Mustafa Çiftci ve Tanıl Bora'dan "Yengeler Cumhuriyeti"
Doğuya özgü “yengelik müessesesi”, Mustafa Çiftci ve Tanıl Bora’nın derlemesi ile kitaba dönüştü. İletişim Yayınları tarafından yayımlanan "Yengeler Cumhuriyeti" yengeleri anlatıyor.
“Yengeler Cumhuriyeti” kitabının ilk yazısı Mustafa Çiftci’nin “Yengeler Realitesi” ile başlıyor. Çiftci önce yengelerin “gelin olma” sürecinden başlıyor, pek çok okurun bilmediği, belki de hayatında bile duymadığı bir sınavı “dürüm yeme imtihanı”nı anlatıyor. Sonra da sosyal hayatta yengelerin gücüne getiriyor sözü, kendi ailesinden de hatıralarla…
Kitap “yenge” kelimesinin sosyal olduğu kadar coğrafi izdüşümünün de peşini sürüyor. Mahir Ünsal Eriş yazısında yengeliğin doğuya özgü olduğunu, öyle ki Han Çincesi’ndeki akraba tanımlarının diğer dillerden kat be kat fazla olduğunu gösteriyor. Ender Özkahraman ise “Yengeye İnat” yazısında Kürtçe içindeki “yenge”yi daha doğrusu, küçük kardeş ya da ağabey eşi olan “jinbra”ları, amca eşleri “jinmam”ları ve dayı eşleri “jinxal”leri konu alıyor.
Deniz Erkul Düzgün, “Yengelerin Gücü Adına”da bir yengesinin tek başına doğum sancısı çekerek çocuğunu dünyaya getirişini, kayınpederinin sessizlik kuralına uyarak ağzını yün yorganla iyice doldurup yorganı ısırarak dünyaya getirişini anlatıyor. Diğer iki yengesinden birinin şiddete uğrayışını ve diğerinin de eğitimli olması nedeniyle “Ben sizden farklıyım” duygusuyla taşralı ailenin gelenekleri arasına sıkışmasını da…
Adem Erkoçak “En iyi arkadaşım” yazısında, çocukluk arkadaşı, belki de ilk dostu Kübra’nın çocukluktan yetişkinliğe geçişini ve yengesi olunca kendi hayatından çıkışını, daha doğrusu bir başka statüye geçerek tüm sıcaklığını yitirişini aktarıyor hüzünlü bir dille.
Ve “Yenge” denilince akla gelen ilk isimlerden Semra Özal da takılıyor kitabın konusuna. Funda Şenol Cantek’in kalemineden “Bir ‘Korkunç Yenge’ Prototipi Olarak Semra Özal” bölümünde yazar saçları, çantaları, gözlükleri, yüzükleri, küpeleri, çay davetleri, dış gezileri, dostlukları, düşmanlıkları ile de konuşulan ancak kabineden bakan çıkartabilen hatta adını başbakan adayı olarak da dillendirtebilen bir portreyi daha yakından tanıştırıyor okuyucusuyla. Semra Özal’ın pek de gizlemediği gücünü gösteren en güzel anekdotlardan biriyse, seksenlerin tek kanallı televizyonunda yayınlanan “Emret Başbakanım” dizisinin yıldızı Paul Eddington’un Türkiye ziyaretinde TRT’de sarf ettiği ve ağızları açık bırakan sözü “Başbakanınızı çok sevdim. Kocası da ton ton bir insan” oluyor.
Edebiyatta, ekranda, televizyon dizilerinde ve popüler kültür içindeki yengeler de kitapta yer alıyor. Leyla Burcu Dündar, Sema Aslan, Kiraz Akın ve Sema Karabıyık anlatıyor bu yengeleri. Edebiyat tarihine "Madame Bovary ve Anna Karenina’dan geri kalmayan bir yenge" olarak izini bırakan Halid Ziya Uşaklıgil’in "Aşk-ı Memnu"sunun Bihter’inden Sevgi Soysal’ın "Yürümek" isimli romanında örümcek ağları ören Sabiha Yenge’ye, halk kahramanı gönül adamı Sadri Alışık ile evliliği kariyerinin çizgisini değiştiren Çolpan İlhan’dan Bir Demet Tiyatro’nun “edelelerin” bir numaralı savunucusu Mükremin’e sevdalı, seksapeli yüksek kadın Feriştah’ına…
Kitabın en ilgi çeken makalelerinden biriyse Rita Ender’e ait. “Madem Dimitra’ya ‘Yenge’ Diyemeyiz” yazısında Ender, 1940 İmroz doğumlu, toprağın tanrıçasının adını taşıyan Dimitra’nın hikayesine odaklanıyor. İçinden 6-7 Eylül Pogromu da geçen bu hayat hikayesinde 50 yıllık İstanbul Talimhane günlerini aktarıyor. Ve çevresi ile olan ilişkisini. Rumca “Kiria” ve “Kirios”ların dünyasında doğmasına rağmen Türkiye toplumunda gizli bir sözlü sözleşme ile Hristiyan ve Yahudi kadınlar için kullanılan “madam”ın isminin önüne getirildiği bir şehirde Dimitra’nın bıraktığı anıları…
Asla “yenge” ya da “bacı” olamayan gayrimüslim kadınlardan birinin hayatı üzerinden Rita Ender sözü kitabın odak noktasına getirerek bitiriyor. Bir temenni eşliğinde: “Kim bilir. Bilinmez ama umulur ki, artık bu topraklarda da kadınlar evlilik üzerinden tanımlanmasın, konumlandırılmasın. Çok mu zor? Değil çünkü Dimitra’nın hep söylediği gibi: HER GÜN YENİ BİR GÜN!”