Lieve Joris'in otobiyografik romanı Şam Kapıları okura buluştu
Lieve Joris, otobiyografik romanı Şam Kapıları'nda Suriye’ye dair panaromik bir manzara ortaya koyuyor ve okuru Orta Doğu ile ilgili görüşlerini sorgulamaya zorluyor.
Tekin Yayınevi Lieve Joris'in Şam Kapıları adlı romanını Barış Behramoğlu'nun çevirisiyle okurla buluşturdu. Yayınevi; Mehmet Tevfik Özcan'ın Modern Toplum ve Hukuk Devleti ile Deniz Yıldırım'ın Saray Rejimi adlı kitaplarını da okura sundu.
Ercan Karakaş Türkiye'nin Yön Arayışları'nı yazdı
Şam Kapıları
Tekin Yayınevi Lieve Joris'in Şam Kapıları adlı romanını da Barış Behramoğlu'nun çevirisiyle okurla buluşturdu.
"Gençliğimizde büyüdüğümüz dünyaya ikimiz de isyan ettik. Ben asiliğimden dolayı ödüllendirilirken, o cezalandırıldı. Yaşadığım toplum bana yer açtı, onunki ise onu gitgide kendi içine kapattı. Onun yerinde olsaydım ben ne yapardım diye kendime sormayı asla bırakmadım. Ya da o benim yerimde olsaydı.
Avrupa’da yaşayan Lieve Suriye’ye, yıllar önce Bağdat’ta tanıştığı Hala’nın yanına kalmaya gider. Bu esnada Doğu’da, ona ait olmayan ve ait olmadığı bir yerde yaşananları yakından izleme imkânı bulur. Hala ile dostluğu, ona modern Suriye’nin, sürekli çatışmaların ortasında kalan ve kana bulanan bir coğrafyanın iç yüzünü gösterir.
Suriye’de olup bitenlere orada yaşayan ve geçmişinde belirgin bir siyasi tavrı olan Doğulu bir kadının gözünden baktıkça, işler daha da karmaşık bir hâl alır ve Lieve bambaşka bir kültürle yetişmiş, Batılı bir kadın olarak kendini binlerce sorunun, duygunun, doğrunun, yanlışın ortasında bulur.
Gazeteci kimliğiyle roman üslubu arasında hassas bir denge kurmuş olan Lieve Joris, bu otobiyografik nitelikli eserinde bizleri de Orta Doğu ile ilgili görüşlerimizi sorgulamaya itiyor. Doğu ve Batı birer muhayyel kavram mıdır yoksa gerçekten farklı hakikatlere sahip, iki düşman mı? Lieve Joris’in sürükleyici dili, kendi konumunu da samimiyeti elden bırakmadan anlatışı ve modern Suriye’ye dair sunduğu panaromik manzara kitabı elinizden bırakmamanız için güçlü deliller sunuyor."
Modern Toplum ve Hukuk Devleti
Tekin Yayınevi, Mehmet Tevfik Özcan'ın Modern Toplum ve Hukuk Devleti adlı kitabını Hukuk Poetikası dizisinden okurla buluşturdu.
"Hukuk devleti toplumsal iktidar sisteminin ağırlığının siyasetten çok hukuka dayandığı bir düzenin adıdır. Bu durum, siyasetin anlamlı düzeyde depolitikleştiği koşullarda gerçekleşir ve depolitikleşmenin dışında kalan siyasal gereçler de hukukun çizdiği sınırlarda kullanılır.
Dilek Türker'in yaşamı roman oldu: Soytariçe
Hukuk devleti, her siyasetin hukuk tarafından tanındığı anlamına gelmez; daha çok kapitalist toplumdaki egemen iktidar sisteminin hukukun temin ettiği meşruluk ekseninde yürütülmesini ifade eder.
Hukuk devleti, yönetilenlerin insan onurunun dikkate alınmasının zorunluluk haline geldiği koşulların ortaya çıkardığı bir yönetişim türüdür. Ancak, hukuk devleti, insanların siyasal sisteme dönük tercihlerinden ibaret bir ortak istemin sonucu değildir; bu yönde açığa vurulmuş belli bir düzeydeki istemle birlikte elverişli bir yapılaşmanın yaşandığı toplumsal koşulların ürünüdür. Elinizdeki çalışma, hukuk devletinin toplumsal koşullarının aydınlanması yönündeki bir deneme olarak, daha ileri araştırmalarla tamamlanacağı beklentisiyle kaleme alınmıştır."
Saray Rejimi
Yayınevi, Deniz Yıldırım'ın Saray Rejimi adlı kitabını da yayımladı.
“Türkiye’de sağ, yönetme kabiliyetini yitirdiğinde, otoriterleşme ve gayrinizami harp teknikleriyle sokağı, hayatı, muhalefeti baskılama yoluna gitmek dışında seçeneği kalmadığında bir cepheleştirme stratejisine başvurmaktadır. Başta 'liberal, muhafazakâr, demokrat' sonra milliyetçi. Adının Vatan Cephesi, Milliyetçi Cephe ya da Saray Cephesi olması genel sonucu değiştirmez; söz konusu cepheleştirme stratejisi çözülmenin, zayıflamanın ve genellikle ilkbaharın değil, sonbaharın göstergesidir. Varsayılanın aksine, Saray Rejimi düşünüldüğünden de zayıftır. Kuvvetlerin tümünü kendi etrafında toplama hamleleri; darbe girişimini Cumhurbaşkanı’nın eniştesinden, Başbakan’ın da ‘eşinden, dostundan’ öğrenmesi ile sonuçlanmıştır.
‘Sır küpü’ olarak görülen kurum ve kişiler bile bu en zor anda Saray’ın yanında yer almamış ya da alamamıştır. Diğer bir ifadeyle, her şeyi kontrol etmek isteyenlerin hiçbir şeyi kontrol edemedikleri görülmüştür. Ancak düşünüldüğünden zayıf olması, onun daha da saldırganlaşmayacağı anlamına gelmez. Evet, Saray OHAL ilan etti; evet, bunu bir dikta fırsatına çevirmek istiyor. Buna karşın her dikta hamlesi; zor aygıtları içinde ve toplum üzerinde her sıkılaştırma girişimi Saray’ı daha da kırılgan ve zayıf hale getiriyor. Ortada bir büyük devlet krizi var ve bunu devlet içindeki farklı otoriterlik formülleriyle aşmak mümkün görünmüyor.'
1950’li yılların başında Türkiye’yi Atlantik İttifakı’na, NATO’ya sokmak için Kore’ye Mehmetçik’i gönderen, 70’lerde Gladyo’nun Türkiye’de sopası olanlar, Kontrgerilla’yı örgütleyenler, ABD ve emperyalizm karşısında kuzu olanlar, Türkiye topraklarını yabancı askeri üslerle donatanlar, 'Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıyım' diyenler; Türkiye’yi ABD ve NATO projelerinde görevli hale getirenler, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD’nin 'Ilımlı İslam' siyasetini topluma dayatarak, hem kendi iktidarlarını devam ettirmeye hem de emperyalist güçlerin emellerini uygulamaya çalışmışlardır. Son günlerde başkanlık tartışması ve aceleyle yapılan anayasa değişikliğiyle gündemi işgal eden bu siyaset, 50’li yıllardan bu yana devam ederek günümüze kadar gelen işbirlikçi politikalar dışında değildir. Deniz Yıldırım, Saray Rejimi olarak adlandırdığı bu yeni oluşumun geçmişten gelen politikalara zincirleme bir şekilde bağlı bulunduğunu, gittikçe daha saldırgan yöntemlerle uygulanmaya çalışılan neoliberal ekonomik politikanın, memleketi yağmayla, dinle, sopayla bir arada tutma, yönetmeye çalışan ve topluma tek seçenek gibi sunulan, Saray Rejimi’nin aslında ne kadar kırılgan, dağılıp parçalanarak kaçınılmaz sona gitmesinin ne kadar yakın olduğunu kuramsal bir bakışla inceliyor, somut çözümler için önerilerde bulunuyor."