Liz Behmoaras Birinci Dünya Savaşı'nı anlattı: Alman Subayının Evi
Liz Behmoaras'ın kaleme aldığı 'Alman Subayının Evi' Birinci Dünya Savaşı yıllarında belirsizliğin, huzursuzluğun insanların yaşamını sinsice ele geçirişini okura aktarıyor. Savaşın harap ettiği, yoksulluğun kol gezdiği kentler; yüzyıllarca bir arada yaşamış ancak sonra düşman kesilmiş halklar; duyguları ve düşünceleri örselenmiş insanların mutluluk arayışını konu edinen kitap Doğan Kitap aracılığıyla okurla buluştu.
Liz Behmoaras, aynı okulda okumuş, aynı duyguları paylaşmış üç arkadaş olan Leman, Elsa ve Despina'nın dostlukları üzerinden savaşın yıkıntılarını aktarıyor.
Çağdaş bir aile ortamında büyüyen özellikle de edebiyata ilgi duyan, ele avuca sığmaz Leman, aynı zamanda evrensel barış, kadın özgürlüğü ve hümanist fikirleri coşkuyla savunan, dönemin önemli yayınlarından birinde bu bağlamda yazılar bile yazmayı hayal eden bir genç kızdır. Ancak, başta ağabeyi ve babası olmak üzere sevdiği bütün insanlar savaşın trajik gerçeğiyle örselenirken, onun günlük hayatı da kasvete bürünmüştür. Elsa ve Despina ile olan dostluk bağları pek çok şey gibi savaşın getirdiği yıkıma kurban gidecektir.
Cephede yaralanıp Büyükada’ya dinlenmek üzere gelen Alman subay Manfred von Hagen, Leman’ın abisinin arkadaşıdır. Leman ile Manfred arasında başlayan yakınlaşma, kültürel farklılıkların ve savaşın, hele hele savaşın sorgulandığı kasırgalarla dolu bir aşka dönüşür. Bir aşk ki sonuçları herkes için çok ağır olmaya mahkûmdur. Günümüzde, Büyükada’daki “perili” bir harabenin adı olan Alman Subayın Evi, yarım kalan bir sevdanın, ama aynı zamanda acımasızca sınanan dostlukların, imkânsız bir paylaşımın, anlaşılamamanın ve yıllarca ödenen bir kefaretin hikâyesidir. Çünkü ölüler arkalarında hep gölgelerini bırakırlar, yaşamış oldukları mekânlar da her daim sesleriyle yankılanır. Tabii görmesini, duymasını bilenler için.