Türkiye'deki Suriyeliler
Tam dört yıl önce Suriye'de başlayan rejim karşıtı gösteriler bir iç savaşa dönüştü ve 3 milyondan fazla insan komşu ülkelere göç etti. Başta da Türkiye'ye. Bugün 1 milyon 650 bin Suriyeli Türkiye'de yaşıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlarından çıkan "Türkiye'deki Suriyeliler-Toplumsal Kabul ve Uyum" adlı çalışmasında M. Murat Erdoğan, tabloyu en kapsamlı şekilde ortaya koyuyor ve en az 1 milyon Suriyelinin Türkiye'de kalıcı olduğunu belirtiyor. Peki bu durum Türkiye'de nasıl bir sosyolojik dönüşüme yol açar? Bunun yanıtı da Sema Erder'in yine aynı yayınevinden çıkan "İstanbul Bir Kervansaray (mı?)" adlı kitabında.
İnsanlık bugün de tarihte karşılaştığı en büyük sorunlardan birini yaşamaya devam ediyor: Yerinden edilme, göçler. Milyonlarca insan, savaşlar, iç savaşlar, katliamlar, açlıktan kaçıyor, hayatta kalmak ya da daha iyi bir hayat için Doğu'dan Batı'ya, Güney'den Kuzey'e göç yollarında. Neredeyse her gün bu yolculuklara ilişkin trajik ölümlerle sonuçlanan tekne batması haberlerini okuyoruz. Bu göçler, insanların hayatlarını, devletleri, şehirleri, toplumları her şeyi değiştiriyor. Etkilerinin çok uzun yıllar süreceği de muhakkak. Aynen 100 yıl önce Ermenilerin tehcir edilerek vatanları Anadolu'dan sürülmeleri gibi. Bu yerinden edilmelerden biri de Suriye'de yaşandı, yaşanıyor...
Türkiye'de 1 milyon 650 bin Suriyeli var
Suriye'de 15 Mart 2011'de başlayan rejim karşıtı gösteriler hızla bir iç savaşa dönüşürken, Türkiye'de de dış politikanın konusu olmaktan çıkıp hızlıca iç politikanın en önemli başlıklarından biri halini aldı. Hükümet bu ülkede rejime karşı savaşan İslamcı bazı örgütlere lojistik sağlamakla ve sınırı yabancı savaşçılara açmakla suçlandı ve bu iddialar içeride olduğu kadar dünyada da pek çok yetkili ağız tarafından gündeme getirildi. Ancak Suriye'yi Türkiye'nin iç sorunu haline getiren bir yönü var, bu da 2014 yılı Aralık ayında sayılarının 1 milyon 650 bini bulduğu açıklanan mülteciler.
3.3 milyon Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kaldı
Savaşla birlikte 3.3 milyon insan yurtlarını terk ederek Suriye'ye komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bu sayıda insanın başka ülkelere sığınması Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) yetkililerinin ifadesiyle, "yakın tarihte görülen en büyük göç dalgası". BMMYK Yerinden Edilme İzleme Merkezi'nden Haziran 2013'te yapılan açıklamada Suriye'de günde 9 bin 500 kişi, yani her 60 saniyede bir aile yerinden ediliyordu. Suriyeliler, Filistinlilerin ardından BMMYK'nın ilgilendiği dünyanın ikinci büyük mülteci nüfusu. Türkiye, Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır'a sığınan bu insanların durumu sadece BMMYK'nın değil, bu ülkelerin de en önemli sorunlarından biri.
Bu konu uzunca bir süre siyasi tartışmaların gölgesinde kaldı ve şimdilerde de çok sınırlı bir şekilde 7 Haziran seçimleri bağlamında gündemde yer buluyor.
"Türkiye'deki Suriyeliler-Toplumal Kabul ve Uyum"
Ancak Türkiye'nin sağlıklı bir çözüm bulmak zorunda olduğu 1 milyon 650 bin kişilik Suriyeli sığınmacıyla ilgili, yukarıdaki verileri de içeren bütüncül bir resmi, Hacettepe Üniversitesi'nden M. Murat Erdoğan ve arkadaşlarının yaptığı "Türkiye'deki Suriyeliler - Toplumsal Kabul ve Uyum" adlı çalışma ortaya koydu. Ocak-Kasım 2014 arasında farklı yöntemlerle gerçekleştirilen alan araştırmalarının ürünü olan çalışma, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı.
Sığınmacıların sayılarının tespitinde yaşanan güçlükler
Yaklaşık 200 kişilik ilk Suriyeli mülteci kafilesinin Yayladağ'a yerleştirildiği günün ardından geçen 3,5 yıllık süreyi kapsayan araştırma, hem Suriyeli mülteciler konusunun özelliklerini hem de sorun alanlarını etraflıca tespit ediyor. Meselenin gelişimi ve genel özelliklerini ortaya koyduktan sonra Suriyeli sığınmacılara ilişkin sayısal verilerin paylaşıldığı araştırma, başlangıçta Türkiye'nin nasıl da hazırlıksız yakalandığını gösteriyor. Araştırmadan, hızla tedbir geliştirilmeye çalışılan bu konuda, başlarda yaşanan en büyük sorunun sığınmacıların sayısına ilişkin yaşanan belirsizlik olduğu anlaşılıyor. Bunda da en önemli etkenlerden birinin sorunun dinamik yapısı olduğu belirtiliyor. 2013'te başlatılan biometrik fotoğraf ve parmak izinin alındığı kayıtlama işlemi araştırmanın sonlandığı 2014 Aralık'ında sığınmacıların yüzde 87'si için gerçekleştirilebilmiş. Bu kayıtlama işlemi de sonrasında soruna ilişkin atılacak her adım için temel bir önem taşıyor.
Savaşın çocukları Türkiye'de ayağa kalkıyor!
Yüzde 42'si Türkiye'ye geldi
Ancak Aralık 2014 itibarıyla devlet yetkilileri tarafından, sığınmacıların sayısının 1 milyon 650 bin olduğunun açıklandığı ve bu sayının da ülkelerinin dışına göçen 3.3 milyon Suriyelinin yüzde 42'sini oluşturduğu belirtiliyor. Bu sayı, nüfusa oranlandığında, Türkiye nüfusunun yüzde 2,22'si kadar Suriyeli mültecinin ülkede bulunduğu anlamına geliyor. BMMYK'nin rakamlarına göre nüfusuna oranla en çok Suriyeliyi ağırlayan ülke Lübnan. Lübnan'da bulunan 1 milyon 147 bin 244 Suriyeli, nüfusunun yüzde 25,92'si kadar insanın bu ülkeye sığındığı anlamını taşıyor.
Yüzde 13'ü kamplarda, yüzde 87'si kampların dışında
Türkiye'deki Suriyelilerin 221 bin 447'si barınma merkezi adı verilen kamplarda kalıyor. İlk göç dalgasıyla birlikte 10 ilde 22 tane kurulduğu belirtilen bu kamplardan iki tane de araştırmanın son bulduğu Aralık 2014 tarihinde Kobani'den göç eden 140-180 bin kişi için Suruç'ta inşa edilmiş. Ancak Suriyeli sığınmacıların yüzde 87'si kampların dışında. Araştırmanın son bulduğu tarihte bu insanların hangi illerde ve ne sayıda bulunduğunun tam olarak bilinmediği belirtiliyor. Araştırmada belirtilen eldeki tek rakam ise Beşir Atalay'ın 1 Ağustos 2014'te medyaya yansıyan açıklaması: "72 ilde Suriyeliler bulunuyor". Geçen yıl Eylül ayında Kobani'den gelenlerle birlikte bu durumun değişmiş olabileceği ifade ediliyor.
Suriyeli ailelerin kaldırımlarda yaşam mücadelesi
En az 1 milyonu Türkiye'de kalıcı olacak
Türkiye'deki Suriyelilere ilişkin büyük bir sorun da bu insanların yasal statüsüne ilişkin. Türkiye'nin, "hiçbir mülteciye Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağlamayacağı" ve "sadece Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden gelenlere mülteci statüsü tanıyacağı" yönünde çekince koyduğu Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'nden bugüne yasal gelişmeler de araştırmada anlatılıyor. Durum ise şu: Suriyeliler hukuki olarak mülteci statüsünde değil, sadece "geçici koruma altındaki kişiler". Yasal statüye ilişkin bu durumun, yetkililerin açıklamalarına da yansıdığı ve Suriyelilerin, "misafir" olarak anıldığı işaret ediliyor. İşte sorunun bir yönü de burada başlıyor. Çünkü araştırmanın öngörüsüne göre bu insanların en az 1 milyonu ülkelerine geri dönmeyecek ve burada kalacak.
Toplumsal kabul yüksek ancak tedirginlik yüksek
Bu noktada çalışmanın incelediği ikinci ana başlık da "toplumsal kabul ve uyum". Toplumsal kabulün genel olarak yüksek olduğu araştırmada ifade edilse de bazı bölgelerde yaşanan "Suriyelileri istemiyoruz" şeklindeki protestolara destek verenlerin oranının yüzde 50'ye yakın çıkmasının endişe verici olduğu ifade ediliyor. Toplumda Suriyelilerin kendilerine zarar vereceğine, ülkede huzursuzluk yaratacağına ilişkin yaygın bir inanış olduğu ve gerçeklerle örtüşmeyen bu kanıya ilişkin de devletin ciddi bir iletişim stratejisine ihtiyaç duyduğuna işaret ediliyor. Yardım ve hak kuruluşları ile inanç temelli kuruluşların toplumsal kabul konusunda olumlu rol oynadıklarına da araştırmada değiniliyor. Suriyeli mültecilerin algılanmasına ilişkin durumun Kobani sonrasında değiştiği belirtilen araştırmada, AKP ile BDP'nin sığınmacılar konusuna daha olumlu bakarken, CHP ve MHP'nin ise endişe ile yaklaştığı belirtiliyor.
Sınır bölgelerinde sorunlar, büyük kentlere göre daha karmaşık ve hassas
Araştırmaya göre Suriyelilerle ilgili sorun sınır bölgeleri ile büyük kentlerde büyük farklılıklar gösteriyor. Büyük kentlerde dilenciler ve Suriyelilerin kamusal alanlara sığınmalarının sorun olarak dile getirildiği belirtilen araştırmada, valiliklere bu insanların barınma merkezlerine gönderilmesi yönünde talimatlar verildiği ifade ediliyor. Ancak sınır bölgelerindeki sorunlar daha karmaşık ve hassas. Hastaneler başta, kamu hizmetlerinden yararlanmak konusunda ortaya çıkan yetersizliklerin, ev ve iş yerlerinin kiralarındaki artışların, iş gücü-emek piyasasının yerel halkın aleyhine düşmesinin, normalin çok altında suça karışsalar bile suça karışmalarının, Suriyeli sığınmacılara yönelik tepkiyi artırdığı dile getiriliyor. Sınır bölgelerindeki kadınların Suriyeli genç kadınlar nedeniyle gerilim içinde olduğu anlatılan araştırmada, ortada bu konuda az sayıda örnek olduğu ancak çok yaygın bir dedikodu ortamı bulunduğuna işaret ediliyor. Belirtildiğine göre, bu da Suriyelilerin yerel halk tarafından "ahlaksızlıkla" suçlanması gibi bir durumu yaratıyor.
Eğitim ve çalışmalarına ilişkin öneriler
Suriyeli sığınmacıların kalıcı olduğu sıklıkla hatırlatılan araştırmada, çocukların ve gençlerin eğitim ihtiyaçları konusunda ciddi planlamalar yapılması gerektiğine ve Türkçe öğrenmelerinin ciddiyetle ele alınmasına dikkat çekiliyor ve okullaşma oranının kamplarda bile düşük olduğu ifade ediliyor. Araştırmada daha sonradan yapılacak olan çalışmalarına ilişkin bir düzenlemenin gerekliliği de belirtiliyor ve "Çalışmayınca 'asalak yük' olarak görülen, çalışınca da 'işimizi elimizden alıyorlar' diye endişe edilen Suriyelilerin bir biçimde üretimde yer almaları gerekmektedir" deniliyor.
Yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık içeren saldırılar önlenmeli
Devletin bu insanlara yönelik yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık içeren her türlü saldırıyı önlemesi ve devlet dışı zor kullanan kullanan kişilerle tavizsiz mücade etmesi gerektiği de belirtiliyor. Araştırmada ayrıca medyanın bu konuyu ele alışındaki yetersizliğe dikkat çekiliyor. Ve araştırmayı içeren kitabın sonunda da Coşkun Aral'ın fotoğraflarından oluşan "Suriyeli Çocuklar Albümü" bulunuyor.
"İstanbul Bir Kervansaray (mı?)"
Peki Suriyelilerin kitlesel göçü gibi dışarıdan ve içeriden de göçler alarak yeniden yapılanan kentlerde nasıl sosyolojik dönüşümler yaşanıyor? İşte İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları'ndan çıkan bir kitap da bu soruya yanıt veriyor. "İstanbul Bir Kervansaray (mı?)" adlı kitapta, Nesrin Uçar tarafından, göç ve kentleşme konusunda çığır açan araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Sema Erder'in 1990-2014 arasında bu konuda kaleme aldığı yazıları yer alıyor. Kitapta Erder'in göç, kentleşme, gecekondulaşma gibi konular üzerine araştırmaları, terk edilen ve göç edilen kentlerin sosyolojik dönüşümü, gecekondulaşmanın fiziksel ve sosyal izdüşümleri ile yerel yönetimler irdeleniyor. Erder'in farklı göç türlerini anlattığı ve bunların sonucunda oluşan yeni tabakalaşmaları ve kent yoksullarını incelediği çalışmada, gecekondulaşmanın tarihsel süreçte kazandığı yeni anlamların yanı sıra, İstanbul'un göç eğilimlerine tepkisi, göç eden farklı grupların yerleşme stratejileri, yaşam tarzları ve mekanların dönüşümleri değerlendiriliyor. Kitabın son bölümünde merkezi hükümet ve yerel yönetim politikaları da masaya yatırılıyor.