Özgen Aydos: "Ben o kadın değilim!.."

Özgen Aydos, Argos Yayınları'ndan çıkan "Senden Çocuk Düşürmek İstiyorum" adlı kitabında, kendi üzerinden kadınlık hallerini anlatıyor. "Çünkü ben bir hayal dünyası kurmadım. Hepimizin içinde yaşadığı duyguları dile getirdim" diyor ve ekliyor: "Ama bu kitabı okuyanlar beni o kadın gibi görebilirler, yanılırlar..."
Özgen Aydos ile kitabını ve gelecek planlarını konuştuk.
Bize biraz kendinden söz eder misin? Edebiyat dünyasına adım atmadan önce neler yapıyordun?
Öncelikle söylemem gerekir ki, edebiyat dünyasına adım attığımdan emin değilim. Orası derya deniz. Kendimden söz etmem gerekirse, 28 yaşındayım. Uluslararası ilişkiler mezunuyum. Uluslararası ilişkiler uzmanı diye bir meslek olmadığından o işi yapamadım. Sonrasında basın sektörüne girdim.
"5 yaşındayken evlerin duvarları için yazmışım"
Yazmaya ne zaman başladın?
Çocukken. O şehirden bir başka şehre, bir evden başka bir eve taşınırken yazmaya başlamışım. Annem anlatıyor bana bunları tabii. Arkamdan sürekli bir şeyleri bırakmak o özlem duygusu sanırım yazmaya itti beni. Çünkü ilk mektubumu beş yaşındayken taşındığımız evlerin duvarları için yazmışım.
En çok hangi yazarları okuyorsun? Kimlerden etkileniyorsun?
İhsan Oktay Anar'ı çok seviyorum. Hatta onu benden daha çok kimse sevmesin bile istiyorum. Sabahattin Ali, Yusuf Atılgan, Aziz Nesin, Hakan Günday... O kadar çok isim ve okumakla bitiremeyeceğim öyle çok kitap var ki. O yüzden yazarlardan ve kitaplardan konuşurken eksik hissediyorum kendimi. Bu dediğim insanlardan etkilenemiyorum çünkü onların kalemleri çok ileride. Sadece hayranlıkla izliyorum.
Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu benim fikrim değildi. Açıkçası blog yazılarından toparlama kitap fikrinden çok hoşlanmıyordum. İşte orada var, okumak isteyen okur diyordum. Ama Chiviyazıları Yayınları'nın sahibi Özcan Sapan'la tanıştıktan sonra ikna oldum. Bana kendine, kendime ve yazdıklarıma inandırdı.
Kendi kitabını yayınlatmak isteyen okuyucularına örnek olmak açısından kitabını yayınlatma maceranı anlatır mısın?
Bu konuda çok bilgili değilim. Benim için her şey hızlı gelişti. Ama dinlediğim hikayelerden çıkardığım sonuç bu işin o kadar kolay olmadığı. Kimsenin de hayalini yıkmak istemem tabi. Çünkü bence herkes yazmalı, iyi ya da kötü. Yayınlanacak ya da yayınlamayacak kısmını düşünmeden.
Kitabı yazarlık yaşamında nereye koyuyorsun?
''Yazar'' kelimesi beni tanımladığında ürküyorum. Yazmaya çalışan demek daha uygun benim için. Bu kitabı baş tacı falan etmiş değilim. Çocuğum gibi de görmüyorum. İyi eleştirilere ve kötü eleştirilere karşı arkasındayım ama. Çünkü hayatımın belli dönemlerinde kaleme aldığım, benim parçalarım onlar. Yine de yabancılaşıp, bir okur gibi okuyup hatalarımı da görüyorum.
İkinci kadının hikayesi...
Kitabın adı oldukça dikkat çekici; "Senden Çocuk Düşürmek İstiyorum" Niçin?
O başlığı taşıyan bir yazım var. O yazıyı yazdığımda 22 yaşındaydım. Aradan 6 sene geçmiş. O zaman ki ruh halimi, ne hissettiğimi hatırlamıyorum açıkçası. Her gün değişiyoruz çünkü. Ben 6 sene de kim bilir ne kadar değişmişimdir.
Ama o yazıda bir hikaye var. İkinci kadının hikayesi. Ve kitaptaki ikinci kadının algısı, ölü çocuklara bile annelik yapamayacağı. Yoksa kimseyi çocuk düşürmeye falan teşvik etmiyorum.
Bir de her okuyanın zihninde farklı şeyler hissettiriyor bu söz. Kimisi nefreti anlattığımı, kimisi aşkı kimisi çaresizliği anlattığımı düşünüyor. Kimisi de nefret ediyor. Ama ben sevene de sevmeyene de eşit mesafede durmaya çalışıyorum. Umberto Eco şöyle diyor bir kitabında, yazdıklarınız şişeye atılmış ve okyanusa bırakılmış not kağıtları gibidir. Yani bu söz benden çıktı artık, kimde ne etki bırakır, orasına karışamam artık.
"Ben anlattığım kadın değilim"
Yazdıklarının ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu?
Bir çoğu. Çünkü ben anlattığım kadın değilim. Ama bu benim de sıklıkla yaptığım bir şey. Yazarı hikayeden arındıramıyorum. Kendini anlatmış gibi geliyor. Oysa Orhan Veli bir şiirin de, ''çok sevdiğim salatayı da mı yiyemeyeceğim'' gibi bir şey söylüyor. Halbuki Orhan Veli salatadan nefret edermiş. Onun kurgu yaptığını düşünemiyorum orada. Bu kitabı okuyanlar da beni o kadın gibi görebilirler. Yanılırlar.
"Hüzün" kitabın derinden işleyen en temel duygusu. Bir paragrafta "Sen mutlu olursan, mutsuzların mutluluğa çıkan yollarını çizemezsin. Sen mutlu olursan, insanlar bulamazlar kendilerini sende" diyorsun. Bu yüzden mi yazdıklarında "hüzün" ağır basıyor?
Çok klasik olacak ama ben insanların mutluyken yazabildiklerine inanmıyorum. Mutluluk yaşanıyor çünkü. Mutluyken eşini, dostunu arıyorsun, dans ediyorsun, gülümsüyorsun. Hüzün öyle değil ama. Ya da ben hüznümü en yakınlarıma bile geçiremiyormuşum gibi hissediyorum. Bir de artık gerçekten kimsenin vakti yok durup ince şeyleri dinlemeye, düşünmeye, ortak olmaya. Öyle olunca bir anlamı da kalmıyor, anlatmanın. Ben de kendime anlatmak için yazıyorum.
Şöyle bir cümlen var: "Sizin hiç Pablo ya da Chloe adında arkadaşlarınız oldu mu? Benim oldu. Ama benim Edward diye bir arkadaşım hiç olmadı. Bu yüzden hep ona mektuplar yazdım." Bu duyguyu biraz açar mısın?
Gerçekten bu isimde arkadaşlarım olmuştu. Derdini, gerçek insanlara anlatmaktan çok daha kolay hayalini kurduğun birine anlatmak. Edward diye gerçek bir insan tanısaydım ona da yazmazdım o mektubu. Ya da ''gerçekten'' insan olsaydı anlatırdım belki.
Kitap, bir kadın olarak senin hayata, aşka ve ilişkilere dair yazdığın yazılardan oluşuyor. Dünyaya erkek olarak gelmiş olsaydın bu nasıl olurdu?
Bu erkeklere bakış açımı da gösteren bir cevap olacak. Yine taşlanacağım. Daha az derin olurdu sanırım. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum ama. Ben kadın olarak, her şeyi ince düşünüyorum. Yaradılıştan gelen bir duygu.
Basit bir örnekle anlatmam gerekirse, bir insanla ikili bir diyaloğa girdiğimde onun aklından ne geçtiğini de düşünüyorum. Hem onu dinleyip, hem aklından ne geçtiğini düşününce iki katı enerji harcamış oluyorum. Ama tanıdığım hiçbir erkekte bunu yaşamadım. Onlar duyduklarına inanıyorlar ve en doğrusunu yapıyorlar.
"Ben bir hayal dünyası kurmadım"
Kitapta birçok toplumsal olaya gönderme de yapıyorsun. Peki, gazetecilik edebiyatın neresinde duruyor?
Ben bu yazıları yazdığımda bu işi yapmaya başlamamıştım. Ama üniversitede siyaset okumamın etkisi olmuş olabilir. Çünkü biz ders olarak tüm bu olayları görüyorduk. İnsanların haberdar olmak için okuduğu gazeteler, merak uyandıran tarihi konular bizim sınav sorumuz oluyordu.
Bir de benim ailem toplumsal meseleler konusunda çok hassastırlar. Bilgili olmak ve hassas olmak konusundaki farkı onlar da anladım. Herkese ve her şeye objektif bakıp onun seceresini dökmek yerine kalbimle anlamayı öğrettiler. Yazılarım tüm bunların dışında kalamazdı.
Kitaba gelen tepkiler nasıl?
Of çok fena!.. Adı yüzünden çok eleştiri, hakaret alıyorum. Normal ama. Bunu göze alarak bu ismi kabul ettim. Bu toplumun normları var, herkesin kendine göre ahlaki anlayışı var. Herkes kendi bakış açısında değerlendiriyor. Ama öte yandan kitabı okuyanlardan aldığım geri dönüşler çok iyi. Çünkü ben bir hayal dünyası kurmadım. Hepimizin içinde yaşadığı duyguları dile getirdim.
Kitap raflarda yerini alınca ne hissettin?
Enteresan bir his o. İlk gördüğümde Akademi Kitabevi'nde oturuyordum. Ve kafamı kaldırıp ne kadar tatlı duruyor dedim. Bu benden kaynaklanmıyor elbette. Kitap kapağının çizimini yapan çizer arkadaşım Fatih Nadir'in eseri. Onca işinin arasında buna emek verdi, ona da minnettarım.
Şimdi sırada ne var?
Bir planım yok. Ama öykü yazmak istiyorum. Kadın öyküleri. Çünkü çevremde biriktirdiğim çok hikayem var. Tacizler, çocuk gelinler, hayata küsmüşler, lezbiyenler... Bunlar gazetede yahut başka bir mecrada okuduğumuz kadar uzak değiller bize. Kafamı kaldırdığımda yanıbaşımdalar. O yüzden sevdiğim, nefret ettiğim, kavga ettiğim, barıştığım kadınları yazmak istiyorum. Çünkü ben de onlardan biriyim.
SENDEN ÇOCUK DÜŞÜRMEK İSTİYORUM
Özgen Aydos
Argos Yayınları
2015, 160 sayfa, 18,5 TL
VİDEOYU İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ...