“Dolce Vegan: Sadece veganlar için değil, herkes için bir kitap”
“Toplumumuzda yiyeceği zaten cepte olan, garanti bir şeymiş gibi görmeye eğilimliyiz. Yemek önemsiz bir mesele gibi algılanıyor çünkü genellikle hiçbir zaman onun yoksunluğunu çekmedik. Ama aslında yiyecek çok önemli bir mesele. Yiyecek üreten ya da şişelenmiş su ticareti yapan çok uluslu şirketler bu faaliyetten milyonlar kazanıyorlar. Pazara sürdükleri ürünler vücudun ihtiyacı olan besinleri karşılamamakla beraber modern zamanların pek çok hastalığına da sebep oluyor” diyor Kolektif Kitap’tan çıkan “Dolce Vegan”ın yazarı İtalyan yazar, çizer Virginia Elena Patrone…
M.Ö. 530 yılında, Yunan filozof Pisagor, insanın diğer hayvanlarla aynı soydan geldiğini söyleyerek et yememeyi öğütlüyor. Lakin Antik Yunan felsefesinde, vejetaryenliği öneren tek filozof Pisagor değil. Platon, Epiküros ve Plutarkhos da var. 1944′te İngiltere’de bir araya gelen yedi vejetaryen, Vegan Society’yi kurarak veganizm hareketini başlatıyor.
Mevzunun tarihsel sürecini takip edenler yahut meraklanıp neler oluyor diyenler için internette derin algı keşifleri bulunmakta. Fakat bugün için bizim kadrajına düşeceğimiz özne; “Politikacıların politikalarına’ karşı insanları ‘iyi tüketim politikasına’ davet ediyorum. Çünkü sürdürülebilir ve adil bir toplum inşa edebilmek için kendi kârından feragat edecek adil bir yönetici sınıfı hiçbir zaman olmayacak. Yurttaş ve tüketiciler olarak sorumluluğu üstlenmemiz gerekiyor. Gücümüzü hafife almamalı, katkımızın değerli olduğunun farkına varmalıyız” diyen İtalyan yazar, çizer Virginia Elena Patrone. Fransa ve İtalya’da gemi inşaatı mühendisliği, Almanya ve Türkiye'de sürdürülebilir kentsel planlama okuyan Patrone’nin eserleri İtalya'nın farklı müze ve galerilerinde sergileniyor. Ayrıca Türkiye'de vegan beslenme üzerine bir de blogu bulunmakta. Bilinmeyen ya da alışılmamış yaşama biçimleri sunmak amacını taşıyan kitaplar yazıyor ve resimliyor.
Haluk Levent: "İnancım gereği vegan olamam"
Tarih kokan şehir, yapımcıların gözdesi
Ai Weiwei’nin stüdyosu yıkılıyor
Geçtiğimiz günlerde Kolektif Kitap’tan çıkan “Dolce Vegan” adlı kitabı da bunlardan biri… Kitapta yer alan yaklaşık 90 tatlı tarifi, “hayvansal ürün içermeyen sağlıklı malzemelerle ve sadece üç basit malzemeyle sonsuz sayıda lezzetler yaratabilen anneanne ve babaannelerimizin zamanından” esinleniyor. “Kitabın çeşitli amaçları var. Birincisi insanların sağlıklı, adil ve hoş tatlılar hazırlamasını sağlamak. Ancak bundan daha da önemli olan başka amaçları da var” diyen yazara merak ettiklerimizi sorduk.
“Metaforik anlamda ne yersek oyuz”
“Hayvanları yeme arzumuzu sürdürdükçe; mutluluğu elde etmek, dolayısıyla da adil bir toplum yaratmak için gereken şartları sağlamak nasıl mümkün olacak?” diye soruyor Sokrates. Bu cümleden yola çıkarsak; siz ne söylemek istersiniz?
Öncelikle şu soruyu eklemem gerek: “Adil toplum”un tanımı nedir? Elbette cevap herkese göre ve insanların hayattaki ideallerine göre değişecektir. Bu soruyu kendime sorarsam da, genel olarak, adil bir toplumun, her açıdan, hayata saygı üzerine temellenmesi gerektiğini söylerdim. Ne kastettiğimi açıklayacak olursam bir kitap yazmam gerekir, çünkü kısa bir cümle anlatmak istediklerimi kapsamaz.
Sokrates zamanında hayvanların nasıl yetiştirildiğini ve öldürüldüğünü tam olarak bilmiyorum ancak günümüz dünyasında meselenin besi hayvancılığı endüstrisi olduğunu söyleyebilirim. Benim görüşüme göre bu gerçek bir trajedi. Hayvanları yetiştirme ve öldürme yöntemlerimizin bir şekilde bize gizli bir mesaj ilettiğine inanıyorum: Eğer, metaforik anlamda, “ne yersek oyuz” diyorsak; yaşamları boyunca kapatılmış ve acı çekmiş hayvanları yediğimizde biz de farkında bile olmadan özgürlüğümüzü ve kendi esenliğimizi kurban ediyoruz. Ve özgürlük olmadan bu dünyada özümüzü ifade edemez ya da gerçek amacımızı bulamayız; bu, adil ve mutlu bir toplumun temeli olarak hayata saygı duyma ihtiyacına doğrudan ters düşer. Bu nedenle evet, sanırım Sokrates'e katılıyorum.
“Özel olarak yaratılmış bir tür olmadığımızı kabul ettiğimizde, hayvanlardan gelen ve onların çektiği acıları somutlaştıran tüm bu ürünleri satın almamamız gerekecektir.” Avustralyalı filozof ve hayvan hakları savunucusu Peter Singer’in bu sözlerini düşünürsek bu mümkün olabilir mi?
Peter Singer’a katılıyorum, ben de insanın bu gezegendeki seçilmiş tür olduğuna inanmıyorum, çünkü bu benim desteklemediğim patriarkal bir yaklaşım ve perspektif. Diğer hayvanlarla kıyaslandığında insan bilinci farklı gelişmiş olabilir ancak gerçeklere bakınca şu soruyu sormak gerekir: Hangi hayvan yaşadığı çevreye zarar verir ya da hangi hayvanlar birbirini öldürür; bu soru diğer pek çok hayvan türünü birbirinden ayırmaya yardım eder.
“Dolce Vegan”a ilham olan nedir?
Hoş tatlı tarifleri hazırlamama yardımcı olacak bir kitap istiyordum ancak bu tariflerin süt ürünleri içermesini istemiyordum. Aynı şekilde rafine şeker ya da beyaz un da içermemeliydi. Yani bir mucize istiyordum: sağlıklı tatlılar! O sıralarda böyle bir kitap yoktu, bu yüzden ben yazmaya karar verdim.
“Vahşi endüstriyi daha fazla desteklemek istemedim”
Kitabın yazılış amacı ve derdi nedir?
Kitabın çeşitli amaçları var. Birincisi insanların sağlıklı, adil ve hoş tatlılar hazırlamasını sağlamak. Ancak bundan daha da önemli olan başka amaçları da var. Örneğin, gıdanın toplumun sosyo-ekonomik perspektifi açısından ne kadar önemli olduğu konusunda farkındalık yaratmak niyetinde. Ayrıca tüketicilere, ellerindeki gücü ve yaptıkları tercihlerin çok güçlü siyasi sonuçları olabileceğini hatırlatmayı da amaçlıyor.
Vegan olmak üzerine ne söylemek istiyorsunuz? Vegan yaşama biçimine geçişiniz nasıl oldu? Ve bugüne kadar karşılaştığınız en absürt durum neydi?
Veganizm hakkındaki, çok iyi bilinen ve çok söylenen bazı mantraları tekrarlamak istemiyorum; et yemeyi 10 yıl önce bıraktım ve beş yıl kadar once bitki temelli beslenmeye daha da yaklaşmaya karar verdim. Vejetaryen olma kararım büyük ölçüde hayvanlara olan sevgime dayanıyordu bu nedenle de, en az et üretimi kadar zalim ve vahşi sütçülük endüstrisini daha fazla desteklemek istemedim. Bu benim açımdan mantıklıydı ancak her zaman kolay değildi. Absürd bir şey yaşadım mı? Bir kız Facebook’ta, vegan olduktan sonra yün kazaklarını ne yapması gerektiğini bilemediğini yazmış, ne yapmalıyım diye sormuştu. Birisi ona, kazakları yakmasını söylemişti.
Kitabınızda sadece üç malzeme ile yapılan 90 çeşit tarif bulunuyor, oysa ki günümüzde ne yazık ki vegan yaşayabilmek epey pahalı oluyor…
Bu doğru değil. Önerdiğim tarifler mümkün olduğunca az malzeme ile yapılıyor, ama hepsinin sadece üç malzeme ile yapılabildiğini de söyleyemem doğrusu. Şu bir gerçek ki öncelikli amacım yapılması kolay, daha az ama sağlıklı malzemelerden oluşan bir dizi tarif önermek. Bana ilham veren ise annem oldu: Sadece üç çeşit malzemeyle çok lezzetli tatlılar yapabiliyordu. Ama vegan değildi. Ben de yapılması kolay ve iyi vegan tatlılar için elimden gelenin en iyisini yapmak istedim. Genel olarak, bitki temelli bir beslenme düşünüldüğü kadar pahalı değil, özellikle de günlük öğünler için söyleyebilirim bunu (bu arada tam da bu konuya dair bir blog hazırlamıştım: http://veganbul.tumblr.com). Ama bazı tatlıları yapmak pahalı olabiliyor, bu doğru. Hindistancevizi yağı ya da fındık gibi pahalı malzemelere ihtiyaç duyabiliyoruz.
“Gezegen üzerindeki etkilerinin farkında olan çok da insan yok”
“Dolce Vegan, Vegan Tatlılar” bir yemek kitabı olmanın ötesinde bir değer taşıyor; işin içine beden ve zihin kirleten ve diğer canlıların hızla yok olmasına sebep olan tüketim ve yeme biçimlerine savaş açıyor gibi. Siz ne söylemek istersiniz?
Toplumuzda yiyeceği zaten cepte olan, garanti bir şeymiş gibi görmeye eğilimliyiz. Ve ayrıca yiyeceğin lezzetli, ucuz ve yenmeye hazır bir şekilde olması iddiasındayız. Kendi öğünlerimizi hazırlamak için yeterli zamanımızın olmadığını düşünüyoruz (çünkü yapacak çok daha önemli işlerimiz var), yemek önemsiz bir mesele gibi algılanıyor çünkü genellikle hiçbir zaman onun yoksunluğunu çekmedik – hayatımız boyunca hiç açlıktan ölme aşamasına gelmedik ya da açlık acısı çekmedik. Ama aslında yiyecek çok önemli bir mesele. Yiyecek üreten ya da şişelenmiş su ticareti yapan çokuluslu şirketler bu faaliyetten milyonlar kazanıyorlar. Pazara sürdükleri ürünler vücudun ihtiyacı olan besinleri karşılamamakla beraber modern zamanların pek çok hastalığına da sebep oluyor. Bu şirketler oldukça zenginleşmiş durumdalar çünkü yiyecek alanında onlara büyük kazançlar sağlayan bir ticari alanı keşfettiler.
Az ya da çok hepimiz günde üç öğün bir şeyler yiyoruz. En ucuzundan bile olsa tüm popülasyona günde üç kez satış yapılıyor -ayrıca şişe suyu da eklemeli- ve bu ticaretten her gün milyonlarca dolar kâr elde ediliyor. Diğer bir ifadeyle, yiyecek meselesinin muazzam bir potansiyeli var ve bu potansiyel pozitif yönde bir değişim yaratmak için de kullanılabilir: İşte bu sebeple insanların toplumu etkilemek yönünde ne kadar güçlü olabileceklerini keşfetmelerinin önemine inanıyorum.
“Bu yılın verileri, yeryüzünün bize bir yılda sunduğu kaynakları yedi ayda tükettiğimizi ortaya koyuyor. Bu veri obezite ile yetersiz beslenmenin aynı madalyonun iki üzücü yüzü olduğunu da gösteriyor.” Çoğu insanın bu bilgileri bilmesine rağmen, sizce neden hayatlarına bu disiplini getiremiyor?
Başkaları için konuşamam fakat kısaca, gezegen üzerindeki etkilerinin farkında olan çok da insan yok, davranışlarının gerçekten bir değişim yaratabileceğini bilmiyorlar ve -her şeyden önce- “başka türlü” bir yaşamanın var olduğuna ya da mümkün olduğuna inanmıyorlar. Bunu sadece beslenme konusuna dair düşündüğümüzde bile böyle bir durum söz konusu. Örneğin, pek çok insan et yemeyi bırakmaz. Çünkü etsiz yaşayamayacaklarını düşünürler ve bunun çok zor olacağını düşündükleri için de denemezler bile. Sebebi; insanların ailelerinden ne öğrenmişlerse çoğunlukla ona uygun şekilde hayatlarını sürdürmeleriyle ilgilidir. Ve ayrıca çevrelerindeki çoğunluğun ne yaptığına da bakıyorlar: Değişimden korkuyorlar çünkü değişim cesaret ve azim istiyor.
“Kendine ait kırılması zor bir kısırdöngü yaratan tüketim, bu kıran kırana kapitalizm sanki her şeyi yemeye itiyor bizi. Doğayı, hayvanları, hatta kendi bedenimizi, bizzat kendi bütünlüğümüzü. Yeryüzünü ve varlığımızı.” Aslında bu söylediğiniz yüzyılın acı gerçeklerinden fakat üzerine hâlâ bir şey ekleyemiyor olmamız absürt…
Dünya çok güzel bir yer ve şu an bir evrenin içinden geçiyoruz. Bu evre umuyorum ki sona erecek (aksi halde gelecekte yaşanabilecek başka bir evre olmayacak). Bu gezegende 70.000 yıldan fazla bir süredir varız, biz -insanlar- halen oyun bahçemizdeyiz ve en kötüsü de çok gelişmiş olduğumuza inanıyoruz ama bir yandan, gerçekte, gezegeni yok ediyoruz, sahip olduğumuz tek çevreyi. Birbirimizi öldürüyoruz, hayvanların çoğu için yaşanması imkansız koşulları yaratıyoruz ve bu davranış pek çok türün varlığını tehdit ediyor ve onları yok olmanın eşiğine sürüklüyor. İyi olan bir şey var ki çevremde veya sosyal medyada gördüğüm birçok insan bu davranışı değiştirmeye istekli çünkü yaşamlarının önemini kavrıyorlar ve yaratabilecekleri etkinin de -temelde kendilerinin öneminin- farkındalar. Bununla beraber, maalesef bu insanlar halen azınlıkta ama iyi birilerinin, onların oralarda bir yerlerde olduklarını bilmek beni mutlu ediyor.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa paylaşmaktan mutlu oluruz. Bir de yakın gelecekte proje görünüyor mu?
Yinelemek isterim; bu kitap sadece veganlar için değil. Herkes için bir kitap “Dolce Vegan”; basit bir eylemle, bir tatlı yaparak dünyanın daha iyi bir yer olması için katkıda bulunmak isteyebilecek herhangi bir kimse için… Şu an “Dolce Vegan”ın devamı niteliğinde bir kitap hazırlıyorum. Bu kitap plastikle ataerkillik arasındaki bağlantıyı konu ediyor, bir yandan da mümkün olduğunca az atık üretmek için yol gösterici bilgiler ve fikirler içeriyor. Bu kitap çalışmalarımın doğal sürekliliğinin bir parçası… “Dolce Vegan”da da ısrarla takip ettiğim düşünce kendi malzemelerimizi üretmemizin önemine dairdi. Bu pek çok sebeple önemli olmakla birlikte ambalajlardan ve onların sağlığımız ve güzel gezegenimiz üzerindeki olumsuz etkilerinden uzak durmamız manasında da önemli.