"Devlet ve PKK İkileminde Korucular"
Kürt meselesinin en çetrefilli konularından biri korucular. Mehmet Seyman Önder, İletişim Yayınları'ndan çıkan "Devlet ve PKK İkileminde: Korucular" kitabında, Hamidiye Alayları'ndan başlayan bir devlet geleneğiyle örgütlenen korucuların "devlete karşı durma" korkusuyla "kendi halkına ihanet etme" suçlaması arasında salınan konumu anlatılıyor. İletişim Yayınları ayrıca yeni Türkçe romanlar ile estetik, siyaset ve sanat üzerine bir derlemeyi de okurla buluşturdu.
İletişim Yayınları'ndan çıkan Devlet ve PKK İkileminde: Korucular, "Kürt Meselesi"nin en çetrefilli konularından biri olan koruculuğu büyüteç altına alıyor.
Devlet ve PKK İkileminde - Korucular
Mehmet Seyman Önder, Hamidiye Alayları'ndan başlayan bir devlet geleneğiyle örgütlenen korucuların "devlete karşı durma" korkusuyla "kendi halkına ihanet etme" suçlaması arasında salınan konumuna dikkat çekiyor. Niçin bazı aşiretler korucu olurken bazılarının olmadığını, korucuların Kürt kimliğiyle kurdukları ilişkiyi, devlete ve PKK'ye olan bakışlarını, koruculuk sisteminin bölgede yarattığı fiziksel ve psikolojik tahribatı derinlemesine inceleyen Önder, bu karmaşık konuda bize "içeriden" bilgi veriyor.
Nüfuz edilmesi çok zor bir konuda, etkileyici bir durum raporu.
"Kürt halkı arasında vatan haini olarak değerlendiriliyorduk.”
“Koruculuk yaptığımız dönemlerde, toplum bize vatan haini gözüyle bakıyor, bize yaratıkmışız gibi davranılıyordu… aşağılanıyorduk.”
“Biz devletin güvenliğini sağlamak için korucu yapıldık, ancak diğer bölgelerdeki bazı korucuların ihaneti sonrası devlet unsurları, askerlerdense korucu kayıplarını tercih ediyor. Bu da bize kullanıldığımız hissi veriyordu.”
Korucular, “Kürt Meselesi”nin belki “mesele” adını en fazla hak eden konusu; belki en problemli, en zorlu cephesi… Hamidiye Alayları’ndan günümüze uzanan evveliyatıyla ve olası bir çözüm sürecinde çıkaracağı sorunlarla…
Mehmet Seyman Önder, korucuların gerçekliğine güçlü bir ışık tutuyor. Hangi aşiret, hangi yollarla korucu oluyor? Korucuların sosyal portresi nasıldır? Sürdürülebilir bir sistem olarak koruculuk nasıl işliyor? Koruculuğun ekonomisi nedir? Korucular Kürt kimliğiyle nasıl bir ilişki kuruyorlar? Devlete ve PKK’ye bakışları nasıldır? Korucular ne gibi sorunlara yol açtılar, suçlara karıştılar? Düşük yoğunluklu savaş sürecinde, ne gibi değişimlere uğradılar? Koruculuk sisteminin kaldırılması nasıl mümkün olabilir? Nüfuz edilmesi çok zor bir konuda, etkileyici bir durum raporu.
Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik
Begüm Özden Fırat ve Aylin Kuryel'in hazırladığı bu derleme, estetik ile siyaset, sanat ile hayat arasındaki sınırları bulanıklaştıran teorik ve pratik çabalara katkıda bulunmayı amaçlıyor. Sanatın profesyonelleşmiş ve özelleştirilmiş bir alana hapsolmasını, yaratıcılığın kültür endüstrileri tarafından tanımlanmasını reddeden tartışmalar açmayı hedefliyor.
Sanatın ve estetiğin, devrimci toplumsal dönüşüm tahayyülleriyle arasındaki organik bağı görünür kılmaya çalışıyor. Bu doğrultuda, dada, sürrealizm ve sitüasyonizm gibi radikal avangard hareketlerden 1990’larda başlayan küresel antikapitalist harekete; Filistin’den Tahrir’e; Paris Sinemateki’nden Emek Sineması’na; Tekel Direnişi’nden Gezi Parkı’na ve Özgür Kazova’ya uzanan mücadeleleri odağına alıyor.
1830 ve 1848 devrimleri sonrasında sanatçının ve sanatın toplumsal rolünü, dönemin devrimci kalkışmaları, ayaklanmalar, ütopik sosyalistkomünist akımlar ve Komün olmadan anlayabilir miyiz? Sürrealizmi, o dönemin anarşist ve Troçkist akımlarından ayrı düşünebilir miyiz? Savaş sonrası Berlin Dada’sını, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Spartakusbund’u hesaba katmadan açıklayabilir miyiz? Sitüasyonist Enternasyonal’i, yükselen komünist, anarşist hareketlerden ve 60’ların radikalizminden bağımsız ele alabilir miyiz? Ve nihayet, çağdaş sanattaki “politik dönüş” tartışmalarını, neoliberal küreselleşmeye karşı hareketlerle arasındaki bakışımı görmeden kavrayabilir miyiz?
Kitapta derleyenler Begüm Özden Fırat ile Aylin Kuryel'in dışında Gavin Grindon, Anja Kanngieser, Hito Steyerl, A. K. Thompson, Christian Scholl, Stevphen Shukaitis, Fırat Yücel, Ezgi Bakçay, Simon Faulkner, Yates Mckee, David Buuck, Samia Mehrez, Sahar Keraitim'in makaleleri yer alıyor.
Sevgili Alef
İletişim Yayınları, yeni bir yazar olan Elif Türker'in ilk kitabı Sevgili Alef'i okurla buluşturdu. Rüyayla gerçek arasındaki sınırları belirsizleştiren tarzıyla Türker, postmodern esinlerle dolu bir roman ortaya koyuyor. Kelime oyunlarıyla örülü, kuytu bir ormanda geziniyormuşçasına okuyucuyu avucuna alan Sevgili Alef, edebiyatta yeni yaklaşımlar arayanların ilgisini çekecek türden bir roman.
Sevgili Alef'in arka kapak yazısı şöyle:
"İnsan, yalnızlığı idrak etmek için şiir ya da roman yazar, bilirsiniz. Ve yalnızlık, insana inanın her şeyi yaptırabilir. Belki de sırf bu yüzden dünya üstünde işleyebileceği en büyük günahı işler ve yazdıklarında onlarca insanı öldürebilir. Onlar gerçek değiller, diyeceksiniz ya, demeyin. Belki sadece hayaldir, belki de rüya; hatta belki de her ikisi birden. Hadi daha ileriye götürelim ve diyelim ki gerçeğin ta kendisidir onlar. Hiçbir gerçeğin olamayacağı kadar gerçektirler hem de. Çünkü bilirsiniz, hayal ve rüya bir araya geldiği vakit gerçekten söz edilebilir ancak.
Biri var, hayalini kurduğu her yol bir ormana çıkıyor. Roman mı dedim? Hayır, kapkaranlık bir orman. Kelimelerin günahı olmaz. Gülmeyin ama Alef ne kadar suratsız, muşmulaya benziyor.
Sevgili Alef, rüyalı ve oyunbaz bir ormanın romanı. Beyaz bir boşluk… Meğer aradıkları 'o kız' değil 'öküz'müş."
Kısa Karanlıklar
Sedef Betil'in ilk kitabı Kısa Karanlıklar da okurla buluştu. Betil, günlük hayatta hepimizin yaşadığı ve yaşattığı küçük kötülükleri tüm doğallığıyla yazıya döküyor. Kıskançlıklar, kırgınlıklar, küçük hesaplar ve tüm bunların çatışmasından doğup bir yara gibi kendini hep hatırlatan kederleri anlatan Kısa Karanlıklar, derinlere sakladığımız hislerin üstündeki örtüyü kaldırıyor. Sedef Betil, uzak ve yakın kederleri anlatıyor Kısa Karanlıklar’da… Kendini hatırlatan yaraları… Uzun ve serin zamanları…
Arka kapaktan:
"Sessiz öfkeler, küçük sırlar, mor ışıltılar, turuncu şezlonglar, yokuşun dibinde kalan ve yolu tek olan evler. Yanını yöresini ışıtamayan anneler ve babalar, sesler, alışkanlıklar… Bulut bulut fısıltılar… Nemli ve ılık toprak, yağmuru emmiş. Masada çatal bıçak sesleri ve nefeslerimiz.
Sedef Betil, uzak ve yakın kederleri anlatıyor Kısa Karanlıklar'da… Kendini hatırlatan yaraları… Uzun ve serin zamanları…"
Hasta Öyküler ve Kulağakaçan
Hasta Öyküler'le Yaşar Nabi Nayır Ödülü'nü kazanan Gökçe Bezirgan'ın hikâyeleri, Kulağakaçan'la birleşti ve okurlara sunuldu. Okuyucuyu "rahatsız etmekten" korkmayan Bezirgan, kötülük ve masumiyet temalarını hikâyelerinde ustaca bir araya getiriyor. Kaderin insanlara fırlattığı acı oklarına temas eden bu öyküler, bir anlamda kendi kuyularına hapsolanların hikâyeleri…
Kitaptan:
"Bir kızım var. Annemin beni çok sevdiği gibi seviyorum onu. Herkesten, her şeyden koruyup kolluyorum. Babası kim bilmiyorum. Bilmem ne teyze biliyor. Ama bilmemek daha iyi... Kızımın saçları çok güzel. Sokakta çocuklar saçlarını çekiyor. Telleri birbirine dolanıyor. Önüme oturtup tarıyorum; acıtmadan. Diplerinden deniz kokusu yayılıyor...Varsayalım güneş batıyor, sene bilmem kaç. Üç masalı bir meyhane var ileride… Rüzgâr, sokağın dar girişinde kalakalmış. Sokaktan çocuk sesleri geliyor, cızırtıları evlere doluyor. Korna sesleri, uzun kısa. Güveler şehri istila ediyor. Kırt kırt. Bütün elbiselerin potu var. Kırt kırt. Herkes kendi kuyusunda kayboluyor, kendi kuyusundan zuhur ediyor."
Temmuz Çocukları
Ağıtın Sonu ile 2015 Duygu Asena Edebiyat Ödülü'nü alan Menekşe Toprak, bu kez İletişim Yayınları'ndan çıkan Temmuz Çocukları ile karşımızda… Bu romana konu olanlar ise arada derede kalmış, bir ayağı Türkiye'de bir ayağı Almanya'da, kendisini iki ülkeye de tam anlamıyla ait hissedemeyerek büyüyen çocuklar. "Almancı"ların ikinci kuşağı olan bu çocuklara sinen köksüzlüğü anlatan Toprak, en büyük özlemi "herkesin yaşadığı gibi yaşayabilmek" olan bu göçmen çocuklarının kesintili hayatlarını bize en derinden duyuruyor.
Temmuz Çocukları arka kapak yazısı şöyle:
"Her sınıfta, her okulda göçmen, Almancı çocuklar vardı demek. Garip çıbanlar... Yazları ailelerinin gelmesini bekleyen, geldiklerindeyse yaşamlarının akışı değişen, kesintiye uğrayan, bir aylığına analı-babalı olmanın ayrıcalığına kavuşan ama çoğunlukla bu anne-babayı nereye koyacağını bilmeyen yaz çocukları. En çok da temmuz çocukları. Arada kalmış bir kuşak, Almancıların ikinci kuşağı. Aşklar, tereddütler, küçümsemeler, kollamalar, kardeşler, çocuklar, anneler, memleketten gelenler, memlekete dönenler… Herkes hayatını yaşıyor işte… Herkes acısını taşıyor işte…"
Felaket Henry ile Vücudumuz
Francesca Simon'ın tüm dünyada milyonlarca satan ünlü çocuk dizisi Felaket Henry'nin en yeni kitabı, Felaket Henry ile Vücudumuz İletişim Yayınları'ndan çıktı. Simon, Felaket Henry-Vücudumuz'da, vücudumuz hakkında merak edilen her şeyi bu kitapta topladı. Yazarın eğlenceli anlatım tarzıyla bu kitapta çocukların sıkılmadan öğrenmelerini ve vücudun işleyişi hakkında birçok bilgiye sahip olmalarını amaçlıyor.