Kızılbaş sufiliğin nasıl ortaya çıktığı 'Aleviliğin Doğuşu'nda
Alevilik ve Bektaşilik üzerine çalışmalarıyla bilinen tarihçi Rıza Yıldırım, "Aleviliğin Doğuşu" adlı kitabında 1300-1501 yılları arasnıda Kızılbaş sufiliğinin ortaya çıkışını ve dönemin toplumsal ve siyasal ortamını anlatıyor.
İletişim Yayınları, Rıza Yıldırım'ın 14.-15. yüzyılda Anadolu'da Aleviliğinin ortaya çıkışını tüm yönleriyle anlattığı Aleviliğin Doğuşu -Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri 1300-1501 adlı kitabını, Barış Yıldırım'ın Türkçeye çevirisiyle okurla buluşturuyor. Yıldırım'ın kitabının yanı sıra 15 Eylül'de M. Esra Yıldırım'ın boşanmanın toplumda nasıl algılandığını ve boşanmış kadınların yaşadıkları zorlulukları araştırdığı "Yeni Bir Hayat Kurmak - Kadınlar Anlatıyor: Babalık,Evlilik ve Boşanma" adlı incelemesi; Willy Pasini'nin "Sadakatsiz Aşklar - Aldatmanın Psikolojisi Üzerine" adlı kitabı, Can Belge'nin çevirisiyle; Elfriede Jelinek'in "Michael - Çocuksu Topluma Gençlik Kitabı", M. Sami Türk'ün çevirisiyle; Jorge Semprun'un "Federico Sánchez'in Özyaşamöyküsü", Işık Ergüden'in çevirisiyle ve Figen Şakacı'nın "Bitirgen" ile başlayıp "Pala Hayriye" ile devam eden üçlemesinin son romanı "Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı?"sı raflarda yerini alacak.
'Zamanımızın Magna Carta'sı': Prekarya Bildirgesi
Aleviliğin Doğuşu
Rıza Yıldırım'ın 14.-15. yüzyılda Anadolu'da Aleviliğinin ortaya çıkışını tüm yönleriyle anlattığı Aleviliğin Doğuşu -Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri 1300-1501 İletişim Yayınları tarafından yayımlanıyor. Yıldırım, Kızılbaş sufiliğinin ortaya çıktığı dönemin toplumsal ve siyasal ortamını yansıtırken, aynı zamanda bu inancın daha iyi anlaşılabilmesini sağlayacak tarihsel bir arka planı da gösteriyor. Alanının temel başvuru kaynaklarından biri…
Fikret Şenses'ten 'İktisada (Farklı Bir) Giriş'
Arka kapaktan:
Rıza Yıldırım, 14.-15. yüzyıl dönümünün büyük toplumsal ve siyasal çalkantıları içinde Anadolu'da Aleviliğin doğuşunun "macerasını" anlatıyor. Göçebe Türkmenler Anadolu'ya göçe durdukları 12.-13. yüzyıllarda, eski Türk, Mezopotamya ve Anadolu gelenekleri ve inançlarıyla müslümanlığı nasıl bağdaştırdılar; nasıl bir dindarlıkla geliştirdiler? Göçebe-aşiret yaşam tarzına dayalı sosyo-politik düzenle, İran-İslâm kültürü ve yerleşikliğe dayanan toplum yapısı arasındaki gerilim nasıl evrildi ve Osmanlı devletiyle ilişkileri nasıl "yoldaşlıktan düşmanlığa" dönüştü? Bu süreçte tabandaki Türkmen dindarlığı ile Safevi doktrini ve Şah İsmail etkisinin bileşimi nasıl Kızılbaş sufiliğini meydana getirdi? Bir devrim ideolojisi mahiyeti taşıyan ancak "devlet" olacak teolojik ve hukuki aygıtları bulunmayan bu oluşum, Çaldıran Savaşı'nın ardından nasıl bir değişime uğradı ve Mehdici-devrimcilikten uzaklaşarak Osmanlı dünyası içinde "yerleşmeye" yöneldi? Hem son derece ayrıntılı, canlı bir hikâye hem de tarihi "anlamanın" yordamını gösteren, güçlü bir teorik analiz.
Kitaptan alıntı:
"Bu çalışma Kızılbaş-Alevi dindarlığının 'neleri' değil 'nasılları' ile ilgilenmektedir. Kızılbaş sufiliğinin oluşum sürecini çevreleyen toplumsal ve siyasal muhiti incelemek suretiyle, onun yarattığı dindarlık biçiminin ideolojik, itikadi ve ameli kalıplarının arka plan referanslarını ortaya çıkarmayı denedim. Esasen kendi iç geleneğinde Muhammed Ali Yolu olarak adlandırılan Kızılbaş-Alevi dindarlığının inanç ve ritüel boyutlarını anlayabilmek için öncelikle bu 'bilinçaltı yapıları'nı oluşturan arka planın belirlenmesi gerekiyordu."
Yeni Bir Hayat Kurmak
İletişim Yayınları, M. Esra Yıldırım'ın Türkiye toplumunda boşanmanın nasıl algılandığını ve boşanmış kadınların yaşadıkları zorlulukları araştıran çalışması Yeni Bir Hayat Kurmak'ı yayımlıyor. Türkiye'nin çeşitli ilerinde yaşayan boşanmış kadınlarla yaptığı görüşmelerden yola çıkan Yıldırım, kadınların bu kararı aldıkları süreçte yaşadıklarından, sonrasında kendi hayatlarını kurmaya çalışırken karşılaştıkları bireysel ve toplumsal sıkıntılara uzanan geniş bir yelpazede konunun zengin bir dökümünü sunuyor.
Mihail Bulgakov'un başkaldırısı: Usta ile Margarita
Arka kapaktan:
Mutsuz, sorunlu, yürütülemeyen evliliklerin vardığı nokta: Boşanma. Ancak Türkiye toplumunda boşanmaya, özellikle de boşanan kadına pek sıcak bakılmadığı da aşikâr. "Babalık" kurumunun ve "erkeklik" hallerinin adeta soluk aldırmayan bunaltıcılığı, toplumsal baskılar ve çevrenin boşanan kadını daima şüpheyle, yaftalayarak ya da kendi ayakları üzerinde duramayacağı düşüncesiyle acıyarak değerlendirmesi bunun nedenlerinden.
M. Esra Yıldırım, Türkiye'nin çeşitli illerinden kadınlarla yaptığı bire bir görüşmelerle boşanma deneyiminin kadınlar üzerindeki etkilerini teorik ve pratik olarak sergilemeye girişiyor: Kadınların babalarıyla ve "babalık"la ilişkilerinin evlilik yaşantılarına etkilerini; evdeki kadınlık ve erkeklik deneyimlerini; aile içi şiddeti, tacizi; kadınların kendi hayatlarını kurma çabalarını; boşanma kararını nasıl aldıklarını, kararlarının nasıl karşılandığını ve boşanma deneyimini nasıl yorumladıklarını… Yeni Bir Hayat Kurmak'ta "Bu toplumda kadın olarak yaşamak o kadar zor ki. Ama size rağmen ben yaşayacağım bu toplumda," diyen kadınların sesi duyuluyor…
Dünyayı sallayan kitap 'Populizm Nedir' Türkçe'de
Kitaptan alıntı:
"Ben kesinlikle şu anda kendimi çok güçlü hissediyorum. Beni şu anda diyorum, kimse yıkamaz. Bir kere özgüvenim geldi, her şeyden önce tek başına mücadele ediyorsun."
"Kendim paramı kazanıyorum, kendim yiyorum, kendim içiyorum, kimseye verilecek hesabım yok. Ben bu topluma saygı duydum, bu toplum da bana saygı duymak zorunda..."
"Evlenip boşandım' demek benim için bir gurur kaynağıydı. (...) Bundan daha önemli bir şey mi olur ki? Hani CV'de yazılacak referans yani, 'Ben evlendim, evlilik dönemi geçirdim ve boşandım.' (...) Bir hikâye ördüm... hani tam Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi, yani bir sürü meşakkatli bir şeylerden geçilmiş... kendi kendimin kahramanı ilan ettim kendimi."
Sadakatsiz Aşklar
İletişim Yayınları, Willy Pasini'nin duygusal ilişkilerde yaşanan sadakatsizliği doğuran sebepleri ve ortamı incelediği çalışması Sadakatsiz Aşklar'ı okurla buluşturuyor. Aldatma ve ihanet olarak da adlandırılan sadakatsizliğin bencilce bir zevk mi ya da ahlâka meydan okumak mı olduğu ikileminden yola çıkan Pasini, sadakatsizliği bireyin psikolojisiyle ilişkisinden, günümüz teknolojisi ile arasındaki bağa kadar birçok nokta üzerinden değerlendirirken, durumun bir "panzehiri" olup olmadığını da sorguluyor. Alanında uzman bir psikiyatristten önemli bir çalışma…
Sevgi Soysal'ın TRT günleri: Venüslü Kadınların Serüvenleri
Sadakatsizlik, aldatma ya da ihanet... adına ne dersek diyelim, her zaman merak uyandıran ama aynı zamanda ürpertici, dahası yakıcı bir konu. Oysa aldatılma ve günün birinde aldatma ihtimalinin olmadığı ilişki yoktur. Sevmek, aynı zamanda bu riski almak demek değil midir? Günümüzde iki insanı birlikte olmaya itenin, çoğu zaman güçlü bir duygusal bağ kurma umudu olduğu ve evliliğin güvenlik duygusu veren bir "barınak" işlevi üstlendiği düşünülürse, sadakatsizliğin çift hayatına karşı büyük bir tehdit oluşturduğu muhakkak. Güvenlik duygusu temel bir ihtiyaçsa, çiftleri sadakatsizliğe sürükleyen nedir o halde? İkili bir ilişkinin başına gelebilecek en büyük badire midir sadakatsizlik? Bencilce peşinden gidilen bir zevk midir, yoksa geleneksel ahlâka meydan okumanın bir yolu mu? Bugün eskiye göre daha mı çok insan eşlerini aldatıyor, yoksa gelişen iletişim teknolojileri sayesinde ihanetler daha mı fazla ortaya çıkıyor? Aldatma kişinin hangi psikolojik ihtiyaçlarını gideriyor? Aldatmaya ve aldatılmaya yatkın kişiliklerden söz edilebilir mi? Hepsinden önemlisi: Sadakatsizliğin panzehiri var mıdır?
Psikiyatrist ve seksolog Willy Pasini, Sadakatsiz Aşklar'da okuru sadakatsizliğin kalbine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Günümüzün akışkanlık ve geçicilik üzerine kurulu yaşam tarzının, ayrıca git gide erotik imgelerle kuşatılan dünyamızın aldatmaya nasıl zemin hazırladığını, rahat bir dille ve renkli örneklerle ele alıyor. Aldatmanın, çiftlerin hayatında nasıl bir yer tuttuğunu anlamak isteyenler için aydınlatıcı bir kaynak...
Michael
İletişim Yayınları, 2004 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Elfriede Jelinek'in Michael adlı romanını yayımlıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Avrupa toplumunun savaşın yarattığı duygulardan kaçma isteğinin peşinde yaşadığı olumsuzlukları anlatan Jelinek "gençlik romanı" türünün coşkulu ve ümit dolu geleneğinden faydalanırken, ekran karşısında yetişmekte olan nesle dair endişelerini nefes nefese bir anlatı halinde okurlara sunuyor.
Mustafa Çiftci ve Tanıl Bora'dan "Yengeler Cumhuriyeti"
Nobel Edebiyat Ödüllü Elfriede Jelinek, erken dönem romanı Michael'de savaş sonrası ortaya çıkan kitlesel medyanın muzip dilli bir eleştirisini yapıyor.
Jelinek, Michael'de "gençlik romanı" türünün coşkulu ve ümit dolu geleneğinden faydalanırken, ekran karşısında yetişmekte olan nesle dair endişelerini nefes nefese bir anlatı halinde okurlara sunuyor. Romanda, İkinci Dünya Savaşı sonrasında zenginleşen Avrupa'da, özellikle de savaşın travmalarından kaçmaya hazır bir kuşak içinde yaygınlaşan yarım ve yanlış bilinç, televizyonu kılavuz olarak kabul eden toplumun histerisi ve ortaya çıkan insanın düşünce biçimleri masaya yatırılıyor. Jelinek, ekranın iki yanını postmodern bir anlatıda sentezliyor, günlük konuşmayla televizyon ve radyoya ait kalıplar arasında ustaca geçişler yapıyor ve bir sonraki dönemeçte kayıtsız cinnetlerin olduğu yeni dünyayı gözünü ayırmadan, tüm karanlığı ve karamsarlığıyla anlatıyor.
"Jelinek'in eserlerinin müstesnalığı, seçtiği konuların siyasi çarpıcılığı ve metinlerinin yıkıcı estetik gücünden gelir… Başkalarının sözlerini, rastgele deyişleri, edebiyatı, teorik tartışmaları parçalarına ayırarak, bir yandan çürütücü ve ayrıştırıcı etkiye sahipken, bir o kadar da yapıcı bir metinsel ağ içinde harmanlamayı başarıyor." Dagmar von Hoff
Federico Sánchez'in Özyaşamöyküsü
İletişim Yayınları, Jorge Semprún tarafından kaleme alınan Federico Sánchez'in Özyaşamöyküsü'nü yayımlıyor. Komünist parti militanı olarak Federico Sanchez takma adıyla geçirdiği yılları edebi bir dille anlatan Jorge Semprún, İspanya Komünist Partisi'nin yöneticilerini ve temsil ettikleri sosyalizm anlayışını eleştirirken aynı zamanda 20. yüzyılın sosyalizm deneyimine dair unuttuklarımızı hatırlatıyor, bilmediklerimizi açığa çıkarıyor. Kerem Ünüvar'ın önsöz ve sonsözüyle zenginleşen metin, edebiyatın gücüne bir kez daha inanmamızı sağlayacak…
'Demokraside Halk Her Zaman Egemendir (Yalan!)'
Federico Sánchez'in Özyaşamöyküsü, 20. yüzyıla özgü Komünist Parti ideolojisi ve yaşam tarzının belirlediği bir hayata dair çarpıcı bir anlatı.
Jorge Semprún'un gerçek hayatının bir dönemine, yani yasa dışı Federico Sánchez olduğu döneme ait hatıraları, sadece sıradan bir yaşam öyküsüne değil, aynı zamanda dünyayı ve sosyalizmi yalnızca Parti'nin doğrularından ve çeşitli buyruklarından ibaret zanneden bir anlayışa ışık tutar. İspanya Komünist Partisi'nin gayri resmî tarihini, kendini feda etmeye hazır militanları, reelpolitiğe sığınmış yöneticileri, bir değil binlerce Stalin üreten totaliter bir sosyalizm anlayışını bir edebiyatçı duyarlılığıyla eleştiren Semprún'un meydan okuyuşu kişisel olduğu kadar kolektif siyasal hafızayı da tazeleyici niteliktedir. Federico Sánchez'in Özyaşamöyküsü doğruları ve yanlışları, kazanımları ve kayıplarıyla 20. yüzyıl sosyalizm deneyimine dair dürüst bir tanıklık.
"Semprún'un yapıtları 20. yüzyılın dehşet verici kesitlerine dair en kusursuz tanıklıklardan biridir ve Semprún bütün Avrupa'da en zorlu hakikatleri araştırma gereğinde ısrar eden bir entelektüel olarak tanınır." Michael Eaud
Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı?
Figen Şakacı'nın Bitirgen ile başlayıp Pala Hayriye ile devam eden üçlemesinin son kitabı Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı?, İletişim Yayınları tarafından okurların beğenisine sunuluyor.
Arka kapaktan:
"Yarattığı roman diliyle kendi kitlesini oluşturan Figen Şakacı, Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı?'da okurunu aşkların, yenilgilerin, neşeli kahkahaların peşinde unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. Tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz bir metin…
Usul usul çoğalan hüzün. Hayriye'yi arayan Rüya. Yüzleşmeler, eksik kalan mevsimler, pencere önündeki koltuk, yangınlar, çaresiz kaynaşmalar… Kısacık aşkları şehrin."