Sema Kaygusuz'un Barbarın Kahkası romanı çıktı
Sema Kaygusuz'un yeni romanı Barbarın Kahkası, Metis Yayınları'ndan çıktı.
Hiçbir trajedi kişisel değildir: sirayet eder, bulaşır ve sonunda herşeyin rengini, kokusunu değiştirebilir.
Sema Kaygusuz yeni romanı Barbarın Kahkahası'yla bir motelde olup bitenlerle bir ülkeyi anlatıyor. Tatil, dinlenme, tembellik zamanının beklenmedik ve pek nahoş bir şekilde kesintiye uğraması motel ahalisi arasında gerginliklere, bastırılmış kişisel hesaplaşmaların gün yüzüne çıkmasına, dillendirilememiş acıların ortalığa saçılmasına sebep olur. Tüm bu olan bitene bir ergenin sert, zalim ve el yordamıyla giden "erkek olma" uğraşları da eşlik eder.
Alain Badiou'nun "Platon'un Devlet'i" kitabı
Kaygusuz okurlarının iyi tanıyacağı kendine has üslubuyla ilerleyen roman, alttan alta sürdürdüğü polisiye roman gerilimini de final sahnesine kadar taşımayı başarıyor.
Kitaptan okuma parçası:
Moteldeki herkesin en başta Turgay’dan kuşkulanması gayet doğaldı. Geldiğinden beri geceler boyu iskelede volta atarak kendi kendine söylenen, karşısında muhatabı varmış gibi öfkeli el kol hareketleri yapan bu adamın, girdiği her ortamı bozmak niyetiyle tatile çıkmış bir hali vardı. Durmadan için için birilerine kafa tutuyor ama kimseyle göz teması kurmuyordu. Turgay’ın saldırgan içe kapanıklığı öyle huzursuz ediciydi ki karısıyla birlikte Mavi Kumru Moteli’ne yerleşmelerinin daha ikinci günü, kullandıkları şezlongların çevresi boş kalmış, bulaşıcı hastalıktan korur gibi anneler çocuklarını onlardan uzak tutmuştu.
Mesele şöyle başladı: 18 Ağustos gecesi, Mavi Kumru sakinleri çoktan odalarına çekilmişti. İki garson iskeleye bakan taraçadaki lokantada kirli peçetelerle masa örtülerini topluyordu. Bütün gün güneşin alnında zincire vurulup gece yarısından sonra serbest bırakılan Gürcü çoban köpeği, lambaların ölgün ışığında zaman zaman görünüp zaman zaman kayboluyor, bungalovların arasından bahçelere, iskeleden kumsala, rustik döşemeli açık bardan pinpon masasına doğru köşe bucağa işeye işeye Turgay’ın şuursuz yürüyüşüne ekleniyor, insanla arasına kendi köpek kederini koyarak uyuyabileceği serin bir yer arıyordu.
O gece köpekten, garsonlardan ve Turgay’dan başka kişiler de vardı elbette. Sözgelimi Eda’yla Ufuk, bütün çiftlerde haset uyandıran erotik oynaşmalarına bir yenisini katmak üzere kaldıkları bungalovun balkonunda kokulu mumlar yakıp ballı viskilerini içerken, son dördüne giren ayın kaşmir ışığına leke gibi düşen Turgay’ın farkındaydılar. Bir de, lokantanın az ilerisindeki kameriyede yeşil çuhalı oyun masasına kurulmuş dört kadın, taşları sessizce dizerek bir yandan okey oynuyor, çoban köpeğiyle Turgay’ın karayı dalgalandıran asimetrik gezintisini görmezden gelerek birbirlerine anlamsız sorular soruyorlardı.
"İşçi bayramı neden kana bulandı?"
Turgay, iskeleden kumsala dönerken geceyle kavga edercesine bütün gövdesiyle debelenmeye başladı. Ahşap döşemeyi gıcırdatan sert adımları iskeledeki lambalara doğru uçuşan pervanelerin yönünü değiştiriyordu. Gün doğmadan kapatması gereken bir hesap varmış gibi alelacele yürüyor, bir ara duraksıyor, sonra tekrar hızlanıyordu. Kuma girince yalpalamaya başladı. Savrulan ellerinde hararetli bir tartışma. Kumsalı tesisin bahçesiyle birleştiren kayrak döşeli patikada ilerlerken dört kadının bulunduğu kameriyenin renkli ampullerine bakıp yavaşladı. Okey oynayan kadınlar tehlike ânında donakalan sincaplar gibi, bu tuhaf adam yanlarından geçinceye kadar çıt çıkarmadan beklediler. Turgay kadınları fark etmemişti sanki, ya da kendinden başka hiçbir insanın farkında değildi. Sonra, bahçenin göbeğindeki barın hemen arkasındaki tuvalete doğru seğirtti. Birilerini itercesine yoluna çıkan zakkum dallarını omuzlayarak tuvaletin ışığını açtı. Niyeyse içeri girmedi. Bekledi. Kadınlar merakla onu seyrediyordu. Turgay’ın içeri adım atıp atmamaktaki tereddüdü, dört ayrı açıdan aynı vurguyla parlayan birer fotoğraf karesi olarak hepsinin belleğine yerleşiyordu. Turgay tuvaletin kapısından geri döndü. Barın önünden dolaşarak tekrar kameriyeye doğru yaklaşırken, kadınlar ödlekçe başlarını öne eğdiler. Turgay kayıtsız, söylene söylene uzaklaştı. Kumsala giden kayrak patikada sendeleyerek yürürken bir karaltı çıktı karşısına. Arka ayaklarının üstüne oturmuş, başı hafif yana eğik, uzun gri tüyleri tiftiklenmiş dargın bakışlı köpeği görünce Turgay durdu yine. Bu kez daha keskin, bilinçli bir duruş. Köpeğin hastalıklı gözleri susturdu onu. Dilsiz bir söyleşi geçiyordu aralarında. Yarasaların, ampullere çarpan sineklerin, kumsaldaki taşları tıkırdatan dalgaların bastırdığı bu söyleşinin insan tarafında şifresi çözülemeyen bir komut, köpek tarafında heceleri bitişmemiş bir hiddet vardı. Duygusal olarak yer değiştirmişlerdi. Turgay hafifçe başına dokundu köpeğin. Okşamadı, sadece dokundu, birkaç saniye içinde elini yumuşakça çekerek uzaklaştı. Kararlı bir şekilde iskeleye doğru yürürken bir yandan da el çabukluğuyla kemerini çözüyordu. Köpek usulca böğürtlen çalılarının arasındaki kuytuya çekildiğinde Turgay fermuarını indirdi. Keten pantolonu hafifçe kalçalarından aşağı sarktı. Çabucak zekerini ortaya çıkarıp ay ışığının denizde çözünen parıltısına karışır gibi sağdan sola, soldan sağa gezdire gezdire, denize diyeceği bir şey varmış da kelimesini ancak mesanesinden dökebilirmiş gibi en uzağa attırarak işemeye başladı. Dört bir yana kaçışan karagöz balıkları kuyruklarını belli ettiler.
"İnternet insan uygarlığı için bir tehdit"
Okey oynayan kadınlar şarıltıyı duyar duymaz istemsizce küçük çığlıklar attılar. Sidik kokusunu duymasalar da genizleri yanıyordu. Uğradıkları saldırıyı savuşturmak için derhal yerlerinden kalkıp odalarına koşuşturdular. Garsonlarsa olan bitenin üstünde durmadan son örtüleri toplayıp müştemilattan bozma odalarına döndüler. Gece böylelikle sonraki günlerin hikâyesiyle koyulmaya başladı.
Sabaha varmadan, Mavi Kumru’da sidikli bir serüven başlayacağını Turgay dahil kimse bilmiyordu tabii. Oysa, göründüğü gibi o kadar da sıradan bir durum değildi yaşanan. Gecenin rüyayla ağırlaşan saatlerinde, hayatı kendi hikâyesinden ibaret sayan kişilerin bir in gibi uykuya sığındığı sessizlikte, o Turgay, denize işeyen süfli bir adam olmaktan öte kendini çalıştıran etten bir metronomdu. Her vuruşta kendi tuzuyla denizin tuzunu, huyla huyu birleştiriyordu. Derin bir gevşemeyle son damlasını denize düşürdüğü an, tek bir vurgunun ölümsüzlüğünü kendine ayırdı. O geceden sonra işemek ne mahrem bir iş oldu, ne de anonim.