"İlginç hiçbir yanım yok" diyordu ama...
Fransız filozof Michel Foucault, üzerindeki akademik ve popüler ilgiyi hiçbir zaman yitirmeyen isimlerden birisi. Ayrınt Yayınları, filozofun, Didier Eribon tarafından yazılan biyografisini yayınladı.
Fransız filozof Michel Foucault, üzerindeki akademik ve popüler ilgiyi hiçbir zaman yitirmeyen isimlerden birisi. Bunda da iktidar ile özne yaratım süreçlerine ilişkin yazdıklarının ya da "iktidarın gözünün" yaşamımızda gittikçe daha çok görünüm ve etkinlik kazanmasının etkisi olsa gerek. Türkiye'de de son dönemde Cogito dergisinin adına çıkardığı özel sayı ile Boğaziçi Üniversitesi'nden çıkan İran üzerine yazılarının ardından, Foucault'nun eserlerini Türkiyeli okura ulaştıran yayınevi denilebilecek Ayrıntı, filozofun, Didier Eribon tarafından yazılan biyografisini yayınladı.
Ayrıntı'nın okurla buluşturduğu bir diğer dikkat çekici eser ise, 12. yüzyıl İslam düşünürü İbni Arabi ve Fransız filozof Jack Derrida ya da tasavvuf ve yapısöküm arasında bir karşılaştırmayı içeren kitabı... Ayrıntı ayrıca, 2007 yılında kaybettiğimiz Türk edebiyatının usta kalemi Erhan Bener'in bütün eserlerinin yayımına da "Kedi ve Ölüm" ve "Acemiler" ile başladı.
Michel Foucault
Michel Foucault Arka Kapak Yazısı:
1984 yılında, genç denebilecek bir yaşta, 58 yaşında öldüğünde, Michel Foucault 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Özellikle sık sık ziyaret ettiği Amerika Birleşik Devletleri'nde seçkin tarihçilerin baş tacı ettiği Foucault, savunduğu tezleri ve yaptığı kapsamlı çalışmalarıyla, günümüzde de halen pek çok tartışmayı ateşlemektedir. Liberal düşünceyi ve gelenekçi ve tutucu Marksist yaklaşımları reddeden düşünür, çağdaş entelektüelin bir modeli haline gelmiştir.
Her ne kadar kendisi hakkında pek konuşmamış ve yazmamış, hatta bizatihi "ilginç hiçbir yanının bulunmadığını" söylemişse de, Didier Eribon elinizdeki kitabıyla onun bu iddiasının pek de doğru olmadığını gösteriyor. Bir gazeteci olarak, Foucault'yu ölümünden çok önce tanıyan Eriborn, Foucault'yla yapılan sayısız görüşmeyi annesi, öğretmenleri, sınıf arkadaşları, Simone Signoret ve Yves Montand gibi eylem arkadaşları dahil olmak üzere, onun en yakınlarının anlatımlarıyla harmanlayarak zevkle okunan bir kitap kaleme almış.
Michel Foucault, dünyanın tanıdığı bu sıra dışı filozof, eylemci, hayat insanı kimdi? 1950'lerin sonunda De Gaulle'cü diplomatlarla dostluk kuran genç kültür ateşesi, 1960'ların ortasında yapısalcılığın öncülerinden biri olarak Fransız düşüncesinin yeni yıldızı, Mayıs 1968'de öğrenci ayaklanmaları Fransa'yı ve De Gaulle'cülüğü sarsarken sıkı bir solcu ve Maocu olan Foucault tüm bu süreçte aynı zamanda, akademi dünyasının en üst basamaklarına tırmanıyordu. Bu kitap, olağanüstü bir entelektüelin yaşam yolculuğunun izini sürmekle kalmıyor, II. Dünya Savaşı'ndan günümüze, Fransa'nın kültürel, politik ve entelektüel hayatını da son derece iyi bir şekilde özetliyor.
İbni Arabi ve Derrida
Tasavvuf ve Yapısöküm
İnceleme, Orhan Pamuk'un Kara Kitap adlı romanından bir alıntıyla başlıyor: "O ara biri 'en büyük egzistansiyalist'in İbni Arabî olduğunu, Batı'dakilerin yedi yüz yıl sonra, yalnızca ondan çalıp çırpıp taklit ettiğini yazmıştı."
Bugün Batı'da Herakleitos ve Augustine'den Aquinas'a, varoluşçuluğun öncüleri sayılabilecek şahsiyetler güncelliklerini korurken, Pamuk, Doğu'daki İslamcı/milliyetçi odakların, Batı'nın temelleri üzerindeki hak iddialarına bir örnek olarak İbni Arabî'yi kullanmaktadır. Modern kültürü ve yüzyılların bütün düşüncelerini tek bir kültürel kaynak adına yeniden kendilerine mal eden birçok eleştirmendeki bilindik yerel içgüdüleri, parodileştirme yoluyla ifade etmektedir Pamuk. Arabî'nin Dante'nin İlahi Komedya'sı üzerindeki iddia edilen etkisi, birçok hüsnükuruntu tadındaki hermenötik arasından bir örnek olarak alıntılanmıştır.
Ama bu kitap, Pamuk'un şakasındaki gibi, İbni Arabî'nin tüm zamanların varoluşçusu ya da postyapısalcısı olduğunu iddia etmek yerine, tasavvufu ve yapısökümü anlamayı amaçlıyor. Benjamin'in bir kavramını istismar ederek kullanırsak, farklı parçaların aynıya, yani kırılmış bir çömleğe, aidiyetini hatırlama arzusudur bu çalışma.
İncelenen metinlerin kökleri arasında 800 yıl gibi bir zaman farklılığı ve büyük bir coğrafi uzaklık bulunmaktadır. Bu çalışmanın niyeti bir 13. yüzyıl mutasavvıfını bir postmodern teorisyene çevirmek olmadığı gibi Jacques Derrida'yı da İslâmîleştirmek veya yazılarını İslâmî mistik bir forma dönüştürmek değildir.
İbni Arabî ile Derrida arasındaki ilişki tam olarak nedir? Bir mutasavvıfın kullandığı kelimeler, "gerçekten bir ateist gözüyle bakılan" çağdaş bir Fransız teorisyeninin çalışmalarıyla benzerlik arz edebilir mi? Yapısökümün metaforları, stratejileri ve motifleri bütün anlamlarını tasavvufla bir mukayese bağlamında değiştiriyor mu? İbni Arabî bize Derrida'yı farklı şekilde okumayı öğretebilir mi; ya da Derrida İbni Arabî'yi?
Son dönemlerde tüm dünyada karşılaştırmalı din ve teoloji bölümlerindeki akademisyenler kendi dini geleneklerindeki çeşitli örnekleri Derrida'nın yapısökümcü yazıları için yeniden keşfederken, Georgia State University'de postkolonyal edebiyat teorisi üzerine dersler vermekte olan ve daha önce Türkiye üniversitelerinde de çalışan Ian Almond da, bu kitapta, pek çok soruya yanıt aramakta ve iki ayrı düşünürü karşılaştırmalı olarak ele almaktadır.
Kedi ve Ölüm
Ayrıntı Yayınları, Türkçe edebiyatın usta kalemlerinden, 2007 yılında kaybettiğimiz Erhan Bener'in bütün eserlerini yayımlamaya başlıyor. 1929 yılında Kıbrıs'ta doğan, 1950 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra girdiği Maliye Bakanlığı'nın çeşitli kademelerinde çalışmış, 1975 yılında Emekli Sandığı Genel Müdürü iken kendi isteğiyle emekliye ayrılıp kendini tamamen edebiyata adamıştır.
Erhan Bener uzun yazarlık serüvenine 1953 yılında yayımlanan Acemiler kitabıyla başlamıştı. Ayrıntı Yayınları da Bütün Eserleri'ne aynı kitapla başlamayı uygun bulmuştur. Bener'in 1953 yılında Acemiler'in yayımlanmasıyla başlayan ve Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen'in izlediği verimli ilk edebi döneminin ardından on yıllık bir edebi suskunluk, maliye kitapları yazdığı yoğun mesleki çalışmalar dönemi vardır.
Bener'in ilk dönem romanlarında (Acemiler, Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen) birey- toplum çatışmalarının kaynağına içten bir bakış vardır. Roman kişileri, kendilerini çatışma noktasına getiren nedenleri yine kendileri irdeler.
Kedi ve Ölüm'de ressam Zahit'in ölümüne üç ay vardır. Yaşamı sevmesine, fiziksel düzeyde huzurlu bir yaşam sürmesine rağmen, son noktadan baktığında kendini yaşamamış saymaktadır.
Kedi ve Ölüm'de altmış yaşındaki ressam Zahit İloğlu'nun yaşamının son üç ayı sergilenir. Ressam kanserdir ve hastalığını öğrendikten sonra üç ay boyunca ölümle iç içe yaşar, duygularını ve düşüncelerini kimseyle paylaşmadan iç dünyasında debelenir durur. Okuyucu, sınırlanmış bu zaman süresince geçmişini, kişiliğini ve ölüme adım adım gidişini onun bilincinde izler.
Acemiler
Erhan Bener uzun yazarlık serüvenine 1953 yılında yayımlanan Acemiler kitabıyla başlamıştı. Ayrıntı Yayınları da Bütün Eserleri'ne aynı kitapla başlamayı uygun bulmuş. Bener'in 1953 yılında Acemiler'in yayımlanmasıyla başlayan ve Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen'in izlediği verimli ilk edebi döneminin ardından on yıllık bir edebi suskunluk, maliye kitapları yazdığı yoğun mesleki çalışmalar dönemi vardır.
Bener'in ilk dönem romanlarında (Acemiler, Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen) birey- toplum çatışmalarının kaynağına içten bir bakış vardır. Roman kişileri, kendilerini çatışma noktasına getiren nedenleri yine kendileri irdeler.
Bener, ilk dönem romanlarında (Acemiler, Yalnızlar, Baharla Gelen) insanın varoluş karşısındaki aczinin farkına varışını ve bu nedenle duyduğu varoluş sancılarını yansıtır.