İşgal altında bir İstanbul'un bohem kahramanlarının peşinde: Hercümerç
Müzik yazarı Ogan Güner, ilk romanı Hercümerç ile edebiyat dünyasına girdi. Hercümerç, işgal yıllarındaki İstanbul’da, gizemli komiser Hayri’nin hikayesini anlatıyor. Hayri zor bir görev üstleniyor, feminist sevgilisi Asude, ihtilal tüccarı Parvus ve Dersaadet’in bohemleri de ona eşlik ediyor. Biraz tarih biraz kurmaca…
Yüz yıl öncenin İstanbul’unu hayal edin. İşgal altında bir İstanbul. İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin gelişi, şehrin sakinlerini “esaret” tehdidiyle tanıştırmış. Sakinleriyle, müziğiyle, diliyle, bayramlarıyla kozmopolit bir şehir bu. Şehre gece çöktüğünde Galata’nın arka sokaklarında bambaşka bir hayat yaşanıyor; Dersaadet’in bohemleri afyonevleri ve meyhanelerde günün efkarını dağıtıp, saadete kapı aralıyor.
Roll dergisindeki yazıları ve çevirileriyle tanıdığımız Ogan Güner, ilk romanı Hercümerç’te, arka planda işgal yıllarını işlerken, komiser Hayri’nin düzeni korumaktan düzeni sarsmaya giden yolculuğunu anlatıyor.
Dikbaşlılar: Bilimi ve Dünyayı Değiştiren 52 Kadın
Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri
Kahramanımız Hayri, şehrin asayişinden sorumlu, zeki ve soğukkanlı bir komiser, geçmişi gizem, geleceği bilinmezlerle dolu. Nişanlısı Asude dönemin modern ruhunu taşıyan bir feminist; topluma kafa tutuyor, dergi çıkarıyor ve kalıplara meydan okuyor. Parvus, ihtilalin ticaretini yapan bir Marksist; tarihe yön vermeye çalışıyor. Gizli görev üstlenen Hayri, feminist nişanlısı Asude, sansasyonel ilişkilerin odağındaki Parvus ve Pera’nın adı bilinmeyen kahramanlarıyla dolu bir yola adım atıyor… Tarih ile kurmaca arasında gezinen Güner, cnnturk.com’un Hercümerç ile ilgili sorularını yanıtladı.
Bir İstanbul hayali değil “Hayali bir İstanbul” diyorsun. Bu bir dönem kitabı değil mi?
Hayali bir İstanbul diyorum çünkü o dönemin İstanbul'unun gerçekliğini yakalamak beyhude bir çaba olurdu. Yakalasan da hikâyeye ayrı bir boyut katar mı emin değilim. Dönem romanı biraz çetrefil bir tanım. Bir hikâye belli bir dönemde geçiyor diye dönem romanı etiketini taşıması gerekmiyor bence. Dönemin benim için çekici tarafı hakim olan cereyanlardı daha çok. Dönemi madden yeniden yaratmaktansa anlatmak istediğim hikâyenin içinde hayali bir İstanbul yaratmaya çalıştım.
İstanbul’un 100 yıl önceki halini görmüş gibisin. Boğaz’da köprülerin, ufukta gökdelenlerin olmadığı bir İstanbul’u nasıl canlandırdın gözünde?
2118 yılında geçen bir hikâye için bir İstanbul tasvir etmekle 1918 yılındaki İstanbul'u tasvir etmek arasında pek bir fark yok bence. Her iki durumda da kurgusal bir şehir kurmak zorundasın. Şehir hikâyeye, hikâye de şehre hizmet edecek. İlk soruya geri dönmek gerekirse fütürist bir kitap ile "dönem kitabı" arasında çok fark yok sanki.
Peki ya dil? Şehir gibi dil de değişti, bir anda kafeşantanlar, redingotlar çıktı ortaya. Mütareke yıllarının Türkçesi’ne nasıl döndün?
Dil de şehir tasvirinden farklı değil. Mütareke yıllarının Türkçesinin peşine düşmedim, bu da beyhude bir çaba olurdu. Böyle bir şey yazmak benim harcım değil. Naftalinlenmiş ama yine de aşina olduğumuz kelimeleri cımbızlayarak kullandım. Ses ve çağrışım olarak daha zengin olduğunu ve karakterlerin dünyaya bakışını daha iyi yansıttığını düşündüğüm kelimeleri kullandım. Ama romanın dilinin sonuç olarak güncel bir dil olduğunu düşünüyorum. Bu da kasıtlı bir seçimdi. Kitabın bugünden yazıldığının belli olması gerekiyordu. Dönemin dilini kitabın bütününde hâkim kılmak suni bir dille sonuçlanırdı.
Sadece Türkçe de değil, Ermenice, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Rumca… Bu arada alıntı veya diyalogların hiçbiri Türkçeye çevrilmemiş. Romana renk katmış ama okur olarak Türkçesini bulmaya alışkınız, neden çevirmedin yabancı dildeki ifadeleri?
Çünkü kozmopolit bir şehirde geçiyor hikâye. Bin bir dilin birbirine karıştığı bir liman şehri İstanbul. Bugünden çok daha fazla küresel bir şehir. Bazı karakterler kendilerini ifade ederken Fransızca şiirleri tercih ediyorlar, çünkü o karakterlerin kumaşı oralara daha yakın. O yüzden Baudelaire şiiri dökülüyor ağızlarından. Bunları çevirmedim evet, çünkü bir romanın altında dipnotların olması bence olmamasından daha ukalaca olurdu. Sonuçta bu alıntıların Türkçesini bilmemek hikâyenin gidişatında kritik denebilecek farklılıklara neden olmuyor. Dahası artık Google var. Merak eden okuyucu bu alıntıların birkaç kelimesini Google'a girdiğinde hem orijinaline hem de Türkçesine erişebilir. Romanın Facebook'taki sayfasında da peyderpey paylaşıyorum bu alıntıları ve Türkçesini hatta şarkılaşmış hallerini.
Hayri düzen koruyuculuğundan düzen karşıtlığına doğru giden bir kahraman. Çok keskin bir dönüşüm değil mi?
Hercümerç diye tarif ettiğim bu tür araf zamanlarda çizgilerin iyice silikleşmesi hikâyenin temel dinamiklerinden biriydi. Bütün olarak bakıldığında bir mütareke dönemi hikâyesi de sayılmaz bu, çünkü mütarekenin ilk birkaç ayında geçiyor, mütarekenin tamamını kapsamıyor. Bu da benim açımdan bilinçli bir seçimdi. Belirsizliğin doruk noktasında olduğu bu ilk ayların çizgilerin belirsizleşmesine imkân sağlayacağını düşündüm. Ve karakterlerin toplumsal veya ideolojik aidiyetleriyle değil de birey olarak özgürleşeceklerini, hatta gemi azıya alacaklarını hayal ettim. Ondan sonra yapmam gereken karakterleri takip etmekti. Onlar kaçtı ben kovaladım.
Hayri için “Kendi bahçemizde yetişmiş bir Sherlock Holmes” diyorsun. Türk edebiyatında bu “yerli Sherlock Holmes” profili seviliyor mu?
Klasik polisiyenin Türk edebiyatında bir yeri var elbette. Kemal Tahir'in Mike Hammer romanları üretmiş olması da bir tesadüf değil bence. Agatha Christie'yi de unutmamak lazım tabii. Aslında Sherlock Holmes, Miss Marple, Poirot gibi karakterler rasyonelliği temsil eden karakterler. Hayri için bu benzetmeyi yapan yazar olarak ben değilim aslında, Ziya Bey. Sherlock Holmes'a daha yakın olan kendisi. Hikâyenin gidişatı ise Ziya Bey'i yalanlıyor. Hayri daha karanlık, daha irrasyonel sokaklarda gezinen bir karaktere dönüşüyor.
Asude ve “kızkardeşleri” bugünden bakınca epey öncü ve cesur görünüyorlar. O yıllardaki kadın hareketine, “Devr-i Kadın” dergisine, dergide dönen tartışmalara bakınca sen de böyle düşünüyor musun?
Belki de o dönemin kadınları bugünkülerden daha öncü ve cesurdu. Bugün birçok açıdan geçmişten daha az cesur değil mi?
Zamanın hep ileri doğru gittiğini düşünüyoruz. Hercümerç’i okuyup da o kozmopolit ve eğlenceli hayatı görünce emin olamıyorum. Yoksa bazen geriye doğru mu gidiyor?
Lineer değil de helezonik bir şekilde aktığını da hayal edebiliriz zamanın. İleri ve geri çok mekanik ve dar kavramlar. Birçok farklı zamanın aynı anda iç içe geçerek yaşandığı bir zaman algısı bana daha ilham verici geliyor. Romanın bir yerinde Yakup bu zaman algısıyla ilgili bir şeyler anlatıyor aslında. Adam bildiğimiz kuantumdan bahsediyor.
Çok dilli olduğu kadar müzikli de bir kitap bu. Hem romana işlemişsin bu sesleri, hem romana ses veren müziklerden Spotify’da bir liste oluşturmuşsun. Murakami’nin çalma listelerini biliyordum ama bunu ilk kez gördüm. Nereden geldi aklına?
Bir atmosfer yaratırken müziği de işin içine katmamak mümkün mü? Yazarken bulduğum, dinlediğim şarkıları bir kenara atmıştım. Sonrasında bunları bir playlist halinde açtım. Spotify'da "hercümerç" diye arandığında bulunabilir.
Hercümerç,
Ogan Güner,
Bilim ve Gelecek Yayınları,
Ocak 2018, 384 sayfa