"Öfkeli olmayı yeğleyen" kadın Türkçe'de
Almanya'daki Kızıl Ordu Fraksiyonu, RAF'ın kurucularından Ulrike Meinhof, vicdanlara seslenmek yerine, kapitalizme karşı doğrudan eyleme girişmenin sembolü haline gelmişti. Meinhof'un 1959-1969 arasında Konkret dergisinde yayımlanan makalelerinden oluşan "Protestodan Direnişe" Sel Yayıncılık'tan çıktı.
Sel Yayıncılık Ekim ayında 6 yeni kitabı okurla buluşturdu.
Protestodan Direnişe
Almanya'daki Kızıl Ordu Fraksiyonu, RAF’ın kurucularından Ulrike Meinhof, bugün hâlâ Avrupa solunun en çok tanınan ve en tartışmalı figürlerinden biri: 1970 yılında, sadece söz söylemenin bir hükmünün olmadığına kanaat getirerek, kalemle başladığı politik mücadele hayatını silahla sürdürmeye karar vermesi, Meinhof'u vicdanlara seslenmek yerine, kapitalizme karşı doğrudan eyleme girişmenin sembolü haline getirdi.
Yazarın 1959-1969 yılları arasında, o dönem Almanya’nın en çok okunan ve en etkili sol dergisi Konkret’de yayımlanan makaleleri etkisi on yıllarca sürecek bir dönemin resmini oldukça canlı bir biçimde çiziyor.
Savaşın antikomünizm sosuna bulanmış diplomatik ataklarla sürdürdüğü, nükleer silahlanma politikalarının bir tehdit olarak gündemde tutulduğu, tüm dünyayı etkisi altına alacak ’68 ruhunun Vietnam Savaşına tepki olarak biriktiği yıllarda; sosyal demokrasinin acizliğinden kadın sorununa, göçmen işçilerin durumundan Nazizm kâbusunu üzerinden atmaya çalışan Almanya’nın ruh haline, sendikaların burjuva basınla kolkola girerek yangın söndürücülük görevi üstlendiği toplumsal muhalefetin ve öğrenci hareketlerinin filizlenmeye başladığı bir dönemi tüm hatlarıyla yansıtan Protestodan Direnişe aynı zamanda meclise giremediği için değil, kendini sokağa ait gördüğü için sokağa çıkan radikal bir muhalefetin doğuşuna ve aralarında Ulrike Meinhof'un da bulunduğu kendisi küçük ama etkisi büyük bir azınlığın yeraltında silahlı mücadeleye atılmasına da tanıklık ediyor.
Kitabın çevirisi Levent Konca'ya ait.
"O, Almanya'nın savaş sonrası dönemde sahip olduğu en önemli ve aynı zamanda en iyi yazan gazeteci. Yazıları, açıklık ve keskinlik açısından bugün hala, analiz ettikleri yıllar hakkında okuyabileceklerinizin en iyisi. Metinleri o kadar yoğun ki, hayata geçirilmek için ısrar ediyorlar. Okuyanlara, adaletsizliğe karşı mücadelenin zorunlu olduğunun ve maddi açıdan olmasa da, en azından ahlaki olarak mücadele etmeye değdiğinin garantisini veriyorlar. Onu karşı taraf için tehlikeli yapan buydu." (Helma Sanders-Brahms)
Pembe Tütülü Amiral
Evli ve çocuklu amiralin bir otel odasında “açıklanması zor şartlar altında” aniden ölümü bir anda tüm orduyu, politikacıları, basını ve giderek ülkenin genelini ilgilendiren bir sorun haline dönüşür. Bütün çıplaklığıyla gözler önünde olsa da kabul edilmek istenmeyen olay, ülkenin o bilindik “hassas dengeleri” arasında hızla büyür; ikiyüzlülüğün, aklıselimin yok oluşunun ve görünenin dahi kabul edilmeyişinin kanıtı olarak gerçeğin değil ama gösterilmek istenenin kabulüne doğru yol alır.
Polisiye yazarı Mehmet Murat Somer’in hınzır dili ve sansürsüz yaklaşımı ile elbette son beklendiği gibi olmayacaktır. Sürprizlerle dolu karanlık bir eğlencelik.
Enigma
Ders vermekten sıkılmış bir edebiyat profesörü, yazar olmayı delicesine isteyen genç bir kız, yetenekli bir şair ve zeki bir kiralık katil olmayı aynı anda başaran genç bir adam ve konuşmayı pek sevmeyen Japon kız… Onları “Bartleby ve Şürekası” isimli kitapçıda ne bir araya ne getirebilirdi? Elbette edebiyat ve onun dönüştürücü gücü.
Kendilerini “Yatak Odası Filozofları” olarak adlandıran bu dörtlü çetenin entelektüel ve cinsel hayatını tek bir amaç belirler: Edebiyat tarihinde sonlarını beğenmedikleri kült romanlara yeni sonlar yazarak onları piyasadaki asıllarıyla değiştirmek...
Fransız yazar Antoni Casas Ros'un ikinci romanı olan Enigma Işık Ergüden'in çevirisiyle Türkçe okurla buluşuyor.
Lisede Kan ve Cesaret
'70 ve 80’lerin New York punk hareketinden deneysel Amerikan edebiyatının karanlık sularına doğru, içinden çıktığı burjuva aile, kapitalist toplum ve tüm iktidar dinamikleri başta olmak üzere her yeri küfür, kan ve leşe boğacak simsiyah deriler içinde bir korsan belirir: Kathy Acker.
Punk şair, deneysel romancı, performans sanatçısı, seks pozitif feminist, anarşist, striptizci, kadın bir şövalye, eril bir orospu, iflah olmaz aşık...
Edebiyatı ise her daim susturulmuş öznelerin sesidir. Kürtaj, tecavüz, ensest, terörizm, pornografi, tüm ayrıntılarıyla betimlenmiş şiddet ve feminizm sarsmaktan vazgeçmediği, terse büktüğü konulardır. Kadınlık deneyiminin öfkesini bütünüyle kendisinin yarattığı bu feminist ifade biçimiyle aktarması nedeniyle Acker hâlâ birçok hareketin ikonu, esini, ağır ablasıdır.
Lisede Kan ve Cesaret bilhassa intihali, cut-up tekniklerini, pornografiyi, otobiyografiyi; rolleri harmanlayarak kullanan, gecenin, karanlığın, öfkenin, küfrün gücünü yapıbozuma uğratıp egemene iade eden bu ağzı bozuk asinin dilinden okumaktan korkmayanlara...
“Kadınlar, edebi kaideleri kırıp kendilerine ait olanları icat ederek edebi ‘caniler’ olmak zorundadırlar. Çünkü edebiyatın yerleşik kaideleri, kadınları hayatlarının kendi gerçekliğini anlatmaktan men eder.”
Pantolonun Politik Tarihi
Nedir pantolon? Belimizden ayaklarımıza kadar olan bölümünü örten ve iki bacağımızı kaplayan bir giysi. Ancak giysi, toplumsal düzeni yansıtır ve onu yeniden üretir. Dolayısıyla pantolonun öyküsünün ardında koca bir anlam yatar, ne de olsa “kişisel olan politiktir”. Carl Flügel, erkeğin pantolon giymesini “güzellik iddiasını bırakıp, biricik amacının yararlılık olmasına” yorar. Simone de Beauvoir “Kadın gibi giyinmek kadar doğal olmayan bir şey yoktur; hiç kuşkusuz erkek kıyafeti de yapaydır ama daha rahat ve daha sadedir, hareketlerin engellenmesi için değil desteklenmesi için tasarlanmıştır,” der.
Pantolon başlangıçta bir erkeklik simgesidir ve kadınların giymesi yasaktır. Hatta kılık değiştirmek bir sahtecilik suçudur. Fransız devriminde yeni toplumu ve düzeni yansıtan en önemli unsurlardan biri olur. Dönemin radikalleri sans-culottelar da ismini pantolondan alır. Öte yandan Fransız Devriminin de ortadan kaldırmadığı cinsiyet ayrımcılığının sembolü olmayı sürdürür. Kadınların son iki yüzyılın bu önemli simgesini keşfetmeleri ise politik boyutu olmayan bir bireysel kimlik ya da pratik bir giysi tercihi değil cinsiyetlerin eşitlik arzusunun ve mücadelesinin ifadesidir.
Pantolonun Politik Tarihi, giysinin politik diline tercümanlık eden kaydedeğer bir kültür tarihi çalışması.
Fallusun Arkeolojisi
Dünyanın her coğrafyasında, uygarlık tarihinin her periyodunda ve her kültürde kesintisiz biçimde, değişik materyaller üzerine betimlenen bereket sembolü falluslar arkeolojisi dünyasının ihmal edilmiş, ötelenmiş bir nesnesidir. Bedendeki onca organ içinde erkeklik organının bu denli sembolik bir anlam yüklenmesi ve tüm dünya tarafından bu anlamın korunması ve üretilmesini açıklamak, araştırmacıyı bilim sınırlarının da dışına çıkmaya mecbur bırakmaktadır.
İsmail Gezgin, Fallusun Arkeolojisi’nde, arkeologların basitçe bereketle özdeşleştirdikleri bir sembolün, yüklendiği anlamı ve toplumlar üzerindeki dönüştürücü etkisini açıklarken fallus konusunda söylenecek tüm sözleri söylemekten ziyade, söylenecek ne kadar çok söz olduğunu ortaya koymaktadır.