Şantiyeye dönüşen Türkiye'nin öyküsü: İnşaat Ya Resulallah
Birikim Dergisi'nin başlığı slogan haline gelen sayısı kitap oldu: "İnşaat Ya Resulallah". Tanıl Bora'nın derlemesiyle Birikim Kitap'tan çıkan "İnşaat Ya Resulallah"ta, inşaatın Türkiye ekonomi-politiği ve muhafazakarların siyasal ve kültürel kodlarındaki kilit rolü inceleniyor.
Türkiye 2000'li yıllarda büyük bir şantiyeye dönüştü. Kentlerde başınızı kaldırıp etrafa baktığınızda her yanda aralıksız görülen şey, inşaat vinçleri ve toprağı yarıp da göğe doğru fışkıran betondan heyulalar… Bir de hafriyat taşıyan kamyonlar… İnşaat sektörünün 80'lerin ardından ikinci bir coşma dönemini günümüzde yaşadığı herkesin malumu. Bu sektörün küresel trendlere paralel şekilde başat bir konuma oturması, AKP iktidarının ekonomi-politiğini çözümlemede kilit önem taşıyor. Bu inşa halindeki Türkiye, müteahhitliğini yapan muhafazakârların piyasacı gereklerle bütünleşmişliğini ve onların siyasi ve kültürel kodlarını da ortaya koyuyor.
Şehirleri, şehirliyi var eden, kimliğini oluşturan hatıralarının ve günlük yaşamının mekanından hızla kopartan bu inşa faaliyeti, insanların yaşadığı kent üzerindeki hakkını da ellerinden alan bir otoriter birikim rejimi şeklinde ortaya çıktı. Zaten Türkiye tarihinin en büyük halk başkaldırısı olan Gezi Parkı protestoları da İstanbul'un merkezindeki bir parka inşa edilmek istenen AVM'ye itirazla ortaya çıkmıştı.
Coğrafyanın ağıdını yakan kitap: Ucunda Ölüm Var
Sloganlaşan başlık: İnşaat Ya Resulallah
Türkiye'deki bu tabloyu 2011 yılı Ekim ayındaki sayısında kapağına taşıyan Birikim Dergisi, başlığıyla da dönemin ruhunu özetleyen bir sloganı hediye etmişti: "İnşaat Ya Resulallah". Derginin, İslamcı menşeli liberal-muhafazakar AKP siyasetini hicveden bu sayısında yer alan makaleler, birkaç yazının daha eklenmesiyle elden geçirilerek yine Tanıl Bora'nın derlemesiyle ve aynı başlıkla Birikim Kitapları'ndan kitap olarak çıktı.
Ramazan aylarında minarelerdeki mahyalara yazılan "Şefaat ya resulallah" niyazının uyarlamasıyla bir slogana dönüşen "İnşaat Ya Resulallah" başlığı duruma o kadar uygun düştü ki, Gezi Parkı'nın duvarına da grafiti olarak yazılmıştı.
Demokrasi ne tür bir despotizm tehlikesi taşıyor?
AKP'nin politik mitolojisi
AKP iktidarının politik mitolojisini anlamak için de kilit bir önem taşıyan inşaat sektörü, iktidarın, "ekonominin bütün ayıplarını giderecek" sihirli bir kuvvet gibi baktığı ve kalkınmanın, refahın, zenginliğin simgesi gördüğü bir alan.
Kitapta Türkiye'deki inşaat "olayı", rant dağıtımından korporatizme, mülkiyetten büyümeye, manevi-psikolojik yönünden, mimari tartışmalarına, özellikle cami mimarisi ve kubbe imgesi üzerinden simgesel tartışmalara, muhafazakarların büyüklük tutkusuna ve şehir-toplum-insan tasavvuruna kadar çok boyutlu bir şekilde ele alınıyor. 191 sayfalık kitapta Tanıl Bora, Osman Balaban, Sinan T. Gülhan, Tuncay Bilecen, Mehmet Atlı, Erbatur Çavuşoğlu, H. Bahadır Türk, Ayşe Çavdar, Neşe Gurallar, Mehmet Penpecioğlu, İhsan Eliaçık ve Özgür Taburoğlu'nun makaleleri yer alıyor.
IŞİD Tuzağı: Batıyı savaşına çekerek hedefine ulaştı
Geleneksiz gelenekçiler
Kitapta "Türk Muhafazakarlığı ve İnşaat Şehveti: Büyük Olsun Bizim Olsun" yazısında Tanıl Bora, mimari, estetik, gelenek ve kimlik tartışmalarından hareketle İslamcı-muhafazakar siyasetin, "ahlak mistiği"-"derviş" gelenekçi isimlerle değil, 1936'da bir apartmana övgü yazısı yazan Cumhuriyet modernizminin tipik temsilcilerinden maddeci Sebahattin Eyüboğlu ile hısım olduğunu belirtiyor. Bora yazısında muhafazarların, gelenek lafının şaşaasına olan düşkünlüğüne rağmen, onun maddi-kültürel varlığına olan duyarsızlığını eleştiren ve gerçekte gelenek yoksunu olduğunu belirten alıntıları da taşıyarak, kapitalizmle hısımlığına ve gelenek inşa etmekten çok bina inşa etmeye duyduğu hevese işaret ediyor. Yazıda ayrıca Menderes-Demirel-Özal-Erdoğan sağ siyaset hattındaki beton sevgisi de detaylıca çözümleniyor.
İngiltere'de Devrim Çağı raflarda
Devlet tipi üretim biçimi
Osman Balaban ise inşaat sektörü ile ekonomi arasındaki ilişkiyi küresel örneklerinden hareketle anlattığı yazısında, bu sektörün tüm bir ekonomiyi krize sürükleyen "karanlık yüzüne" ve risklere de işaret ediyor. Ayrıca yazıda, Türkiye'de inşaat sektörünün 1987'deki ve günümüzdeki iki büyüme dönemi de kıyaslamalı olarak ele alınıyor ve devletin bundaki rolü ve bu rolün etkileri inceleniyor. Sinan T. Gülhan ise "Konuta Hücum" başlıklı yazısında, inşaatı devletin mekanla ve sermayeyle ilişkisi içinde ele alıyor ve Henri Lefebvre'ın, "devlet tipi üretim biçimi" kavramı çerçevesinde değerlendiriyor.
Fehim Taştekin savaşı anlattı: "Suriye Yıkıl Git, Diren Kal"
Yeni-Osmanlı makyajlı korporatizm
Tuncay Bilecen de İzmit ve Van depremzedeleri üzerinden ele aldığı konut hakkı kavramına Yeni Sağ yaklaşımın ve AKP'nin hak tanımaz bir yanıt geliştirdiğini anlatıyor. Mehmet Atlı ise cami mimarisi tartışmaları üzerinden şehirleşme, laiklik, dindarlık vb. konuları ele alıyor. Erbatur Çavuşoğlu da kitaptaki makalelerinden birinde AKP'nin inşaata dayalı büyüme modelini, Yeni-Osmanlıcı ideolojisiyle bütünleştirerek kadim korporatist ideolojiyi bir makyajla sürdürdüğünü anlatıyor. Diyarbakır'daki dönüşüm projeleri üzerinden Kürt orta sınıflarının mekanla ilişkisini ele alan Mehmet Atlı'nın yazısının yer aldığı kitapta, H. Bahadır Türk de "Bir yeni zaman muktediri olarak", "Şantiyeler Kralı Ali Ağaoğlu'nu resmediyor". Ayşe Çavdar ise kitaptaki "Görünür Fanteziler: Büyüklük Kimde Kalsın?" başlıklı yazısında Türkiye dindarları üzerine etraflıca kafa yoruyor.
Almanya'da Hitler'den önce nasıl bir düzen hüküm sürüyordu?
Ahlak ve erdem yerine güç ve paraya tamah
Kitapta, Erbatur Çavuşoğlu'nun neo-liberalizmin İslamcı biçimini inşaat fetişi üzerinden ele aldığı yazısının yanı sıra, Neşe Gurallar ise "İnşaatım-Şantiyem" başlıklı yazıda, doğa ile mücadele, tüketimci arzular, benlik ve özümseme yönlerinden inşaatı, bir imge olarak içeriden ve dışarıdan çok boyutlu olarak konu ediniyor. Son 10 yılda Türkiye'deki kapitalist kentleşme dinamiklerini somut örnekleri ve istatistik verileriyle ele alan Mehmet Penpecioğlu da buna karşı örgütlenme çağrısı yapıyor. İhsan Eliaçık da İslamcıların ahlak ve erdem yerine güç ve paraya tamah etmesini eleştirdiği yazısında, "iyi bir yere gelmek, köşe kapmak, ihale götürmek, inşaat dikmek, kat, yat, araba markası, jeep, daha rahat yaşam, hayatın nimetlerinden alabildiğine yararlanma esas mesele haline geliyor" diyor. Kitaptaki son makalede Özgür Taburoğlu ise Le Corbusier'in işlevi öne çıkaran mimari yaklaşımı üzerinden gecekondulara değiniyor ve devletin burada TOKİ ile büyük müteahhit haline gelişini ve bu alanlarda kulelerin yükselişini inceliyor.
İletişim'den bir kitap: "Nazi Almanyası ve Yahudiler"
İletişim Yayınları da Faşizm İncelemeleri dizisinden, Auschwitz'den sağ kurtulmuş bir tarihçi olan Saul Friedlander'in "Nazi Almanyası ve Yahudiler" adlı çalışmasının ilk cildini okurla buluşturdu. 1933-1939 yılları arasının "Zulüm Yılları" olarak anlatıldığı ilk ciltte, Nazi Almanyası'ndaki Yahudilerin etrafında gittikçe daralmaya başlayan çember ve korku rejiminin yükselişi anlatılıyor. Bu dönemde yaşananları son derece ayrıntılı ve sistematik bir şekilde inceleyen Friedlander, kurbanların çaresizliğini ve diğerlerinin olan biteni izlemekle yetindiğini ortaya koyuyor. Friedlander ayrıca Nazilerin Yahudi düşmanlığının o güne kadarki anti-semitizmle farkı üzerinde de duruyor.