bunlar içinde özellikle de sol hareketin iktidar sorununu ele alırken mevcut toplumu olduğu gibi kabul ettiği yönündeki eleştirileri ve analizleriyle tanınıyor.
En dikkat çeken çalışmalarından biri olan Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı da 1999 yılında yayınevimiz tarafından yayınlanmıştı.
Sıradaki Haber