Azınlıkların hikayesi: 'Küçük Asya'dan Türkiye'ye'
Michel Bruneau, "Küçük Asya'dan Türkiye'ye" adlı kitabında, Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Asuri-Keldani halklarının varlığını karşılaştırmalı olarak coğrafi-tarihsel bir bakış açısıyla inceliyor; savaşlara yol açan ihtirasların ışığında "kayıp vatan"lara, yerinden edilmelere ve sürgünlere değiniyor.
Aslı Tohumcu'nun yeni kitabı "Durmadan Leyla"; Kitapları Nazilerce yasaklanan Irmgard Keun'un Alman edebiyatının nadide örneklerinden olan romanı "Yalancı İpek Kız" Nilay Kaya'nın çevirisiyle; Franz Kafka'nın "Şato"su Tanıl Bora'nın çevirisiyle; Hakan Karakaşoğlu'nun kızını arayan bir babanın hikâyesini anlattığı romanı "Taşikardi"; Hannah Arendt'in irade, eylem, yabancılaşma gibi kavramları ele aldığı eseri "Zihnin Yaşamı", İsmail Ilgar'ın çevirisiyle; Raymond Williams'ın Antik Yunan'dan modern zamanlara dek trajedinin kökenlerini incelediği kitabı "Modern Trajedi"yi Barış Özkul'un çevirisiyle ve Michel Bruneau'nun azınlıkları, etnik-milli homojenleştirmeyi ve diasporaları incelediği kitabı "Küçük Asya'dan Türkiye'ye" Ayhan Güneş'in çevirisiyle İletişim Yayınları'ndan çıkıyor. Kitaplar 6 Nisan'da raflardaki yerini alacak.
Tutku, arzu ve kaprisleriyle bir Engels biyografisi: 'Fraklı Komünist'
Durmadan Leyla
Aslı Tohumcu'nun yeni kitabı Durmadan Leyla, İletişim Yayınları'ndan çıkıyor. Alışıldık "edebi dil" kalıplarını kırıp yerine kendi hınzır ve dişi dilini koyan Tohumcu, libidolar ve arzular dünyasını bu kez Eros'un gözünden anlatıyor. Edebiyatın açtığı yeni pencerelerden bakmak isteyenlere…
"Tanga da giyerim, paçalı don da. İster alırım kılımı tüyümü, ister uzatırım. İster şortla dolanırım, ister açarım dekoltemi. Sormam kimseye!" dedi ikinci kadehi kafasına dikmeden önce. "İster otururum evimde, istersem çıkarım dışarı dilediğim saatte."
Gaye Boralıoğlu'ndan yeni bir roman: Dünyadan Aşağı
Kurt gibi acıkmış libidolar ve durup durup çoğalan arzular, affedersiniz ama, çeke sündüre aşklar... Eros, dünyayı izliyor, hınzır ve güzel, dilinde göğe uzanan çiller.
Durmadan Leyla, yarım kafiyeli, hafif terbiyesiz ve kırık bir fars. İsmi lazım değil bir dişinin seyrü sefer zamanları. Sarmaş salaş uyuyan ve uyanan kahkaha.
Aslı Tohumcu, yol üstündeki erkek sürülerini, ahlâkın hımhımlarını tuhaf bir rüyayı anlatır gibi anlatıyor.
Yalancı İpek Kız
Kitapları Nazilerce yasaklanan ve ismi uzun yıllar unutturulan Irmgard Keun, İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabı Yalancı İpek Kız ile ilk defa Türkçede… Taşradan kaçıp gelen Doris'in gözünden Berlin'in karanlık yüzünü anlatan Keun, romanında çarpıcı bir gerçeklik kuruyor. Alman edebiyatının nadide örneklerinden…
Eric Hobsbawm'dan Latin Amerika üzerine yazılar: Yaşasın Devrim
Beyazperdede anlatılan şaşaalı hayatlara bir cevap olarak yazılan Yalancı İpek Kız, Weimar döneminin altın yıllarında Berlin'de bir genç kadın olmayı hem eğlenceli hem de hüzünlü yönleriyle anlatıyor.
On sekiz yaşındaki Doris, taşradan kaçıp zengin ve başarılı olma hayaliyle Berlin'e gider. Şehrin umduğu gibi görkemli ve pırıltılı değil, karanlık ve kasvetli yüzüyle karşılaşan Doris'in başarıya ulaşmak için güvendiği tek şey yalancı ipekten elbisesidir. Irmgard Keun, bu karanlık dünyayı Isherwood'un Hoşça Kal Berlin'ini ya da Brecth'in Üç Kuruşluk Opera'sını aratmayan bir gerçeklik ve empatiyle resmeder. Yayımlandığında büyük beğeni toplayan eser, Nazi rejimi tarafından yasaklanarak ortadan kaybolur ve ancak yıllar sonra tekrar keşfedilir. Keun'un, modern kadının hayatını dürüstlükle anlatan şehir edebiyatının ilk ve en iyi örneklerinden bir tanesi olan romanı Yalancı İpek Kız'la ilk defa Türkçede.
"Nazi sansür heyetlerini kızdıran şey romanın çarpıcı gerçekliği değil, insanlığın ortak olduğuna dair verdiği mesaj olmuştur." Maria Tatar
Şato
Çağının en önemli yazarlarından Kafka'nın modern bireyin içine düştüğü belirsizlikleri ve bürokrasinin yarattığı labirentleri anlattığı ünlü eseri Şato, Tanıl Bora'nın çevirisiyle İletişim Yayınları'ndan çıkıyor. Modern devletin yaratacağı sorunları öngören Kafka, iktidar kavramını edebiyatıyla sorguluyor ve kendine has üslubuyla önemi hiç azalmayacak bir roman yaratıyor. Unutulmayacak bir klasik…
Kafka'nın ölümünden sonra yayımlanan son romanı Şato, iktidarın gizemli etkisini inceleyen kehanet dolu bir modernist başyapıt.
Tepedeki bir şatonun gölgesi altında, karla çevrili bir köye çağrılan K., işvereni olan kontun etrafındaki esrarlı perdeyi aşmayı beceremez; onu cansiperane savunan bürokratların ve köylülerin engeline takılır. Etrafını saran belirsizlikler ve gelgitler içinde düştüğü absürt dünyayla boğuşan K.'nın öyküsü, feodalizm sonrası modern ulus-devletlerde iktidarın evrileceği noktayı uzaktan seçer gibidir. Şato, Kafka'nın kendine özgü üslubunu ustalıkla konuşturduğu, çağının kaygılarına hitap eden sürükleyici bir anlatı.
"Hayattan ölesiye korkan, sezgileri kuvvetli bir münzeviydi... Tüm eserleri insanların esrarlı tasavvurlarının ve suçsuz suçluluk duygusunun dehşetini anlatır." Milena Jesenská
"Sanatı, edebiyatın hiç görmediği bir dokunaklılığa, rahatsız edici bir anlaşılmazlığa sahiptir." Erich Heller
Taşikardi
Hakan Karakaşoğlu, İletişim Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı Taşikardi'de kızını arayan bir babanın hikâyesine ortak ediyor okurları. Zamanı geriye döndürmenin yolunu arayan baba, İstanbul sokakları ve her geçen saatle büyüyen bir muammanın içinde kayboluş Karakaşoğlu'nun satırlarında ilerlerken, siz de merakla okuyacaksınız.
"Neredesin Safiye? "Kafasının içinde uğuldayan seslerin altında düşünmeye çalıştı Zarif, Safiye'nin nereye gitmiş olabileceğini sordu kendine. "Belki de hastalığı ağırlaştı, hastaneye gitti. Endişelendirmemek için aramadı beni." Kızına ulaşamadığı saatleri hesapladı, korku büyüdü içinde, yerinde oturamaz hale geldi.
Kaç yaşının kaç kahrıyla kızını arayan bir baba, şehrin sapasında, bütün saatlerin başka türlü tıkırdadığı bir muammanın ortasında oradan oraya savruluyor. Kayıp bir geçmişin tik takları içinde, amansız saatlerin yelkovanının peşinde...
Hakan Karakaşoğlu, Safiye'yi kaybeden İstanbul sokaklarında, kaderin ve azabın kuytularında pulp bir serüven anlatıyor. Taşikardi, zamanı döndürmek isteyen büyük arzunun romanı... Gelecek kimin elinde?
Zihnin Yaşamı
Totalitarizmin Kaynakları, İnsanlık Durumu, Geçmişle Gelecek Arasında gibi siyaset felsefesi ve politika başyapıtlarına imza atan Hannah Arendt'in bir başka ünlü eseri olan Zihnin Yaşamı, İletişim Yayınları tarafından okurlara sunuluyor. Bitmek tükenmek bilmeyen düşünme ve sorgulama sevdasıyla, dünyaya duyduğu merakla yazan Arendt, bizi hem ünlü filozofların sorduğu sorulara yeni cevaplar aramaya, hem de irade, eylem, yabancılaşma gibi kavramları yeniden düşünmeye çağırıyor.
Anlatının inşasını yazdılar: 'Devlet Aklı ve 1915'
Geleceğe yönelik tasarılarıyla irade, zorunluluk inancına, yani dünyanın rehavet olarak adlandırdığı düzenine gösterdiğimiz rızaya karşı koyar. Yine de dünyanın sadece şimdi değil geçmişte de hiçbir zaman için olması gerektiği gibi olmadığı herkes için açık değil midir? Ayrıca bu 'olması gereken'in ne olduğunu kim bilir ya da şimdiye kadar kim bilmiştir ki? 'Olması gereken' ülküseldir ütopyanızla bağlantılıdır; dünyada hakiki bir yeri ya da topos'u yoktur. Zorunluluğa duyulan güven, her şeyin 'olacağına vardığı' inancı, olumsallık bedeli ödenerek satın alınan özgürlükten çok daha tercih edilir değil midir?"
Yabancılaşmanın "yabancılaşma" olarak adlandırılamadığı, yani "doğallaştığı" bir bağlamda "irade"nin ve "eyleme"nin gereksizleşmesi kaçınılmaz hale geldi. Bu türden bir kadercilik, "iradenin iyimserliği"ni süresiz erteleyerek, olayların "olacağına varacağı" bir perspektifi meşrulaştırdı. Zihnin Yaşamı'nda "dünya aşkı"yla kalemine sarılan Arendt, çağdaş siyaset felsefesi alanında üzerine oldukça çaba harcanan bu soruna özgün bir cevap üretmeye çalışırken, Aristo'dan Platon'a, Hegel'den Kant'a ve Heidegger'e bize ucu bucağı olmayan siyasi düşünce yolculuğunda bir pusula sunuyor.
Var ettiğimiz dünyayı, başka türlü de tasavvur edebileceğimiz, inşa edebileceğimiz bilincini, ardımızda bıraktığımıza duyduğumuz sorumlulukla, dünyevi bir aşkla hatırlatan başucu mirası...
Modern Trajedi
Edebiyat eleştirisi alanında yeni kitapları okurlarla buluşturan İletişim Yayınları, bu kez de Raymond Williams'ın Modern Trajedi adlı kitabını Türkçeye kazandırıyor. Antik Yunan'dan Ortaçağ'a, Rönesans'tan modern zamanlara dek akıp gelen trajedinin kökenlerini inceleyen Williams, felsefeyle edebiyatı kesiştirerek Marx, Beckett, Sartre ve Camus gibi isimler üzerinden modern trajediyi masaya yatırıyor.
Trajedi fikrinin soykütüğünü çıkartan bu kitabında Raymond Williams, geleneksel edebiyat tarihçiliğinde ender rastlanan bir yöntem benimseyerek trajediyi "gerçek insanların" tarihsel deneyimi olarak ele alıyor. Antik Yunan'dan klasik dönem ve Ortaçağ'a, Rönesans'tan Hegel ve Nietzsche'ye kadar trajedinin bir fikir ve felsefe olarak izlediği seyri bütün karmaşık uğraklarıyla birlikte ortaya koyduktan sonra modern trajediyi birçok kişinin trajik addettiği modern deneyimler ışığında inceleyen Williams, trajik edebiyat ve trajedi teorisi ile somut tarihsel geleneği şekillendiren insan deneyimi arasında güçlü bir bağ kuruyor.
Marx'tan Hegel'e Beckett'tan Tolstoy'a, Camus'den Sartre'a felsefeyle edebiyatı ortaklaştıran kapsayıcı bir düzlemde trajedinin salt negatif bir deneyim olmaktansa "umudun kaynakları"na da işaret eden bir "hissiyat yapısı", esinlendirici ve devrimci bir yaşantı olduğunu ortaya koyan Modern Trajedi, 20. yüzyılda bir fikir ve deneyim olarak trajedi hakkında yapılmış en yaratıcı çalışmalardan biri.
Küçük Asya'dan Türkiye'ye
Michel Bruneau'nun Anadolu tarihini detaylı biçimde incelediği çalışması Küçük Asya'dan Türkiye'ye - Azınlıklar, Etnik-Milli Homojenleştirme, Diasporalar İletişim Yayınları'ndan çıkıyor. Bölgede yaşayan Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Asuri-Keldani halkların varlığını karşılaştırmalı olarak coğrafi-tarihsel bir bakış açısıyla inceleyen Bruneau, savaşlara yol açan ihtirasların ışığında "kayıp vatan"lara, yerinden edilmelere ve sürgünlere de değinmeyi ihmal etmiyor.
Michel Bruneau, bu kapsamlı çalışmasında Küçük Asya'nın yani Anadolu'nun kadim halklarının, dinî ve etnik topluluklarının; Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin, Türklerin ve Asuri-Keldanilerin yazgısına dair, tarihin eski dönemlerinden bugüne uzanan bir inceleme sunuyor.
Yazar, geniş bir Türk-İran coğrafyasını merkeze alan yaklaşımıyla, Antik Yunan şehir devletlerinden başlayıp günümüz Türkiyesi'ne kadar uzanan farklı devletleşme mantıklarını karşılaştırıyor, toprağın millileştirilmesini hedefleyen politikaları coğrafi-tarihsel bir bakış açısıyla sunuyor. Küçük Asya'dan Türkiye'ye, özellikle azınlıkların yaşamının bir parçası haline gelen baskı ve yerinden edilmeleri eleştirel bir yaklaşımla ele alan, tarihe şerh düşen bir çalışma...
Kitaptan alıntı:
"Hem Avrupa hem de Asya ile temas halindeki Anadolu coğrafyası, özellikle emperyal geleneğe sahip iki halk arasında fetih ve savaşlara yol açan ihtirasların mekânı olmuştur. Yurtlarından koparılan ve atalarından kalma toprakları ellerinden alınan kurbanlar 'kayıp vatanlarını' unutmadılar ve maruz kalınan manevi ve maddi zararların tanınması taleplerini son zamanlarda artan bir ısrarla dile getiriyorlar."