'Heretik eşek'in sosyal bilim yükü
Adı "sapkın", "meczup" ve "zındık"a gönderme taşıyan Heretik Yayınları, tarihsel bir itirazın bugünde devamı olma iddiasında. Türkiye'deki entelektüel üretime bir itirazla ortaya çıkan Heretik'in simgesi ise, gözleriyle, anırmasıyla ve nice meziyetiyle egemen ezberleri bozucu bir gücü temsil eden bir eşek. Levent Ünsaldı'nın genel yayın yönetmenliğini yürüttüğü Heretik, Pierre Bourdieu, Erving Goffman, Thorstein Veblen, Howard S. Becker, Harold Garfinkel, Barrington Moore, Herbert Marcuse, Robert E. Park gibi nice sosyal bilimciyi Türkçe okurla buluşturdu.
“Eleştiri çatlaklardan sızar”. Bu slogan, 2012'nin Ankarası'nda memleketteki entelektüel üretime bir itirazla doğan Heretik Yayınları'na ait. Manifestosu'nda anlattığı, "İnsanlığın bütün sosyal varoluş alanlarının piyasa-meta etrafında şekillendirilmek istendiği" bir ortama gözlerini açan Heretik, kendi cephesinden, hayata soluk olmak, soluk aldırmak amacını taşıyor.
"Sapkın', 'meczup' ve 'zındık'a bir gönderme olarak..."
Tarih boyunca dile getirilmiş bir itirazın bugündeki devamı ve ifade biçimlerinden biri olma iddiasındaki Heretik, ismini de tam bu nedenle seçti: "Yayınevinin ismi olarak Heretik seçilmesinin nedeni de bu yüzden tesadüfî değildir. Çünkü heretiklik her dönemin egemen düşüncesine ve dogmatik inancına itiraz etme biçimlerinin sıfatı olmuştur. Bundan dolayı egemenlerin dinsel inancında ve özellikle de Ortaçağın engizisyonunca 'sapkın', 'meczup', 'zındık' gibi damgalamalara maruz kalmıştır. Ama aynı zamanda insanlık tarihinin mücadele dolu serüveninde farklı coğrafyalardaki ezilenlerin, dışta kalanların, ötekilerin sesidir de heretik. Bugün ise, Kapitalizmin artık tüm dünyanın egemen miti haline dönüştürdüğü piyasa inanıca itirazın adıdır."
Simgesi neden eşek?
Heretik'in simgesi ise bir eşek. Simge olarak eşeğin seçilmesi ise Manifesto'da şöyle açıklanıyor: "Eşeğin hiciv unsuru olarak edebiyatta yer almasını hesaba kattığımızda Heretik, kendi eşeği ile hem yayın dünyasının hegemonik doğasına dair bir itirazı hem de bilginin soğuk yüzüne bir tebessüm yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Keza eşek, Anadolu toprağının en has sahiplerindendir. Bu yüzden edebiyatta Harnamelere konu olduğu kadar felsefede de filozof hayvanlığa kadar terfi etmeyi başarabilmiştir. Kısacası düşündürtmeyi bilen bir hayvandır. Heretik’in eşeği gerek yayın alanındaki tekelci yapılaşmaya gerekse gündelik hayatın sıradanlığındaki her türlü örtük veya açık tahakküm ilişkisine itiraz eden bir eşektir. Genel duruşuyla, gözleriyle, çıkardığı dille, anırmasıyla ve daha nice meziyeti ile egemen ezberleri rahatsız edici ve de bozucu bir gücü temsil etmek ister gibidir. Tarihte saklı itirazların mirasını piyasa toplumunda yeni bir epistemolojiye taşımak istediği için rengi de siyah ve kırmızıdır. Rahatsız etmenin, alternatif geliştirmenin yarattığı yükün ancak bir eşek tarafından taşınabileceğini de belirtelim. Bu yüzden Heretik, günümüzün tüm olumsuz belirlenmişliklerine rağmen bilginin hamallığını, yani eşekliğini yapmaktadır."
Can Yücel'den mülhem "Türkçe söylemek"
Heretik'in bir aykırılığı daha var. O da çeviri yerine "Türkçe söylemek" deyimini kullanıyor. Çeviri ya da "Türkçe Söylemek"in bir dilden diğerine fikir aktarma faaliyeti olduğuna işaret eden Heretik, bu kullanımının nedenini ise şöyle açıklıyor: "Kelimeler kesinlikle tali öğeler değildir; gösterendir, var edendir veya var olan üzerinde uzlaşımı sağlayandır. Dolayısıyla temsil edilebilir veya gözlemlenebilir olan, görgül veya imgesel olan her şey az çok sözcük ve şey, isim ve nesnedir eş zamanlı olarak. Bu bağlamda dil, bir toplumun idrak tasnif ve kıymetlendirme kategorilerinin kelimelerdeki tezahürüdür. Dolayısıyla bir aktarma faaliyetinde aktarılan devasa bir zihniyettir. Bu zihniyetin bazı öğeleri, kategorileri, anlamlandırma şemaları, başka bir dilde tam anlamıyla mevcut olmayabilir. Her kelimenin kendisi devasa bir sosyal teoridir. Yeniden yazma faaliyeti bu bağlamda, salt biçimsel bir ikame ediş değildir; bir kelimeyi başka bir kelimeyle karşılamanın ötesinde, bir idrak kategorisini başka bir dilin başka bir idrak kategorisi nazarında var etmektir, 'duyulur-okunur-anlaşılır' hale getirmektir. Büyük üstat Can Yücel’in Shakespeare aktarımlarında kullandığı ve bizim de ödünç almakta tereddüt etmediğimiz, o harikulade 'Türkçe söyleyen' ibaresinin tam olarak altını çizdiği de budur."
Levent Ünsaldı'nın Genel Yayın Yönetmenliği'ni yaptığı Heretik eşek bugüne kadar Pierre Bourdieu, Erving Goffman, Thorstein Bunde Veblen, Howard S. Becker, Harold Garfinkel, Arthur Asa Berger, Robert Paul Wolff, Barrington Moore, Herbert Marcuse, Robert E. Park ve Ernest W. Burgess'in de aralarında yer aldığı pek çok sosyal bilimcinin kuram ve araştırmalarını okurla buluşturdu. İşte Heretik eşeğin sırtında taşıdığı bilgi yükü:
Sosyoloji Meseleleri
"Bourdieu sosyolojisine giriş” dersini Bourdieu’nün kendisinden almak daha makul olmaz mı? “Sosyoloji Meseleleri”, ustanın kendisi tarafından bu türden bir amaçla hazırlanmış bir kaynak eser; muhtelif meselelere ilişkin olarak çeşitli yerlerde yaptığı sözlü ve yazılı müdahalelerin gayet zengin ve zihin açıcı bir derlemesi.
Bourdieu burada, spordan modaya, oradan da beğeni, müzik veya dil meselelerine kadar, birbiriyle ilk bakışta bağlantısız gibi görünen sorunsallar çerçevesinde, sermaye, alan veya habitus gibi temel kavramlarının kısa ve öz bir açıklamasını sunuyor, bunların nasıl işe koşulabileceğini ve ne derece güçlü analitik araçlar olabileceklerini gayet pedagojik ve akıcı bir dille gözler önüne seriyor.
Bunun yanı sıra, kamuoyu veya grev gibi meseleler üzerinden siyasal eylemi tartışmaktan ve siyaset-kültür ilişkisi üzerine ezber bozucu bir okuma yapmaktan da geri kalmıyor.
Son olarak ise, eleştirel ve düşünümsel projeksiyonunu bizzat entelektüellere çeviriyor ve buradan hareketle de gerek bir disiplin olarak sosyolojiyi gerekse de bu disiplinin pratisyenleri olarak sosyologları mercek altına yatırıyor. Kısacası, Bourdieu’nün bizzat kendisinden gayet akıcı ve zihin açıcı sosyoloji dersleri…
Sosyoloji Meseleleri
Pierre Bourdieu
Türkçe söyleyenler: Filiz Öztürk, Büşra Uçar, Mustafa Gültekin, Aslı Sümer
Ayrım
Pierre Bourdieu’nün Fransa’da 1979’da yayınlanan ve çok kapsamlı gözlem verilerine dayanan temel çalışması Ayrım kuşkusuz ki günümüz sosyal bilimler alanı açısından çağdaş bir klasik niteliğinde.
Sınıfsal perspektif ile kültürel analizi bir araya getiren ve sınıfsal tahakkümün kültürel mekanizmalarını ifşaya soyunan eserin ayırt edici vasfı, sınıf mücadelesinin gizil bir boyutuna, kültürel tüketimin çok değişkenli ve müphem karakterine odaklanması.
Bu sayede Bourdieu, en yoğun olarak Kant’tan bu yana felsefe tarihinin en muamma sorularından birine, beğeni yargısının kökeni ve işleyişi sorusuna sosyo-tarihsel ve ampirik bir cevap vermeye çalışıyor. Ayrım bu özelliklerinin yanında Bourdieu’nün merkezi kavramlarının (alan, habitus ve sermaye) kullanımının paradigmatik bir resmi de ayrıca.
Bourdieu’nün tilmizi L. Wacquant’ın deyişiyle sınıf incelemeleri açısından “Kopernik devrimi tadındaki” bu çalışmanın yayınlanmasının, Türkiye sosyal bilimler alanındaki sınıf incelemeleri sahasına yeni bir soluk getirmesi amaçlanıyor.
Ayrım: Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi
Pierre Bourdieu
Çevirenler: Derya Fırat Şannan, Ayşe Günce Berkkurt
Dünyanın Sefaleti
1990’lı yılların başlarından itibaren 3 yıl boyunca, Bourdieu’nün yönetiminde bir araştırma ekibi, toplumsal sefaletin çağdaş veçhelerinin izinde Fransa’yı boydan boya arşınlar. Amaç, neoliberal kasırga altında acı çeken Fransa’yı konuşturmak, şimdiye dek söz hakkı tanınmamışlara bu hakkı vermektir. Mekânlar, insanlar ve yaşam kesitleri, “dillendirilmemiş-dillendirilemeyen” ortak bir toplumsal ızdırabın tanıkları olarak arz-ı endam ederler: banliyöler, kenar mahalleler, göçmenler, gençler, işçiler, sendikalar, memurlar, esnaflar, polisler, öğretmenler, yargı mensupları, öğrenciler, emekliler, işsizler, çiftçiler…
Sosyolog burada artık bir ebedir; ezilene giderek, onu dinleyerek toplumsal sefaleti doğurtacak ve bunu kolektif bir “yüzleşme” (acıyı kusturma) seansına tahvil edecek olan odur. Mülakatın kendisi, özellikle de yürütülüş biçimi, tüm bu tahakküm kırıcı “müşterek psikanalizin” merkezinde yer alır.
Bourdieu, bilinen tüm standart yöntemleri, sosyoloji derslerinde anlatılabilecek türden yöntemsel “zırvaları”, sıradan yöntem kitaplarının kuru ve anlamsız tasniflerini unutun der gibidir: Yakın yöntem kitaplarını! Sanki bilimin o alışılagelen karmaşık ve mesafeli dili; sosyoloğun, sözcüsü olmaya soyunduğu o insanların ızdırabını içinde hissetmesinde ve bu duyguyu, öfke ve isyanı olabildiğince sadık biçimde aktarmasında yetersiz kalacakmış gibi… Yalın ve dolayımsız “gerçeklik”: Sefalet! Başka bir sosyoloji pratiği, başka bir Bourdieu…
Dünyanın Sefaleti
Pierre Bourdieu
Türkçe söyleyenler: Levent Ünsaldı, Aslı Sümer, Hatice Esra Mescioğlu, Özlem İlyas, Laçin Tutalar, Baran Öztürk, Zeynep Baykal, Özlem Akkaya
Vârisler
Eğitimin toplumsal hareketliliği sağlayan başlıca etmenlerden biri olduğu savı, bugün, ortak kanının değişmez unsurlarından biri olarak kendini kabul ettirmiş gibidir. Bu idealden “sapma” olarak eğitime erişimdeki eşitsizlikler ise, ya olması doğal ancak elden geldiğince düzeltilebilecek ekonomik eşitsizlikler ya da olması en az diğeri kadar doğal ancak düzeltilmesi o kadar da kolay olmayan “kişisel yetenek” farklılıkları çerçevesinde kavranılır.
Bourdieu ve Passeron’un elinizdeki kitaptaki müdahalesi tam da bu iki argüman düzeyinde şekillenir. Mevcut hâliyle okulun toplumsal hareketlilik unsuru olduğu iddiası bir yanılsama, hatta bir ideolojidir, der ikili. Zira eğitimin “kişisel yeteneğe” dönüştürdüğü nitelikler, öğrencide aradığı vasıflar, kazandırmayı hedeflediği kabiliyetler, esasında, bazı imtiyazlı sınıfların kültür karşısındaki imtiyazlarının “doğallaştırılmış” “mutlaklaştırılmış” halleridir.
Eğer böyleyse, diye ekler Bourdieu ve Passeron, sadece ekonomik eşitsizliklere yönelmiş bir tahlil, kültürel mirasın ve kültür karşısındaki eşitsizliklerin merkezî önemini ıskalamakla kalmaz, bunları görmezden gelerek veya yok sayarak sistemin idamesine de hizmet eder. Zira sosyal imtiyazı yeteneğe, başarıyı ise şahsi liyakate dönüştüren eşitsizlikler ortadan kalkmaksızın ekonomik imkânların eşitlenmesi mevzubahis olabilir. “Böyle bir durumda, farklı sosyal kesimlerin eğitim sisteminin farklı mertebelerindeki eşit olmayan temsili, hiçbir zaman olmadığı kadar fazla gerekçeyle, yeteneklerin veya kültüre erişme arzusunun eşit olmayan dağılımına isnat edilecektir (…) Hatta daha da iyisi, şansların biçimsel eşitliği böylece sağlandıktan sonra okul, imtiyazların meşrulaştırılmasının hizmetinde, kendine bütün meşruiyet görünümlerini verebilir”. Eğitimde fırsat eşitliği mi demiştiniz?
Vârisler: Öğrenciler ve Kültür
Pierre Bourdieu ve Jean-Claude Passeron
Türkçe söyleyenler: Aslı Sümer, Levent Ünsaldı
Yeniden Üretim
Yeniden Üretim, 1964 tarihli Varisler kitabının ilk aşamasını oluşturduğu araştırmaların teorik bir sentezi. Bu genel teori, sembolik şiddetin edimlerine ve bu şiddetin gizlenmesinin toplumsal koşullarına ilişkin olup pedagojik ilişki, dilin münevver veya zamane kullanımı ya da sınav veya diplomanın sembolik ve ekonomik etkileri üzerine yürütülmüş ampirik çalışmalardan hareketle vücut bulmuştur.
Okul, etkileri aldatıcı olmanın çok ötesinde yanılsamalar üretir. Örneğin, bağımsızlık ve tedrisi tarafsızlık yanılsaması, müesses nizamın yeniden üretimine yaptığı en özel katkının esasında yer alır. Bu itibarla Okul’un, kültürel sermayenin dağılım yapısını yeniden ürettiği mekanizmaları açığa çıkarmaya çalışmak, eğitim sistemlerini bugün etkileyen çelişkileri kavratacak araçları sağlamakla kalmaz sadece. Bunun daha da ötesinde, failleri hem yapıların ürünleri hem de bu yapıların yeniden üreticileri olarak teşkil eden ve böylelikle de hem öznelci yaratıcı özgürlükten hem de yapısalcı nesnelcilikten sıyrılmayı başarabilmiş bir pratik teorisine katkıdır da burada söz konusu olan.
Yeniden Üretim: Eğitim Sistemine İlişkin Bir Teorinin İlkeleri
Pierre Bourdieu ve Jean-Claude Passeron
Türkçe söyleyenler: Aslı Sümer, Levent Ünsaldı ve Özlem Akkaya
Bilimin Toplumsal Kullanımları
Bilim sosyolojisi en sade tanımıyla, bilimsel bilginin kendisinin, üreticilerinin, üretim mahallerinin ve süreçlerinin bilgi sosyolojisinin kapsama alanına sokulmasıdır. Kuru ve malumatçı bir epistemoloji, bilim tarihi veya bilim felsefesi ile yetinilmemesi, analiz seviyesinin eş zamanlı olarak bilim yapılan yerlere, kurumlara, buradaki aktörlere, yapılanmalara, çatışmalara, çıkarlara çekilmesi, kısacası “bilim mutfağının” kendisinin yine bilimin projeksiyonlarıyla aydınlatılmasıdır. Diğer bir ifadeyle, bilimin mahremine girmektir söz konusu olan biraz da; bilim insanlarının yaptıklarını söyleyip yapmadıkları şeyleri veya yaptıkları ancak söylemedikleri şeyleri ifşa etmektir zaman zaman. Dolayısıyla “ezber bozucu”, “yıkıcı”, hatta ve hatta “yediği kaba tükürme” izlenimi verir bilim sosyolojisi. Lakin bu “hayırlı” sorgulamaların, bilimin tüm sigortalarını attırma riski de bir o kadar sabittir. Leğendeki kirli suyla beraber bebeği de fırlatıp atmak, bazı yaklaşımların (özellikle rölativizmin) varacağı kaçınılmaz nokta gibidir.
Bourdieu’nün bilim sosyolojisi bu bağlamda bir alternatif sunabilir. Kendisinin de bir fail olarak içerisinde yer aldığı bilimsel alanın bilimini ve bir alt alan olarak da sosyolojinin sosyolojisini yapma derdi Bourdieu’de oldukça erken bir dönemde, sembolik ürünler sosyolojisinin bir uzantısı ve bilhassa bilimsel bir sosyolojik bilginin mümkünlüğünün koşullarına ilişkin epistemolojik sorgulamalarının (başta refleksivite olmak üzere) zorunlu bir gereği olarak kendini hissettirir. Öyle ki, devamında birbirinden ayrılmaz biçimde inşa edeceği üçlü saç ayağı (epistemoloji-bilgi sosyolojisi-bilim sosyolojisi) Bourdieu’nün temel çalışma alanlarından birini teşkil edecektir. Bu minvalde, elinizdeki kitap bilimsel alanın, alan teorisi üzerinden nasıl verimli biçimde tahlil edilebileceğine ilişkin zihin açıklığı veren bir çerçeve sunuyor. Kısacası Bourdieu burada, bir sembolik ürünler alanı olarak bilimsel alanın morfolojisinin, yani Bilimsel Alanın Klinik Bir Sosyolojisi’nin nasıl yürütülebileceğinin ipuçlarını veriyor.
Bilimin Toplumsal Kullanımları: Bilimsel Alanın Klinik Bir Sosyolojisi İçin
Pierre Bourdieu
Türkçe söyleyen: Levent Ünsaldı
Seçilmiş Metinler
Kendisi tarafından özenle seçilmiş çeşitli mülakat ve sunumların derlemesinden oluşan Seçilmiş Metinler'de Bourdieu, teorisini açımlıyor, fikri ve sosyal yörüngesini hatırlatıyor ve hangi kavramla ne demek istediğini, hangi noktaların yanlış anlaşıldığını titizlikle ortaya koyuyor.
Kitap Bourdieu ve teorisiyle bir diyaloga davet. Kitaptaki metinlerin ekseriyetinde hissedilebilen sözlü sunumun dili, okurla yazar arasında samimi ve doğrudan bir ilişkinin kurulmasına imkân tanıyor ve argümanlara açıklık ve sadelik kazandırıyor. Aslında, kapsamlı ve derin bir teorinin, fiiliyattaki işleyişine tanıklığa çağırmaktadır bizi Bourdieu. Bilimsel bir makalenin retorik ve akademik soğukluğundan çok uzaklarda, canlı ve yaşayan bir tefekkürün, sözlü iletişimin bütün açıklığı ve sıcaklığında kendini okura samimiyetle sunmasıdır söz konusu olan. Bourdieu düşüncesini bütün kıvrımlarında, dehlizlerinde ve yol ayrımlarında keşfetmek isteyenlere duyurulur.
Seçilmiş Metinler
Pierre Bourdieu
Türkçe söyleyen: Levent Ünsaldı
Bourdieu ve Tarihsel Analiz
Kimi çalışmalarındaki ana yönelim açısından indirgemeci bir biçimde yeniden üretim teorisyeni olarak tasnif edilen Pierre Bourdieu’nün sosyolojisinin aslında sosyotarihsel dönüşümü çözümlemek için de güçlü araçlar sağladığını iddia eden bu derleme; toplumsal değişimin, tarihsel krizlerin ve devrimci dönüşümlerin Bourdieucü bir bakış açısından incelenebileceğini iddia etmekte. Philip Gorski ve arkadaşları; bu iddiayı temellendirmek için Bourdieu sosyolojisinin kavramsal repertuarını milliyetçilik, demokrasi, spor alanı vb. pek çok konuda işletir hâle getirmekle kalmıyor, kimileyin de Bourdieu’yü Lacan, Dewey ya da rasyonel seçim teorisinin müdafileriyle karşılaştırma yoluna gidiyorlar. Meseleye farklı ekol ve teorik zaviyelerden bakan derleme yazarları, tarihsel analiz ile sosyolojik analizi bir araya getirmenin araştırmacıya sunduğu avantajlar üzerinden, tarihsel sosyolojiyi kuvvetlendirebilecek yeni kavramsal araçlar ve metodolojik terkipler geliştirmeye çalışıyorlar.
Bourdieu ve Tarihsel Analiz, kuşkusuz sadece Bourdieu sosyolojisiyle hemhâl olan sosyal bilimcilere yönelik bir çalışma olarak görülmemeli. Onun külliyatının teori manzarasındaki mümeyyiz vasfına, kavramlarının yol göstericiliğine ya da sosyolojik yaklaşımının olası sentezlerle nasıl zenginleşebileceğine vâkıf olmak isteyen genç sosyal bilimci adayları açısından da bu eser önem arz etmektedir. Tarihçi ve sosyologların birlikte çalışabileceğine dair her türlü öneriyi bulabileceğiniz titiz bir çalışma…
Bourdieu ve Tarihsel Analiz
Philip S. Gorski
Türkçe söyleyen: Özlem Akkaya
Hazırlayan ve Sunan: Güney Çeğin
Antropolojinin Akrabalık Yaklaşımları
Kuruluşundan bu yana Sosyal Antropolojinin en ayrıcalıklı, belki de karakterini teşkil eden bir alt disiplini akrabalık. Etnografinin klasik döneminden bugüne, yoğunluğu azalarak da olsa dönüp dolaşılıp bir kez daha ziyaret edilen bir liman. Tartışmaların üzerine döndüğü, argümanların ona referansla ortaya konulduğu, neredeyse hiçbir çığır açan antropoloğun uğramadan geçmediği bir fikri durak. Peki, nelerden müteşekkil bu durak?
Ana disipline, buradan çıkan ne gibi meseleler önderlik etmiş, neler tartışılmış, neler formüle edilmiş? L. Holy’nin eseri bu sorulara layığıyla cevaplar üretiyor ve buradan yola çıkarak, ana disiplinin kendisine, yani sosyal antropolojiye dair önemli bir izlek sunuyor.
Dilimizdeki mevcut antropolojiye giriş kitaplarının ana ve tali alt disiplinlerin tek tek tasnifi üzerinden yürüyen akışının tersine burada, bir alt disiplinden ana disipline doğru bir çıkış eşliğinde detaylı, öz ve münakaşalı bir çerçeve kuruluyor. Eser, tam da bu noktada, bir yanıyla sosyal antropolojinin akrabalık yaklaşımlarını, diğer yanıyla da bütünlüğü içerisinde sosyal antropolojiyi anlamanın en hafif tabirle faydalı bir vasıtasına dönüşüyor; böylelikle, mevcut Türkçe literatüre önemli bir katkı ve maharetli bir sentez sunarak tüm bir disiplinin bu en ayrıcalıklı ve merkezi limanına okuru da davet ediyor.
Antropolojinin Akrabalık Yaklaşımları
Ladislav Holy
Türkçe söyleyen: Çağlar Enneli
Bireyciliğin Meselesi
Corcuff "Bireyciliğin Meselesi" adlı kitapta, bireyci düşüncenin, tam da toplum düşüncesinin öncüleri dönemindeki kaynaklarına gidiyor.
Esasen “kolektif adına konuşur” olarak bilinen Marx ve Durkheim’in yanı sıra anarşist kuramın önemli temsilcilerinden ikisini, Stirner ve Prodhon’u da inceliyor ve “artık bireycileşmiş” olan (güncel) toplumlarda birey olgusunun çözümlemesini sosyologlara bırakarak “özgürlükçü sosyal demokrasi” adını verdiği bir konumdan hareketle siyasal bir okuma yapmaya çalışıyor.
Bir yandan siyasal temsilin özgürlükçü eleştirisini, ekonomik liberalizmin eleştirisini yaparken öte yandan alternatif küreselleşme hareketlerini kucaklayarak güncel sorunları odağına alan bir özgürleşme girişimine kuramsal katkı yapıyor. Bir bakıma, 21. yüzyılın toplumsal mücadelelerinin “bireyci” açıdan değil ama “bireyciliğin meselesi” (ya da meseleleri) açısından bakıldığında bütüncülleştiğini gösteriyor.
Bireyciliğin Meselesi
Philippe Corcuff
Türkçe söyleyen: Aziz Ufuk Kılıç
Tımarhaneler
Patolojik olan, bir işleyiş bozukluğudur esasında. Bir şeyin, bir nesnenin, bir organın normal işleyişinden uzaklaşması, sapması hâlidir, kısacası ilişkiseldir. Psikiyatrist de aynen bir saat tamircisi veya dâhiliyeci gibi, bu türden bir patoloji tanımından hareket eder, ancak bir farkla: Yelkovanın gerektiği gibi dönmemesi veya böbreğin beklenen enzimleri salgılamaması esasen teknik bir meseleyken, uygunsuz addedilen bir davranış biçimi ekseriyetle ahlaki bir meseledir. Normal-patolojik ayrımının sınırları artık burada bir idrak kategorisinin sınırlarıdır da. Teşhis; kültürel manada etnosentrik, bir olma biçimini tanımlaması manasında da ziyadesiyle politiktir. Tanım koyan, tasnifleyen ve de kapatan bir iktidar dilinin mekânıdır burası.
Gündelik hayatın ince kıvrımlarının kıvrak zekâlı gözlemcisi Erving Goffman, bu kez bu dilin yuvasına, bir “total kurum” olarak akıl hastanelerinin o kendine has dünyasına götürüyor bizi. Hapishaneler, toplama kampları, kışlalar gibi diğer türden gözetim kurumlarını da kapsayan total kurumlar, benliği kırmaya ve dönüştürmeye yönelik neredeyse doğal bir deney, bir insan serası olarak çıkıyor karşımıza. Uzak diyarlardaki gizemli bir kabilenin izinde sahaya inen meraklı ve kuşkucu bir etnograf edasıyla, doğrudan St. Elizabeths Akıl Hastanesinde yürütüyor çalışmasını Goffman. Orada çalışıyor, yaşıyor, gözlemliyor, soruyor… Öyleyse, başka türden bir sosyal bilim pratiğini; maharetli ve ezber bozucu ama bir o kadar emek ve birikim isteyen bir saha mesaisini işaret etmesi açısından da bir klasik eser Tımarhaneler. Orijinal baskısı 1961… Türkçe söylenişi ise 2015…54 yıl aradan sonra…
Tımarhaneler: Akıl Hastalarının ve Kapatılmış Diğer Kişilerin Toplumsal Durumu Üzerine Denemeler
Erving Goffman
Türkçe söyleyen: Ebru Arıcan
İngiliz Kültürel Çalışmaları
Richard Hoggart, Raymond Williams, E. P. Thompson ve elbette ki Stuart Hall… Medya, kültür, sınıf, ideoloji, okuryazarlık, kimlik, altkültürler ve teknoloji gibi konular üzerine çalışanlar ve bu konular hakkında düşünenler için hayati öneme sahip isimler. İngiliz Kültürel Çalışmaları kitabında Graeme Turner, başta bu isimler olmak üzere, muazzam katkılara kaynaklık eden bu okulun kökenleri, tarihsel gelişimi, temel ilgi alanları, çalışma konuları, kavramları üzerine son derece kapsamlı ve sistematik bir çerçeve sunuyor.
Kitap, geleneğin donuk bir tarihini sunmaktansa zaman içerisindeki dönüşümleri, farklılaşan araştırma gündemlerini, iç tartışmaları ve ayrımları büyük bir ustalık ve titizlikle ele alıyor. Özellikle, metin odaklı, söylem çözümlemesi ve ideoloji eleştirisine yaslanan çalışmalardan, daha etnografik ve sosyolojik ilgilere yönelişin hikâyesi dikkatle üzerinde durmaya ve düşünmeye değer. Akademik ilgilerin yanı sıra okulun politik yönelimi ile ilgili tartışmalarla birlikte, Turner’ın çizdiği çerçeve iyice derinleşiyor.
İngiliz Kültürel Çalışmaları, bu denli kapsayıcı ve zengin bir araştırma okulu üzerine yazılmış ilk eser ve hala en kapsamlılarından biri. Kitap, okuyucuyu son derece ilham verici ve doyurucu bir düşünsel serüvene, bir o kadar da akıcı bir dille çağırıyor.
İngiliz Kültürel Çalışmaları
Graeme Turner
Türkçe söyleyenler: Deniz Özçetin, Burak Özçetin
Modernite, Çoğulculuk ve Anlam Krizi
Ortak deneyim, davranış ve değer kalıplarının da içinde yoğrulduğu kapsamlı anlam bütünlüklerinin muhafazası ve aktarılması, tüm “modern-öncesi” toplumların birincil kurumlarının en temel işlevlerinden biri olmuştur. Bu durum, “modernite”nin tesisiyle sonuçlanan dönemden itibaren değişmiş; başta din olmak üzere bütünlükçü anlam kalıpları zayıflamış ve hatta çöküntüye uğramış ve devamında da büyük çaplı bir anlam krizi meydana gelmiştir.
Günümüzün önde gelen sosyologlarından Berger ve Luckmann, bu anlam krizinin önüne geçebilmek için, “aracı kurumlar” adını verdikleri kurumların modern dönemde yeniden tesis edilmesi gerektiğini öne sürüyorlar.
Yazarlara göre bu kurumlar, bireylerin öznel deneyim ve eylem kalıplarının toplumsal mutabakata aktarılmasını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda onların modern dünyada kendilerini tamamen yabancı gibi hissetmelerini engelleyecek olan anlam “sabitlemelerini” de teminat altına alacaktır. Ancak o vakit, kriz içerisindeki “modernite”nin tahribatından ya da tehditlerinden bireyin kimliğini kurtarmak ve toplumun özneler-arası uyumunu sağlamak mümkün olacaktır.
Modernite, Çoğulculuk ve Anlam Krizi: Modern İnsanın Yönelimi
Peter L. Berger ve Thomas Luckmann
Türkçe söyleyen: Mustafa Derviş Dereli
Şehir
İlk baskısı 1925 yılında yapılan klasik eser Şehir, devamında, ABD’de ve dünyanın geri kalanında kent sosyolojisi çalışmalarında merkezî bir referans noktası teşkil etmiş; Robert E. Park ve ekibi tarafından o zamanlar daha henüz bir araştırma programı olarak sunulan “ekolojik yaklaşım”, kenti konu alan ciddi ve zengin bir saha pratiğini tetiklemiş; özellikle Chicago Sosyoloji Bölümü bünyesinde yürütülmüş bu çalışmaların teorik çıktıları ise uzun bir dönem boyunca tartışılmıştır.
Lakin bugünden bakıldığında eserde kesif bir “naftalin” kokusu da mevcuttur; kullanılan normatif ve organizmacı dil şaşırtabilir ve hatta rahatsız dahi edebilir; savunulan tez ve argümanlar ve bunların ampirik izlekleri bugün tartışmaya açıktır. Fakat tüm bunlar eserin kıymetinden bir şey götürmez zira bu kıymet, bundan 90 yıl önce, kent ve moderniteye ilişkin bugün artık kanıksadığımız tematik ve sorunsalların en can alıcılarını ele almış olmasından ileri gelir; elbette o dönemin dertleri çerçevesinde, yine o dönemin diliyle ve bugünden bakıldığında biraz da amatörce. Bu aynı zamanda, güçlü bir “ahlakçı” duruş sergilerken ve oldukça “etnisist” dil kullanırken dahi, “muhit” ve “mekân”a bir o kadar güçlü bir vurgu yapmak suretiyle, hem dönemin biyolojik argümanlarına karşı mücadele etme hem de bir disiplini (sosyolojiyi) tüm özerklik ve yetkinliğinde olabildiğince tesis etme çabasıdır. Dolayısıyla bu eser, daha sonra serpilecek olan bir kent sosyolojisi pratiğinin ilk tomurcukları olarak, bir mirasla, öncülerle kurulmuş bir diyalogdur da.
Sosyal felsefenin cazibesine ve karizmatik rantlarına gittikçe kendini kaptıran, son “moda-model” kuram fetişisti/tüketicisi sosyoloji pratiğimizi sorgulamak için hiç kuşkusuz iyi bir başlangıç…
Şehir: Kent Ortamındaki İnsan Davranışlarının Araştırılması Üzerine Öneriler
Robert E. Park ve Ernest W. Burgess
Türkçe söyleyen: Pınar Karababa Kayalıgil
Aylak Sınıfın Teorisi
Veblen’in muazzam eseri, varlık sahibi olan ya da varlık sahibi olma peşinde koşan ve varlık sahibi olmanın ötesine bakan, yüksek mevki isteyen veya varlık sahibi olmanın satın alma anlamına geldiğine inanan insanların davranışlarının kapsamlı ve zaman üstü bir yorumlamasıdır.
Kenneth Galbraith: “Aylak Sınıfın Teorisi'ni en azından bir kez okumayan kimse gerçekten yeterince okumamıştır."
Max Horkheimer: "Açıktır ki, Veblen’in, Amerika kültürünün mahir sosyolojik eleştirisini yaptığı kapsamlı çalışması ve muazzam analizi, insan doğasındaki yıkıcı değişimi anlamada bize yardımcı olabilir."
C. Wright Mills: "Thorstein Veblen, Amerika’nın yetiştirdiği en iyi Amerika eleştirmenidir."
Albert Einstein: "Russell’ın eserini okurken oldukça keyifli saatler geçirdim; öyle ki aynı döneme ait başka hiçbir bilimsel yazar için bunu söyleyemem, tabii ki Thorstein Veblen hariç."
Claude Grignon: “Distinction”un hiçbir yerinde “Aylak Sınıfın Teorisi”ne atıf yoktur; bu unutkanlık o kadar kafa karıştırıcıdır ki, R. Aron’un “Veblen okudunuz mu” başlıklı bir metinle önsözünü kaleme aldığı bu çalışma, 1960’ların Avrupa Araştırma Merkezi’nin alt kültürünün klasiklerinden biridir.
Aylak Sınıfın Teorisi: Kurumların İktisadi İncelemesi
Thorstein Bunde Veblen
Türkçe söyleyenler: Eren Kırmızıaltın, Hüsnü Bilir
Etnometodolojide Araştırmalar
Yürüttüğü etnometodoloji projesini şu cümlelerle ifade ediyor Garfinkel: “Sokaktan ve uzman birinin sosyoloji yaparken ‘gerçek dünya’ya her referansı (…) gündelik hayatın organize etkinliklerine bir referanstır. Bundan ötürü, sosyolojinin temel ilkesinin toplumsal olguların nesnel gerçekliği olduğu fikrine ilişkin [bazı Durkheim’cı] yorumlarda vurgulananın aksine, bu kitaptaki yazılarda, toplumsal olguların nesnel gerçekliği olarak gündelik hayatın müşterek etkinliklerinin süregelen icrası alınır; bildikleri, kullandıkları ve gerçekliğini sorgulamadıkları bu gündelik ve becerikli icra biçimlerinin sosyoloji yapan üyelerin temel bir gerçekliği olduğu düşünülür ve bu düşünce bir araştırma politikası olarak kullanılır.”
Aslında tam da bu araştırma politikasıdır, ona ezber bozucu veya rahatsız edici karakterini veren. Zira, yukarıdaki ifadeye dikkat, “sokaktan veya uzman birinin sosyoloji” yapmasından bahseder Garfinkel. “Bu ne cüret!” dediklerini duyar gibiyiz sanki, konvansiyonel sosyolojinin tapınak şövalyelerinin. Bir saniye lütfen der ve hemen hatırlatır Garfinkel: Gündelik etkinlikleri; tüm pratik amaçlara yaygınlaştırılabilir, izah edilebilir, aktarılabilir, hesap verilebilir, rapor edilebilir, yani kısacası “açıklanabilir” kılmaksa mesele, “sosyologlar kabilesinin üyelerinin” ve “sokaktaki adamın üyesi olduğu kabilenin” yöntemleri arasında önemli bir fark yoktur. Bu [gündelik] olguların refleksivitesi pratik eylemlere, pratik koşullara ve pratik sosyolojik muhakemeye has bir özelliktir; konvansiyonel sosyolojinin “ıskaladığı” ve tam tersine etnometodolojik projenin merkezinde bulunan da bu refleksivitedir… Garfinkel, Etnometodolojide Araştırmalar ile ezber bozuyor.
Etnometodolojide Araştırmalar
Harold Garfinkel
Türkçe söyleyen: Ümit Tatlıcan
İletişim çalışmalarına son on yılda damgasını vuran dijitalleşme konusu, önemi artarak alanı şekillendirmeye devam ediyor. Teknolojik gelişmeler ışığında dijitalleşen iletişim de tek boyutlu düzeyini çoktan terk etmiş durumda. Dijitalleşmenin sonuçlarını sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik pek çok farklı alanda yaşarken; gündelik hayatlarımızı, siyasete katılım biçimimizi, algı biçimimizi de yeniden kurguluyoruz. Bu kurgulamalar ekseninde dijitalleşen iletişim ortamları mevcut araştırmalar ve farklı bakış açılarıyla ele alınıyor. Bir taraftan alanın kendi dinamikleri sürekli değişen ve dönüşen bir karakter sergilerken, diğer taraftan bu değişim ve dönüşüm bu alanda çalışan araştırmacılar için yeni fırsatlar sunuyor.
Bu kitap hem konuyla ilgili kavramsal bir zemin oluşturması hem de var olan yeni medya ve sosyal medya araştırmalarından farklı olarak Twitter ana çatısı altında birçok konunun bu mecra üzerinden değerlendirilmesi bakımından bir ilktir. Elinizde tuttuğunuz bu yeni eserde alanında uzman akademisyenler Twitter farklı başlıklar altında incelemektedir.
Twitter: İletişim Çalışmalarında Dijital Yaklaşımlar
Selva Ersöz Karakulakoğlu ve Özge Uğurlu
Saf Hoşgörünün Bir Eleştirisi
"Cambridge’deki büyük akademik cemaatin sakinleri olan bizler bir araya geldik ve hoşgörü ve onun egemen politik iklim içerisindeki yeri hakkında dostça ama ateşli bir tartışma yürüttük. Okuyucu, bizim nerelerde aynı düşüncede olmadığımızı bulmakta hiçbir zorluk çekmeyecektir. Diğer taraftan, farklı başlangıç noktalarından ve farklı yollardan hareketle yaklaşık olarak aynı yere ulaştık. Her birimiz için, egemen hoşgörü kuramı ve pratiğinin, incelendiği takdirde, korkunç politik gerçekleri gizlemeye yarayan bir maske olduğu ortaya çıktı. Kızgınlığın tonu makaleden makaleye keskin bir şekilde artmakta; belki de boş yere, okuyucuların bu noktaya getiren akıl yürütmeyi takip edeceklerini umuyoruz. Nihayetinde bu kızgınlık hem kafa hem de kalpte ikamet etmektedir…"
Saf Hoşgörünün Bir Eleştirisi
Robert Paul Wolff, Barrington Moore, Jr. ve Herbert Marcuse
Türkçe söyleyen: Soner Soysal
Durkheim Öldü!
Sherlock Holmes Sosyolojik Teoriye Giriyor
1910 yılında, Londra’da, dönemin önde gelen sosyologlarının ve politik aktivistlerinin bir araya geleceği bir konferans toplanacaktır. “Toplumsal İlerleme” teması etrafında gerçekleşecek konferans Londra basınında günler öncesinden yankı bulmuş, gazete sütunlarında konuşmacıların fotoğrafları ve teorik yaklaşımlarını anlatan makaleler arz-ı endam eylemektedir. Fakat konferansa günler kala, tüm zamanların en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’ün Baker Sokağı’ndaki evinin kapısı bir kadın tarafından çalınır. Artık yumrukların konuştuğu bir kavgayı ve mücevher hırsızlığını içine alan bir gizem, Holmes ve kadim dostu Dr. Watson tarafından çözülmeyi beklemektedir. İnsan eylemlerini açıklama amacındaki sosyal teori, bu sefer bizzat eylemlerin nedeni olmuştur. Holmes bizzat sosyal teoriyi soruşturmaya başlar, sorguladığı kişiler ise bu teorilerin yaratıcılarıdır: W. E. B. Du Bois, Emile Durkheim, Sigmund Freud, Vladimir Lenin, Georg Simmel, Beatrice Webb ve Max Weber.
Türkçe okurun kitle iletişim ve kültür teorilerinden tanıdığı Arthur Asa Berger, bu sefer bizlere, klasik sosyal teorinin temel figür ve kavramlarını bir kapalı oda polisiyesi formatında sunuyor. Holmes ve Watson, her bir sosyal teorisyenin teorilerini, hayatlarını ve tutkularını bizzat kendi ağızlarından öğrenirlerken ortaya, sosyal bilim öğrencileri ve klasik sosyal teori meraklıları için son derece eğlendirici ve eğitici bir giriş kitabı çıkıyor.
Durkheim Öldü!: Sherlock Holmes Sosyolojik Teoriye Giriyor
Arthur Asa Berger
Türkçe söyleyen: Vefa Saygın Öğütle
Piyasa İslamı: İslâm Suretinde Neoliberalizm
Özellikle Mısır, Türkiye, Endonezya ve genel olarak Müslüman coğrafyasının bütününde, Geleneksel İslamcılığın gölgesinde öne çıkan yeni bir “Siyasal İslam” vücut bulmakta: Piyasa İslamı.
Batı değerleriyle eklektik bir uzlaşının ürünü olan bu İslam, Amerikan işletme kültüründen beslenmekte; özgüven edinme ve kendini gerçekleştirme stratejilerine methiyeler düzerek bireysel başarıyı göklere çıkarmakta; geleneksel İslami yasakları, pazarlamanın ve kitle tüketim kültürünün gerekleri doğrultusunda yeniden yorumlamakta ve yumuşatmakta; siyasal İslam’ın geleneksel hiyerarşik örgütsel yapılanmalarını bertaraf etmekte ve sosyal devletin altını oymaktadır.
Görsel, işitsel ve giyime dair İslami algıları ve dayanışma şekillerini baştan aşağı değiştiren Piyasa İslamı’nın baş aktörleri (dindar girişimciler, Batı modernitesinin kurum ve figürleriyle “barışmış” İslamcı yazarlar, İslami medyatikler), her şeye rağmen ahlakçılıklarından vazgeçmemekte ve çoğulcu yaşam tarzlarını da hazmedememektedirler.
Sosyolojik anlamda yeni kentli burjuvazilerin bayraktarlığını yaptığı bu İslam anlayışının temel amacı, Amerikan tarzı muhafazakârlıkla birçok noktada örtüşen benzer bir “muhafazakâr devrim” tetiklemektir. Böylece o çok beklenen “Müslüman Aydınlanması” idealinden çok uzaklarda; din, ahlak, hayır işleri ve piyasa etrafında şekillenmiş bir fazilet ekseni doğrultusunda paradoksal olarak değerlendirilebilecek yakınlaşmalar (İslam-Amerika) gayet rahat gerçekleşebilmektedir.
Politolog Patrick Haenni’in; Mısır, Sudan, Fas, Yemen ve Afganistan’daki İslamlaşma süreçlerine dair daha birçok çalışması mevcut.
Piyasa İslamı: İslâm Suretinde Neoliberalizm
Patrick Haenni
Türkçe söyleyen: Levent Ünsaldı
Mesleğin İncelikleri: Sosyal Bilimlerde Araştırma Nasıl Yürütülür?
Sosyal bilimler alanında yayımlanan yöntem ve araştırma tekniklerine ilişkin alışılageldik eserlerdeki temel sorun çoğunlukla; bir araştırma sırasında karşılaşılması muhtemel olan her şeyi öngördükleri izlenimini uyandırmaları, araştırmayı tekdüze ve birbirini sıkı sıkıya takip eden safhalar şeklinde kurgulamaları, böylece de her tür yöntemsel melezlenmeye karşı kapıyı baştan kapatıyor oluşlarıdır.
Amerikan sosyolojisinin en önemli ve üretken figürlerinden Howard S. Becker’in bu eseri ise; tam tersine, bu türden bir yaratıcılığa çağrıdır -aynı zamanda çok güçlü bir zanaat savunusudur da. Ancak öyle bir zanaattir ki bu; sahadan, pratikten ve müşterek mesaiden ayrı düşünülemez. Edimi, yaptıkça; mesleği de icra ettikçe öğrenen bir zanaatkârın yetkin kendiliğindenliğini düşündürür Mesleğin İncelikleri.
İşin inceliklerini iyi bilen ve paylaşan bir usta olarak karşımıza çıkar burada Becker. Bir araştırma esnasında hangi taşların altına bakılmasının faydalı olabileceğine, hangi patikaların düzlüğe çıkarabileceğine, hangi çıkmazlardan sakınılması gerektiğine; kısacası, bir araştırmanın o kaotik gelişiminde karşılaşılan güçlüklerin üstesinden nasıl gelinebileceğine ve “düzgün” bir iş çıkarılabileceğine ilişkin püf noktalarını, akademik dilin kuruluğundan uzak fakat buram buram tecrübe kokan bir dille sunar bizlere. Müşterek mesai, deneyim aktarımı ve zanaat: İşte bu üçlüdür; elinizdeki kitabı belki de en iyi anlatan ve ülkemiz sosyal bilim pratiklerinde de ne yazık ki en az olan…
Mesleğin İncelikleri: Sosyal Bilimlerde Araştırma Nasıl Yürütülür?
Howard S. Becker
Türkçe söyleyenler: Baran Öztürk, Gökçe Metin, Hatice Esra Mescioğlu, Levent Ünsaldı, Şerife Geniş
Kapitalizmde Devlet ve Ekonomi
Kapitalist ekonomilerde devlet müdahalesinin biçimi, genel olarak, üç farklı bakış açısıyla açıklanabilir. Birinci bakış açısına göre kamu politikası, yurttaşların demokratik yollarla (oy kullanmak suretiyle) ifade ettikleri tercihlerine bağlıdır: Halk hâkimiyeti. Burada demokrasinin iktisadi teorileri ve neo-liberal teoriler ön plana çıkmaktadır.
İkinci bakış açısı devletlerin toplumdan etkilenmediğini, otonom kurumlar olduğunu, kendi çıkarlarına uygun şekilde hareket ettiklerini savunur: Devletin hâkimiyeti. Devlet otonomisinin kökenleri ve yapısı çoğunlukla Marksist temelde açıklanır.
Üçüncü bakış açısı ise devletlerin hareket sahalarının, üretken kaynakların özel mülkiyetini elinde tutan kişilerin çıkarlarınca kısıtlandığını iddia eder: Sermayenin hâkimiyeti. Marksist devlet teorilerinin savunduğu bu bakış açısına göre devlet yöneticilerinin şahsi çıkarları ve mefhumları olabilir ancak istisnasız tüm hükümetlerin hedeflerini gerçekleştirebilme kapasitesi, sermayenin kamu iktidarınca sınırlandırılmıştır.
Kapitalizmde Devlet ve Ekonomi, bu bakış açılarını oldukça sistematik bir biçimde inceleyip, ampirik ve mantıksal eleştirilere tabi tutmaktadır.
Kapitalizmde Devlet ve Ekonomi
Adam Przeworski
Türkçe söyleyenler: Eren Kırmızıaltın, H. Alpay Öznazik
Bir Ekonomizm Eleştirisi: Türkiye’de Kalkınma Fikri
Kalkınmaya inanmak; önemli ölçüde nicel olana, rakama, ölçülebilene, rakamın yarattığı tartışılması bile abest gerçekliğe ve bu gerçekliği ölçen-biçen yüce iktisat bilimine inanmaktır. Çünkü kalkınmanın en son tahlilde sonsuz, sınırsız, nicel bir yayılma, artma hâlini işaret ettiği pekâlâ düşünülebilir. Bu bağlamda, kalkınma inancını sorgulamak, insanlığın önüne her zaman “çok” ve “daha çok”tan başka bir hedef koyamamış olan, anlamsız ancak bir o kadar da yıkıcı bir toplum projesini sorgulamaktır.
Kalkınmaya inanmak; önemli ölçüde nicel olana, rakama, ölçülebilene, rakamın yarattığı tartışılması bile abest gerçekliğe ve bu gerçekliği ölçen-biçen yüce iktisat bilimine inanmaktır. Çünkü kalkınmanın en son tahlilde sonsuz, sınırsız, nicel bir yayılma, artma hâlini işaret ettiği pekâlâ düşünülebilir. Bu bağlamda, kalkınma inancını sorgulamak, insanlığın önüne her zaman “çok” ve “daha çok”tan başka bir hedef koyamamış olan, anlamsız ancak bir o kadar da yıkıcı bir toplum projesini sorgulamaktır.
Bir Ekonomizm Eleştirisi: Türkiye’de Kalkınma Fikri
Levent Ünsaldı
Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar
Damga bir ilişki türüdür, sabit bir vasıf değil. Damga; damgalayana, normal addedilene, normal rolünü oynayana ihtiyaç duyar. Toplumsal ilişkilerin ve etkileşimlerin seyrinde karşı karşıya gelen iki bireyin arasında geçen bir “hikâyedir” aslında damga, ama bu hikâyede ilginç olan şudur ki; bugün normali tanımlayan bir nitelik yarın pekâlâ bir damgaya dönüşebilir.
Normal-damgalı oyununda çiftlerin rol değiştirmesiyle sıklıkla karşılanır. Dolayısıyla normal ve damgalı aynı bütünlüğün iki parçasıdırlar; aynı örtünün iki ucudurlar. Normal ve damgalı, somut kişiler değildirler; sadece birer bakış açısıdırlar.
Damgalar çeşit çeşittirler; engelliler, bir kaza sonucunda bir uzvunu kaybetmiş olanlar, alkolikler, eşcinseller, akıl hastaları, eski suçlular, uyuşturucu bağımlıları, işsizler veya belli etnik, dinî veya sınıfsal aidiyetleri sonucunda itilmiş olanlar “damgalı” figürünün başkahramanlarıdır.
Bu kahramanların “hikâyesi” sıklıkla trajiktir de. Gri alanda kalmanın, tanımlanamaz olmanın trajedisidir bu. Damgalının hususiyeti “sınıflandırılamaz” oluşudur; “normaller” dünyasına ait değildir ancak bu dünyaya yabancı da değildir. Fiziki açıdan tam olarak sağlıklı değildir ancak hasta da değildir (çünkü hastalık tanımı gereği geçici bir durumdur). Ölü değildir ancak canlılar dünyasına da ait değildir; toplumsal açıdan hem vardır hem yoktur. Hatta ne hayvan ne de tamamıyla insan olması hasebiyle doğa ve kültür arasında var olan çizginin bizatihi ihlalidir damgalı.
Taşınan bir engel, sahip olunan bir damga; bireyin kültür taşıyıcısı olma vasfını ortadan kaldıran bir ihtimaldir. Damgalı sınırda olandır; tek kelimeyle, muğlâk sınırlar üzerinde iki dünya arasında sürekli savrulma, gidip gelme hâlidir damga.
Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar
Erving Goffman
Türkçe söyleyenler: Şerife Geniş, Levent Ünsaldı, Suphi Nejat Ağırnaslı
İktisat Emperyalizminden Acayip İktisada
İktisat emperyal bir sosyal bilim midir veya olmuş mudur? Olabilir mi? Hatta olmalı mıdır? Bu sorular, elinizdeki kitabın cevaplamaya çalıştığı sorulardan sadece birkaçı. Basit bir tanımla iktisat emperyalizmi, diğer sosyal bilimlere ait ana meselelerin iktisat tarafından kolonizasyonudur. Diğer bir ifadeyle bu kitabın ana meselesi, iktisadın diğer sosyal bilimleri kuşatmasıyla da görüldüğü üzere, iktisat ve sosyal bilimler arasındaki değişen sınırlardır.
Eski iktisat emperyalizmi, Gary Becker’ın yanı sıra James Buchanan ve Gordon Tullock’un kamu seçimi teorisiyle olgunlaşan, iktisadi olanın iktisadi olmayana doğru genişlediği ve toplumsal olana mükemmel işleyen piyasalarmış gibi muamele edildiği bir iktisat anlayışında tecessüm eder.
Yeni iktisat emperyalizmi ise George Akerlof ve Joseph Stiglitz’in asimetrik bilgi, işlem maliyetleri ve diğer piyasa aksaklıkları kavramları üzerine kurulu yeni bilgi-kuramsal anlayışı ve Ronald Coase, Oliver Williamson ve Douglass North’un yeni kurumcu iktisadıyla birlikte ortaya çıkar. İktisat emperyalizminin bu yeni aşamasında toplumsal olana mükemmel işleyen piyasanın bir uzanımı olarak değil de aksak çalışan piyasanın bir uzanımı olarak bakılır.
Bu yeni emperyalizmin en uç noktası ise “acayip iktisat”tır. Ku Klux Klan’dan yasallaştırılan kürtajın suç üzerindeki etkisine, annesiyle yaşayan uyuşturucu satıcılarına, Sumo güreşlerindeki yozlaşmaya, sınavlarda öğrencilerin ve öğretmenlerin yaptığı hilelere ve konulan ismin çocuğun sınavlarda elde ettiği başarı üzerindeki etkisine kadar pek çok muhtelif ve hususi konuda “açıklayıcı” güce sahip olduğunu iddia eden bir iktisattır bu.
İktisat Emperyalizminden Acayip İktisada, iktisadi emperyalizminin tüm bu süreçlerini betimlemekle kalmamakta, yeni bir alternatif yaklaşımı da yetkinlikle ortaya koymaktadır; iktisadi olana odaklanan ancak en başından itibaren toplumsal ve tarihsel olanının da farkında olan ve bunları içeren, yeni ve gerçekten disiplinlerarası bir ekonomi politiğin tesisi…
İktisat Emperyalizminden Acayip İktisada
Dimitris Milonakis ve Ben Fine
Türkçe söyleyenler: Eren Kırmızıaltın, Hüsnü Bilir
Haricîler (Outsiders)
Tarihsel çıkış noktası itibariyle “normalin” bilimi, “normalin tesisinin” bilimi olmuş sosyolojinin uzun zaman boyunca ve yer yer hâlen bugün de “sapma”yı ve “sapan”ı, “normal olan”dan ve “normal olanın ihlali”nden hareketle tanımlamaya çalışmış olması bir vakadır. Çeşitli istatistikî araçlarla “suçlu-sapkın” profillerinin sosyolojik tetkiki sadece “suç/sapma sosyolojisi” yazının önemli bir bölümünü oluşturmamış, şu temel genel yargıyı da pekiştirmiştir: Sapkın ötekidir (haricîdir); sapkınlığı bir anlamda kendi doğasındadır; yaptığı eyleme içkindir; yani herkes sapkın olamaz; siz sapkın değilsiniz!… Ve devamı belki de şu örtük önermeyle gelir: Müsterih olunuz; kendileriyle ilgileniyoruz!
Amerikan sosyolojisinin yaşayan devlerinden Becker ise, elinizdeki kitapta meseleye ilişkin oldukça zihin açıcı, tamamıyla alışılmış olanın dışında, farklı bir perspektif sunuyor. “Hayır” diyor Becker ve ekliyor: Bir “sapkın”ı anlamak için en az ‘sapkın’ olarak etiketlenen kadar, ona “sapkın diyen”e, “meşru bir sapkın tanımı dayatan”a ve “sapkını kapatan”a da bakmak icap eder. Ve bizi 1950’lerin sonlarının Chicago’sunun caz dünyasına, gece hayatına, arka sokaklarına götürüyor Becker; esrarkeşleri, eşcinselleri, fahişeleri, müzisyenleri, muhtelif türden pek çok sapkını “kadınlı erkekli” karşımıza dikiyor. Son sayfayı çevirdiğinizde ise, kitap sizi şu hissiyatla baş başa bırakıyor: Evet, siz de sayın okuyucu, en normal ve konvansiyonel hâlinizle siz de beyefendi, siz de hanımefendi; sizler de bir gün “sapkın” damgası yiyebilirsiniz. Haricîler, o kadar da uzağınızda olmayabilir; size sizin kadar yakınlardır belki de…
Haricîler (Outsiders): Bir Sapkınlık Sosyolojisi Çalışması
Howard S. Becker
Türkçe söyleyenler: Levent Ünsaldı, Şerife Geniş
Sosyolojik Araştırma Pratiği
Araştırma pratiği ve teorinin nasıl ilişkilendirileceği konusu sosyal bilimlerin klasik bir problemidir. Türkiye’de sosyal bilim yazınında doğrudan bu konuyu elen alan çalışmaların sayısı çok azdır. Oysa sosyal bilim alanında ülkemizde üretilen çalışmaların en temel sorunlarından veya eksiklerinden biri, ampiri ve teori arasındaki bu rabıtanın güçlü ve verimli bir biçimde tesis edilemiyor oluşudur. Tam da bu noktada Derek Layder, Sosyolojik Araştırma Pratiği başlıklı bu temel kitabında sadece sorunun temellerine inmekle kalmıyor, aynı zamanda saha ve sosyal araştırma pratikleriyle irtibatın teori üzerinden nasıl zenginleştirici bir çerçevede tesis edilebileceğini yetkinlikle ortaya koyuyor.
Teori ve araştırma dinamiğinin oldukça girift bağlantılarına ışık tutmasının yanı sıra bu kitap, sosyal araştırmada teorileştirme için özgün bir yaklaşım da geliştirmeye çalışıyor. Layder’ın “uyarlayıcı teori” olarak ifade ettiği bu yaklaşım sosyal teorinin doğası, kullanım şekli ve bunun yanı sıra araştırma yöntemine ilişkin yerleşik sosyolojik gelenekleri sorguluyor. Bu geleneklerin yöntem setlerinin şöyle ya da böyle demode veya değersiz olduklarını iddia etmeksizin yeni bir metodolojik çerçeve geliştiriyor. Kısacası araştırma pratiği ve teori arasındaki bağlantıların daha iyi bir şekilde kavranması (ve tesis edilmesi) gerektiğini vurgulayan Layder, elinizdeki kitapta bu yönde oldukça zihin açıcı opsiyonlar sunuyor. Teorileştirmenin doğası gereği ne tür bir yaratıcı etkinlik olduğunu ve teorinin sosyal araştırmanın vazgeçilmez bir unsuru olarak görülmesi gerektiğini ortaya koyarak ampiri-teori rabıtasını bu zenginleştirici çerçevede okuyor.
Sosyolojik Araştırma Pratiği: Teori ve Sosyal Araştırmanın İlişkilendirilmesi
Derek Layder
Türkçe söyleyen: Serdar Ünal
Sosyoloji Tarihi
Mühim olan, sosyolojinin bir disiplin olarak doğuş ve gelişiminin tarihidir. Bu tarih tekdüze, an-siklopedik, kronolojik bir “fikirler” veya “kurucular” tarihine indirgenemez. Kaldı ki sosyoloji tarihini sosyal düşünceler tarihiyle eşlesek dahi, birbiri üzerine katarak “ilerleyen” ve her zaman yeni gelenin kendisini önceleyenden daha “doğru” ve “gerçek” olduğu bir düşünceler tarihi yaklaşımı koca bir yanılsamadır.
Sosyoloji Tarihi bu nevi bir çizgisel (kümülatif ) sosyoloji tarihi okumasından uzaklaşma gayretindedir. Aslında yaptığımız, sosyolojik geleneğin o devasa mirasıyla dinamik bir diyalog kurmaktır. Bu diyalog her sosyolog için fevkalade önemlidir. Zira her sosyolog kendisini bu mirasa göre, farkında olsun ya da olmasın, bir yerlere koyar, tanımlar. Bu mirasın, geleneğin gelişimi tekdüze, çizgisel bir süreç göstermemiştir. Geri dönüşlerin, kırılmaların, durmaların, sıçramaların yaşandığı kaotik bir gelişim sürecidir söz konusu olan. Her şeyden önce sosyolojinin kendisinin bir disiplin olarak inşası ve kurumsallaşmasını merkezine alan bu kitap, Türkiye’de sosyoloji tarihi alanındaki önemli bir boşluğu doldurmak gayretindedir.
Sosyoloji Tarihi: Dünya’da ve Türkiye’de
Levent Ünsaldı ve Ercan Geçgin
Taarruz, Eğlendirerek Hükmetmek
Kapitalizm ekonomik bir istismar sistemine indirgenemez. Emekçilerin, doğanın ve bizzat kendimizin günümüzdeki sömürüsü, güçlü bir tekno-liberal hayalin içselleştirilmesi sayesinde ve sürekli kendini yenileyen bir eğlendirme kültürü aracılığıyla sürüp gidiyor. Bugün hepimiz, tüm insani gerçeklikleri derinlemesine değişime uğratan ve bizi ekonomik insana (homo economicus) dönüştürme yolunda ilerleyen bir uygarlık biçimiyle karşı karşıyayız. Yalnızca bir üretim ilişkisi veya gelişmenin meyvelerinin paylaşımı meselesi değil, derin bir başkalaşım söz konusu. Kapitalizm, dünyanın birçok bölgesindeki yaşam biçimlerini tekbiçimleştiriyor ve tüketim toplumu idealini gezegenin büyük bir bölümüne yayıyor. Diğer bir ifadeyle, gerçek bir kitle kültüründe, yaşam tarzında ete kemiğe bürünüyor.
Taarruz, Eğlendirerek Hükmetmek: Halklara Karşı Kitle Kültürü
Türkçe söyleyen: Yusuf Polat