İhaleleri mercek altına aldı: Kayırma Ekonomisi
Esra Çeviker Gürakar, "Kayırma Ekonomisi" adlı kitabında yakın dönem ekonomi politikaları içinde önemli bir yer tutan ihalelerde yaşanan kayırmacılığı mercek altına alıyor.
İletişim Yayınları'nın Araştırma-İnceleme Dizisinden çıkacak olan Esra Çeviker Gürakar'ın "Kayırma Ekonomisi" adlı kitabı 4 Mayıs'ta raflarda olacak. Yayınevi ayrıca; Cafer Solgun'un "90'larda Mahpus Olmak"; Yener Orkunoğlu'nun "Marksizm, Milliyetçilik ve Demokratik Ulus"; Selda Somuncuoğlu çevirdiği Martha C. Nussbaum'un "Yapabilirlikler Yaratmak" ile Attilâ Şenkon'un "Gökkuşağına İki Bilet" adlı romanını ve Mehmet Özgül'ün çevirisiyle Anton Pavloviç Çehov'un öykülerinin 3. cildi "Kırlarda Bir Gün" adlı kitapları da okurla buluşturuyor.
Kayırma Ekonomisi
İletişim Yayınları, Türkiye'nin yakın dönem ekonomi politikaları içinde önemli bir yer tutan ihalelerde yaşanan kayırmacılığın mercek altına alındığı çok önemli bir analizi, Kayırma Ekonomisi başlığıyla okurlara sunuyor. Esra Çeviker Gürakar, sunuşunu Korkut Boratav'ın yaptığı kitabında, yaklaşık 50 bin ihalenin incelenmesiyle oluşturulan verileri kullanarak, AKP döneminde kayırmacılığın nasıl sistematik hale geldiğini gösteriyor.
Devirme teşebbüslerinin tarihi: Padişahı Devirmek
Arka kapak yazısı:
Türkiye ekonomisinde kayırmacılığın belirleyici etkisi, öteden beri tartışılır. Esra Çeviker Gürakar'ın çalışması, kayırmacılığın, AKP iktidarı döneminde kazandığı yapısal niteliği analiz ediyor. Kayırmacılığın bu dönemdeki sistematiğinin "ironik" sayılabilecek yanı, böylesi ilişkileri bertaraf etmeye dönük yapısal reformların sağladığı kurumsal altyapı içinde yeniden üretiliyor olmasıdır. Yaklaşık elli bin kamu ihalesinin verilerine dayanan kitapta, siyasal iktidarla sermaye arasındaki ilişki ağının haritası çıkarılıyor. Bu, bir karşılıklı bağımlılık ağıdır. Devlet-özel sektör ilişkisinin gerek kökleşmiş "geleneği", gerek yeni "muhafazakâr" burjuvazinin oluşum süreciyle iç içe geçen yeni dinamiklerinin ayrıntılı bir tasvirini görüyoruz. Hep "söylenti" ve "söylenme" konusu olan hayatî bir mesele hakkında, somut ve berrak bir analiz.
Kitaptan:
"2001 krizi öncesinde ve içinde Türkiye ekonomisinin yönetimini üstlenmiş olan Dünya Bankası - IMF ikilisi, 1980 sonrasında yaygınlaşan yolsuzluk örneklerini yeterince algılamıştı. Bunalımın yarattığı fırsat, bu alanda yeni bir reformun hayata geçirilmesi için kullanılacaktı. Çözüm, bölüşümü etkileyen alanları siyasî iktidardan bağımsız kılan bir dizi 'özerk kurum'un oluşması içinde arandı. (…) Bu inceleme, AKP iktidarı altında bu çerçevenin bozulmasını, tırpanlanmasını anlatan hazin bir öyküdür. (…) Sonuç, ihale sistemine getirilen reform çerçevesinin, kapsamlı bir kayırmacılığa dönüşmesi olacaktır. Sözü geçen kurumsal reformun mimarları da (Dünya Bankası - IMF ikilisi), projelerinin iflasını sineye çekecek; AKP hükümetleriyle imzalanmış anlaşmaları sürdürecektir." Korkut Boratav
Azınlıkların hikayesi: 'Küçük Asya'dan Türkiye'ye'
90'larda Mahpus Olmak
Cafer Solgun, İletişim Yayınları'ndan çıkan "Demeyin Anama İçerideyim" kitabıyla başlattığı hapishane günlüğünü, Doksanlarda Mahpus Olmak ile sürdürüyor. On yıl boyunca Van, Muş, Diyarbakır, Adıyaman, Antep, Bursa ve Kaman hapishanelerinde yaşadıklarını damıtarak aktaran Solgun, o yılların politik, sosyal ve bireysel açılardan çekilmiş fotoğraflarını sunuyor.
Tutku, arzu ve kaprisleriyle bir Engels biyografisi
Cafer Solgun, 12 Eylül dönemindeki uzun mahpusluğunun ardından, "Kürt sorunu" gündeminin belirleyiciliği altında yaşanan 1990'larda bu "sınavı" bir kez daha göğüslemişti. Solgun bu kitabında, yaklaşık on yıl boyunca Van, Muş, Diyarbakır, Adıyaman, Antep, Bursa ve Kaman hapishanelerinde yaşadıklarını, gözlediklerini, düşündüklerini, hissettiklerini hikâye ediyor. Fonda, dönemin yüklü gündemi…
Arka kapak yazısı:
Bazen "Mahpusluktur, bazen olur… denen türden bir sıkıntı"... Bazen mizah... Bazen gündeliğin öğütücülüğü… Bazen kıyasıya mücadele… Siyasîler ve adliler…
Mahpusluk yaşantısının içinden, genel meselelere dair gözlem ve düşüncelerini de aktarıyor Solgun. Sözgelimi, 'örgüt'ün kendisini 'devlet' yerine koyan bir anlayışla hareket etmesinin" trajikomik sonuçlarını, özgürlüğün gündelik pratikteki anlamını ve daha birçok şeyi tartışıyor. Solgun'un bu kitabı, 80'lerdeki mahpusluk deneyimini aktardığı Demeyin Anama İçerdeyim'le birlikte ele alındığında, 12 Eylül dönemi ile 90'ların koşullarının, hapishane yaşantısı ve ceza infaz rejimi bakımından etkileyici bir mukayesesi.
Kitaptan:
"Naçar, yorgun, hapsedilmiş bir kabına sığmazlık... Bunun için en çok geceleri çöreklenir yüreğine insanın, tüm gerçekliğiyle ve en yoğun bir yaşamak ağrısı... (…) Geceler, elle tutulacak denli somut ve yoğun yaşam zamanlarıdır, tutsakken ve şiirini, şarkılarını, yitik duygularını aramaktayken nafile bir çabayla yüreğinin derin boşluklarında. (…) Gecelerle birlikte bir ömürdür akıp giden, ömürlerdir, güneşli mavi gelecekler aşkına yaşanmış ömürler..."
Marksizm, Milliyetçilik ve Demokratik Ulus
Yener Orkunoğlu, İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabı Marksizm, Milliyetçilik ve Demokratik Ulus'ta, günümüzde "aidiyet krizi"ne bir cevap olarak yeniden serpilen milliyetçi akımlara, Marksist cepheden gelen bakışı değerlendiriyor.
Marksist teori içinden doğan "halkların kardeşliği" vizyonunun demokratik uluslar yaratmak için bir "çare" olabileceğini öne süren Orkunoğlu, önemini kaybetmeyen bu tartışmalara yeni bir bakış açısı kazandırıyor.
Arka kapak yazısı:
İnsan topluluklarının arasına aşılmaz bariyerler kuran bir milliyetçiliğin aşılması gerektiği fikri demokrasi güçlerinin uzunca bir süredir gündeminde. Öte yandan modern toplumların içinde bulunduğu krizi tanımlayan anlam arayışına/anomiye bir yanıt sunduğu düşünülen "aidiyet"in cazibesi beraberinde milliyetçiliğe sıkıca sarılmayı da zaman zaman mümkün kılabiliyor.
Marksizm, Milliyetçilik ve Demokratik Ulus milliyetçilik tartışmalarına odaklanarak ve bunun Marksizm içi tartışmalarda nasıl kavrandığını ortaya koyarak milliyetçiliğin dayandığı ilkeleri gözler önüne serip milliyetçiliğin gücünü kıracak önemli bir tezi, "Demokratik Ulus" tezini ileri sürüyor ve bizi milliyetçilik üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor.
Kitaptan:
"Modern çağın dini olan milliyetçiliğin güçlü olması ve ona karşı ideolojik mücadelenin yavaşlığı, cesaretimizi kırmamalıdır. Milliyetçi ideolojiye karşı mücadeleye girişenler, en küçük başarılardan memnun olmalı, uzun sürecek olan bu mücadelede hem kararlı hem sabırlı olmayı öğrenmelidirler. Kötümser ve iyimser olmak için nedenler vardır. Kötü gelişmeleri görmezden gelmeyen, aydınlatıcı fikir ve eylemlerin değiştirici gücüne inanan iyimser tutum, daha gerçekçi bir yaklaşımdır."
Yapabilirlikler Yaratmak
İletişim Yayınları, ekonomi felsefesi alanındaki yaklaşımıyla adını duyuran, uzun yıllar sahada kalkınma araştırmaları yürüten Martha C. Nussbaum'un kitabı Yapabilirlikler Yaratmak'ı Türkçeye kazandırdı. Nussbaum, "kalkınma"yı yalnızca artan yurtiçi gayri safi hasıladan ibaret gören eski yaklaşımların aksine, bu artışın herkese yansıyıp yansımadığını, eşit paylaşımı sağlamaya yönelik politikalar izlenip izlenmediğini sorgulayan bir yaklaşım benimsiyor. Böylece herkes için imkânların arttığı, "yapabilirlik"lerin mümkün kılındığı bir dünya yaratmanın yolunu tartışıyor.
Arka kapak yazısı:
Günümüz dünyası hâkim kalkınma paradigmasının içine hapsolmuş durumda. Bu kalkınma anlayışında insanlar hesaplanabilir hesaplanması gereken birimler, insan yaşamı ekonomik rasyonalizmin bir nesnesi, insanın en temel ihtiyaçları ise üzerinde pazarlık edilebilir "şey"ler olarak görülüyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de bu paradigmayla koşutluk içerisinde gayri safi yurtiçi hâsıla gibi rakamlara göre belirleniyor; adil bölüşüm, temel ihtiyaçlar, ekonomik ve sosyal adalet, kamusal tartışmanın dışında konumlandırılıp "ideolojik" olmakla eşleştiriliyor. Martha C. Nussbaum elinizde tuttuğunuz bu kitapta, "Yapabilirlik Yaklaşımı" adını verdiği ve bir paradigma değişimini esas alan yaklaşımıyla yalnızca insanlar için değil, tüm canlılar için "yaşanabilir" bir dünya kurabilmenin incelikli arayışını sunuyor.
Kitaptan:
"Kalkınma ve politika dünyasında artık yepyeni bir kuramsal paradigma var. 'İnsani Gelişmişlik' ya da 'Yapabilirlikler Yaklaşımı' olarak adlandırılan bu model çok basit bir soruyla işe başlar: İnsanlar gerçekte neler yapabilir ve ne olabilirler? Önlerinde ne gibi fırsatlar vardır? İnsan hayatı, doğası gereği, birbiriyle ilintili çok sayıda unsurun bir arada incelenmesini gerektirir, bu nedenle basit gibi görünen bu sorular aslında oldukça karmaşıktır. Zaten modeli cazip kılan özelliklerden biri de bu karmaşıklıktır: insan yaşamının ve insani çabanın kendi karmaşıklığına yanıt verecek donanıma sahip yepyeni bir yaklaşım olması. Her halükârda, modelin sorduğu sorularla insanlar günlük hayatlarında sürekli karşı karşıya kalırlar."
Gökkuşağına İki Bilet
Türkçenin en kendine has yazım diline sahip yazarlarından biri, Attilâ Şenkon, İletişim Yayınları'ndan çıkan Gökkuşağına İki Bilet ile yeniden okurun karşısında. Bir Hıdırellez gecesi olanların yaz akşamlarına eklendiği, çocukluğun halet-i ruhiyesinden kalanların her sayfasına sindiği bu roman, okuru kendi içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Arka kapak yazısı:
Mayısın beşini altısına bağlayan o Hıdrellez gecesi, gül ağaçlarının dibinden değişik dilekler topladı Hızır ve İlyas. Kimi yaptığı küçük bir ev maketiyle, kimi çocuğunun oyuncak arabasıyla dile getirmişti sahip olmayı arzuladığı şeyi. Zarla oynanan bir oyunun kâğıt paraları da, bezden dikilmiş bir erkek bebek de ilginçti kuşkusuz. Ama hiçbiri, güllerinin üzerine barut kokusu sinmiş bir bahçede buldukları, kapağında Gökkuşağına İki Bilet yazan el yapımı kitap kadar şaşırtıcı değildi. Hızır ve İlyas iki yıl sonraki Hıdrellez'de, bu kez bir darağacının altında, üç gencin cesediyle karşılaşıncaya dek başka hiçbir şeye bu denli şaşırmadılar.
Pal Sokağı'nda koşuşuyor çocuklar, uçan bir trapezci ta Ay'a seyahat ediyor. İç çekmeler, dillerde ergen yangınlar. Unutulmuş bir yaz akşamında kalan yazılmamış öyküler. Attilâ Şenkon, bir çocukluk şarkısı anlatıyor, babaya mektup, bir gündüz rüyası...
Gökkuşağına İki Bilet, şefkatle geçmişe bakıyor.
Hayat dediğin hatırlamak.
Kırlarda Bir Gün
Modern öykücülüğün mihenk taşı Çehov'un bütün öyküleri serisi, İletişim Yayınları'ndan çıkan Kırlarda Bir Gün ile devam ediyor. Albion'un Kızı ve Yolunu Şaşıranlar'dan sonra yayımlanan bu 3. ciltte Çehov, yine kendine has incelikli ve esprili tarzıyla eşsiz öyküler ortaya koyuyor.
Kırlarda Bir Gün, Çehov'un yazarlığında büyük bir atılım yaşadığı 1886 yılına ait öykülerini derliyor.
Çehov, 1886.
Asıl mesleği olarak gördüğü doktorluğa devam etse de Çehov, 1886 yılında yeteneği edebiyat çevrelerince fark edilmiş bir yazardı. Bu yılda ilk eserlerindeki komik eskizlerden uzaklaşmaya, Peterburgskaya gazeta ve Novoye Vremya gibi prestijli haftalık yayınlara daha uzun öyküler göndermeye başlamıştı. Çehov'un Rus okurunun hafızasında edindiği yeri hiç kaybetmemiş bu esprili ve dokunaklı hikâyeleri, her modern öykücünün borçlu olduğu eşsiz bakışının birer örneğidir.
Rusya'nın orta sınıfını hicveden trajikomik vinyetlerin yazarın ilk deneysel çalışmaları ile yan yana geldiği Kırlarda Bir Gün, Çehov'un benzersiz dehasını ve ince bakışını sergiliyor.